29 Aralık 2006 Cuma

MUTLU BAYRAMLAR - MUTLU YILLAR ...

"Değiştiremeyeceğimiz bir geçmiş geride dururken,
şekillendirip sahip olabileceğimiz bir gelecek bizi bekliyor."

F.W ROBERTSON
“Eger, yeni yil bir Pazartesi gunu baslarsa bu, baris ve mutlulugun isareti sayilir. O yil cocuklar cogalir, ticaret canlanir, bol yagis olur, tarimda verim yukselir, denizlerde cok iri baliklar gorulur.”

XII. yuzyila ait bir astronomi kitabindan alinmis bir sozmus…

20 Kasım 2006 Pazartesi

DEDE-ANNEANNE- TORUN :)

Kasım 20, 2006 - DEDE-ANNEANNE- TORUN :)
Balböceği geçen hafta babasının yokluğunu fırsat bilip de bir hafta okula gitmedi. Kendi deyimiyle anneannesinde “tatil” yaptı. Hatta geçen akşam sohbet konusu başka bir şeyken avaz avaz bağırarak “anneanneeeeeeeee biz seninle şimdi tatil yapıyoruz demiiiii” diyerek hepimizi güldürdü. Annemle babam zaten her günü balböceğiyle geçirseler bıkmıyorlar alın siz büyütün deyip onlara veriversem sevinçten ölürler herhalde.

Annem biz evlendikten sonra bizimle yapamadığı her şeyi geçen hafta bal böceğiyle yapmaya çalıştı. Mesela saat onbir buçuk gibi eve telefon ediyorum. Annem torunumla keyif yapıyoruz diyor. On bire kadar uyuduk, kahvaltımızı yedik şimdi çay keyfi yapıyoruz (annem kahvaltı masasını toplamadan koltuğa geçip çay keyfi yapmaya bayılır da J ) balböceği meyve suyu içiyormuş, anneanne çay .

Bir başka gün biz bal böceğiyle Perşembe pazarına gideceğiz dedi. Gezdircem ben onu dedi. Eve döndüğümde bal böceğinin bana anneeee, bak bunları çok ucuza aldım diyerek bana penyeler gösteceğini hayal ederek güldüm. Evet o gün pazarı dolaşmışlar, birlikte kaynamış mısır yemişler, sonra dönerciye gidip bir güzel İskender yemişler. Bal böceği o gün sabaha kadar deliksiz uyudu. Akşam eve gittiğimde annem gülmekten kıvranıyordu. Bal böceği pazarın kalabalığında ezilmemek için insanları pat küüüt ittirdiğini tekrarladıkça annem gülüyordu. Sonra durakta gördüğü bir bayana Atatürk şiirini okumuş da anneannesi mest olmuş. Kadın ismini sorduğunda “benim ismim çocuk” demiş.

Bir diğer gün bal böceği telefonda anneee misafirlerimiz gelecek biz anneannemle börek yapıyoruz dedi. Annem bir parça hamur ve küçük oklavayı bal böceğine vermiş birlikte börek yapmışlar.

Ertesi gün bal böceği dede ben çubukta et ve kofte yemek istiyorum dediği için dedesi ona mangal yaktı. Sonra dedesi tamir aletlerini çıkarmış, kimbilir annemin ne zaman emekliye ayırdığı bir şeyi tamir etmeye, hayata geçirmeye çalışıyordu ki bal böceği de dedesinin yanından ayrılmıyor. Dedesi matkapı çalıştıracak, bal böceği gururla tekrarlıyor: “Ben büyüdüm, matkap sesinden korkmuyorum.” Dedesi en sonunda matkap kullanmasına izin vermiş ve bir tahta parçasına tam 4 delik açmış bal böceği. Kendisi de dedesi de gurula anlattılar matkabı nasıl kullandığını. Babam sıkı tutu matkap işaretlediğimiz yerden kaçmasın dedim sıkı sıkı tuttu diyor, sonra iyice bastırmasını söyledim tüm gücüyle bastırdı diyor. Bal böceği çok mutluydu.

Ne güzel oğlum tam bir dede- torun, anneanne torun diyoloğu yaşıyor. Onlarla ilgili çok güzel anıları var. Ben de onun adına çok seviniyorum. Benim dedem sağ değil, onunla beş yaşıma kadar birlikte oldum, sonra kaybettik, ama dedemi hep ikimiz oyun oynarken hatırlarım. Büyükler onun ne kadar aksi biri olduğunu söylese de inanmam. Ahhh dedecim seni çok özledim..
Kasım 20, 2006 - EVE DÖNDÜK
Geçen hafta bekardım. Kocacım bir hafta izin aldı. Atça’daki bağ bahçe işlerini halletmesi gerekiyordu (buğdaylar ekilecek , mandalinler toplanacak vs.) Bu nedenle biz oğluşumla kaldık. Parmağımdaki kesik sol elimi kullanmamı engellediği için bu süreyi evimizde baş başa geçiremedik ve göçebe yaşama geçtik yeniden.

Balböceğim öksürüyordu ve yollarda gider gelirken hastalığı artmasın diye ona bir hafta evde tatil yaptırdım. İlk günü, pazartesiyi, Gaziemirde dayımlarda geçirdikten sonra annemlerde kaldık hafta sonuna kadar.

Ben her gün otobüs ve metroyla gidip geldim işe şöyle ki saat yedi buçukta evden çıkıyordum fakat dokuzda ancak işyerimde olabiliyordum. Oysa evimizden arabamızla, otobandan tabii, onbeş dakikada işyerime ulaşabiliyorduk. Fakat anladım ki ben evin önünden arabamıza binip işyerimin önünde inmekle zamandan kazanırken hiç insan görmüyormuşum. O nedenle sabah ve akşam halkın içine karışmış olmak onlarla saatler süren trafik çilesini yaşamak, sağımda solumda koşuşturan insanları sessizce gözlemlemek de ayrı bir keyif verdi bana…

İlk sabah babamla aynı saatte çıktım evden saat dokuzda işyerimde olunca baktım olmayacak (ki mesainin kaçta başladığını sormayın) ertesi gün babamdan on dakika önce ben çıkıyoruuuum diye ev haklına seslenip, apar topar koştum durağa. Ne oldu peki??? Otobüsten önce babam geldi durağa ve on dakika erken çıkmam hiçbir işe yaramadı. Toplam 20 dakika otobüs beklemiş oldum ve işe varış saatim aynıydı.

İzmir- Üçyol metro durağı ise ayrı bir alem. İnsanlar daha bindikleri otobüste iken telaşlanıyorlar. Şoför durakta gereksiz yere durup bekliyorsa azarlayıp uyarıyorlar (hatta bayanlar yapıyor bunu). Sonra metro durağına inen yürüyen merdivene herkes dev adımlarla yaklaşıyor. Aşağıda ise turnikelere doğru sağından solundan seni geçmek isteyen insanlar oluyor mesela önümdeki adam tam karşıya hızlı hızlı y6ürürken bir aracın şerit değiştirişi gibi tek bacağını sağa geniş açıp hızlı hızlı sağ şeritte yürüyor, işte herkes böyle en az kuyruk olan turnikede kartını okutup yine yürüyen merdivenlerle inip metroya binecek.

Bu kez şöyle bir kural gelişmiş yürüyen merdivenin kendi hızına kendini bırakıp gideceksen tutunma yerlerine iyice yaslanıp tam sağda durmalısın ve solundan geçecekler için yer bırakmalısın!!! Öyle ortada falan durup koşanları engellemek suçtur!!! Ve tam sağda dururken yanından yürüyen merdivende yarış atı gibi koşan insanları görüyorsun ya da rüzgar gibi geçtikleri için görür gibi oluyorsun. Ohhh iki yürüyen merdivenle inip metroya bineceğin yere geldin. Burada da bir kaos. Adamlar metro kapılarının açıldığı ve açılabileceği noktaları ezberlemişler tam o noktalarda kuyruklar var. Metro yanaştığında tüm kapılardan akın akın insanlar koltuklara yöneliyor ve ilk binenler çok şanslı oturabiliyorlar. Diğer yolcular ise ayakta tost gibi sıkışıyorlar ve metro belediye otobüsünden farksız bir şekilde ilerleyin, orta taraf sıkışsın türünden konuşmalar ve yerleşmeler sonucu zar zor kapılarını kapatıyor. Oturan yolculardan çoğu uykuya geçmiş bile (ki topu topu taş çatlasın 17 dakikalık yol).

İşte böye belki klasik yolculuklar kimine göre ama ben son yıllarda eşimle birlikte kendi arabamızla işe gidip geldiğimden keyifli bile geldi bu süreç.

Pazar akşamı nihayet eşim geldi, evimize döndük, bu parmakla yemek, ev düzeni derken nasıl altından kalkarım bilmiyorum ama evimi özlemişim. Oğlum babasını çoook özlemiş. Bense bir haftadır her gece en az iki üç kere uyanıp sonra uykuya geç dalıyordum ve uykum bölünüp duruyordu, eşimin gelişiyle normale döndüm ve her zaman olduğu gibi yanımda top patlasa duymayacak şekilde sabaha değin deliksiz uyudum. Yağızı tuvalete götürme, terlediyse üstünü değiştirme işini de kocacım kaldığı yerden devraldı.

Hoş bulduk evim… İyiki döndük..

6 Kasım 2006 Pazartesi

KÜÇÜK BİR KAZA GEÇİRDİM

Bu hafta sonumuz kötü geçti malesef. Evde nerdeyse bir aydir bekleyen balkabagim vardi. Kabak tatlisina da bayilirim. Onun kabuklarini soyarken ki neredeyse iki dilimlik bir kisim kalmisti. Bicak elimden kayiverdi ve bir anda sol el baş parmagimi kestim. Baktigimda neredeyse kemigim gorunuyodu. Hemen bastirdim yaranin uzerini neredeyse hic kanamadi ve steril sargi ile sardi kociş. Bu boyle kaynamaz acile gidelim dese de direndim. bir saat kadar sonra pansuman yapalim diye actik baktim cok guzel yapismis deri. Esim batticon bosaltti yaraya o anda sizladi ve gevsedigini fark ettim yeniden sardik. Ki ben cmts gunu aksam uzeri kestim parmagi, gece pijamalarimi giydim, ayaklarimdan corabimi cikardim ki bu arada parmaga yuklendim sanirim. sargi bezinin uzerinden kanamanin basladigi goruluyodu. Acinca gordukki batticon kan pihtilarini da temizleyince kaynamis gibi gorunen deri gevsemis ve nasil bir kanama parmak ilk anda kesilen duruma donmus artik gak guk diyemedim esim beni tuttugu gibi acile goturdu ve 6 dikis atildi parmaga. Kociş acilde iki kez fenalasti, kan tutar kendisini ve en kotu yani ne biliyor musuuz uyusssun diye yaranin tam uzerine uc dort yerden igne yapiliyor ve nasil cani yaniyor insanin. Acil tiklim tiklimdi ben personelim diye ozendiler, guzelce diktiler ama trafik kazasi sonucu gelen hastalar vardi. İnleyen, kendinden gecen berbatti. Neyse Allah cocuklarimizi korusun cunku katlanmasi gercekten guc.Acilde zaten tirnak kestircek bile olsak ortam fena halde geriyor ve stres oluyosun. iste boyle kucuk bir kaza yasadim. Allah beterinden korusun ozellikle de yavrularimizi......

27 Ekim 2006 Cuma

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN

Cumhuriyet' imizin kuruluşunun 84. yıldönümünde Yüce Atatürk ve emeği geçen diğer Türk büyüklerimizi minnetle anıyorum.

Cumhuriyet; yurttaşların seçme ve seçilme hakkının olduğu bir yönetimdir. Ulus temsilcilerinin kabul ettiği yasalarla ülkenin yönetilmesidir. Cumhuriyet yönetiminde söz ulusundur. Cumhuriyet'i korumak, kollamak, yaşatmak her yurttaşın ödevidir.

Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun!

26 Ekim 2006 Perşembe

Gerçekleşebilir....

Çok hoş bir reklam filmi...

Buyrun izleyin:

Bayram sonrası

Ramazan, oruç, iftar, arife, bayram... derken o da geldi geçti ve işyerindeyim... Malesef iki gün boyunca yalnız çalışacağım. Diğer arkadaşlarım bayram iznini bir parça uzattılar, normalde üç kişi olduğumuz mekanda yalnız çalışmak biraz sıkıcı ama ne yapalım, idare etmeye çalışacağım. Günlerden perşembe olmasına rağmen ben pazartesi gibi hissediyorum, perşembeye perşembe muamelesi yapmam akşamı bulacak sanırım.

Bayram tatili daha başlamadan yani cuma günü iş çıkışı neredeyse koşturarak hazırlanıp kayınvalideme gittik, hatta iftari onda açtık.Sopnra birlikte bayram temizliği yaptık . Bayram sabahı kocam namazdan dönmeden ayakta olmam gerektiği için (kayınvalidemde adet öyledir) zor açılan gözlerimi saklamaya çalışıp yüzüme de kocaman bir gülümseme yerleştirerek mutfağa girdim, amanın kayınvalidemden önce uyanmayı ne zaman becerebileceğim bilmem ve ben daha elimi çaydanlığa uzatırken, amcamlara kahvaltıya davet edildiğimizi öğrendim. Yatakları toparlayıp oraya geçtik hemen. Erkekler bayram namazını bitirtrdiklerinde bayram topu güüümmmm diye patladı hemen bal böceğinin yanına koştum korkmasın diye ama o mışıl mşıl uyuyordu. Namazdan dönen kocacımla bayramlaştım tabi önce annesi bayramlaştı, ben solda bir on dakika kadar bekledim öpüşüp ağlaşmaları, neyse sonra ben bayramlaşıpğ bayram paramı da alınca amcalara geçtik.

Bayramlaşıp kahvaltıya oturduk . Aynen Kent şekerin reklamlarındaki gibi ailecek yenen kahvaltının peşini akraba ziyaretlerimiz izledi.Çevrede kim var kim yok , akraba konu komşu kim varsa gittik bayramlaştık, bazı yerlerde bize küçük hediyeler sundular: gazete kağıdına sarılmış atlet ya da birer çift çorap. Arada annemi ve babamı İzmir' de bıraktığımı düşünüp duygulansam da... baştan dediğim gibi eski bayramlar gibi bir bayram günü geçirdim. kayınvalidemin ziyaretçilerine ev baklavalarımızdan ikram ettim bol bol, tabii bende lüpledim her seferinde..

Ertesi gün kocacımın anneannesine, köye gittik. Bizim için bahçede odun ateşinde kızartma hazırlamış anneanne fakat isimlerimizi hatırlayamadı hani az önce arabalarıyle gelenler var ya onlar için yaptım diyordu... onunbla da bayramlaştık, sonra dayılara geçtik. Oğluşum orada yeni doğan buzağıları gördü, sevdi, bizde havanın güzelliğinden faydalanarak bahçede oturduk. Akşama doğru izmire döndük. Annem ve babam heyecanla bizi bekliyorlardı ki torunlarını merdivenlerde karşıladılar, öpüp koklayarak eve aldılar hemen sürpriz hediyelerini ve bayram şekerlerini sundular ... Sonra o gece birlikte İzmirde yaşayan büyüklerimizi ziyaret ettik.Ertesi sabah bayramın son günüydü her ne kadar kardeşim hadi çeşmeye gidelim balık avlayalım dese de ben yılmadan akraba ziyaretlerine devam ettim. Nihayet evimize vardığımızda apartmandan hatırı sayılır komşumuza gidip onunla da bayramlaştık ve bayramımız böylece sona erdi..

Evet aynen reklamlarda izlediğimiz kavuşmalarla, kucaklaşmalarla dolu bir bayram yaşadık ailecek. Bal böceği ev ev dolaşıp, büyüklerin ellerini öpmemize bir anlam veremedi sık sık hadiiii parka gideliiim dedi durdu ama her seferinde ona bayramlarda büyükleri ziyaret etmemiz gerektiğini tekrarladım . Tabii parka da götürmeyi ihmal etmedik sonrasında.. Çocukcağız ısrarla evimize ne zaman gideceğiz ben odamda oyuncak oynamak istiyorum diye tekrarlayıp dursa da biz bu bayramı yine babaanne ve anneanne yanında geçirdik ... Ama iyiki de öyle yaptık diyorum...

20 Ekim 2006 Cuma

CANSUNUN EN GÜZEL BAYRAMI OLACAK...

Cansu ve ailesi icin bu bayram en guzel bayram olacak. Daha dune kadar hayalken sadece bir ay icersinde ulastikbu rakama sizlerin sayesinde ve artik Cansu tedavisinin gerçekleşebilecegine inaniyor...
Maddi sorun kalmadiii. Aile "biz Alllah' tan daha ne isteyelim , kizimiz iyilesecek diyor."
saglikla kalin sevgili dostlar...
Herkese hayirli, huzurlu, mutlu bayramlar...

İyiki varsiniz

12 Ekim 2006 Perşembe

OĞLUMUN GÖZLEM DOSYASI

Dün öğleden sonra bal böceğinin gözlem dosyasını müdüre hanımla birlikte doldurmak üzere anaokuluna gittim, çocuğu ve aileyi tanımak üzere türlü sorular yöneltip cevaplarını dosyaya kaydetti müdüre hanım. Keyifli dakikalar yaşadım. Sohbet ettik.

Doğumundan itibaren bal böceğini özetlemiş oldum orada ve kendimi ebeveyn olma açısından süzgeçten geçirdim ve iç sesim susmadı gün boyu. Sonunda da kendi çocukluğuma kadar indim, biraz mizah biraz nostalji yapayım diyerek sizlere de yazayım dedim:

Benim çocukluğumda annemle gezmeye gittiğimizde mutlaka onun dizinin dibinde ses çıkarmadan otururduk. Tanrım ne sıkılırdık. Misafirliğe gittiğimiz evde (biz üç kardeşiz ve ben en büyüğüm) annem bizi menemen testileri gibi yan yana dizerdi. Ev sahibi hanım bir şey yer ya da içerler mi diye sorduğunda üçümüz birden hayır teşekkür ederiz derdik. Şayet bir şey yemek istersek bu çok ayıp olurdu, annem tarafından evde defalarca tembihlendiğimizden sesimizi çıkarıp da benim canım şunu istiyor diyemez, öööyle bakardık. Annem de “ne terbiyeli çocuklar yetiştirmiş” övgüsüne layık bir halde ayrılırdı oradan. Ne komik bir durummuş aslında bugünü düşündüğümüzde, ille annenle oturacaksın, başka odalara girmek, ortalığı karıştırmak yok, sohbetlerini hiç anlamadığım kadınların arasında oflar puflar, ama evde annem tarafından azar işitmemek ve küçük kardeşlerime örnek olmak adına tutardım kendimi.

Bu arada müdüre hanımla aramızda geçen konuşmalardan da biraz bahsedeyim:

Bal böceğiyle özelikle hafta sonu yeteri kadar ilgilenemediğim konusunda kendimi sık sık eleştiririm. Çünkü hafta sonu evin düzeni, temizlik ve yemek üzerine biraz daha fazla yoğunlaşıyor ve akraba ziyaretleri yapmaya çalışıyorum. Ancak oğluma zaman ayırdığım saatlerin kaliteli birliktelik olmasına gayret ediyorum. Çünkü amaç onunla aynı ortamda bulunmak değil, birebir ilişkide olmak.

Örneğin sorulardan biri. Çocuğunuzu diğer çocuklarla kıyaslar mısınız?

Evet özellikle aynı yaştaki erkek çocuklarla kıyaslarım. Nedenine gelince, her insanın çocuğu kendisine özeldir, kendisine güzeldir. Ama diğer aile ve çocukları gözlemlemek geneli ve bulunduğunuz noktayı algılamayı kolaylaştırıyor. Aaa demek şu şu hareketi normalmiş, bu yaş grubunda pek çocuk böyle diyebilmemi sağlıyor. Ama bu kıyaslamaları çocuğuma aktarmıyorum tabii, yani bak şu şöyle bu böyle gibi dönütlerimiz olmuyor.

Bir diğer soru: Çocuğunuzun en sevmediğiniz yönü nedir?

Bundan bir önceki soru çocuğunuzun en sevdiğiniz yönü idi ve ben cevaplamakta zorlandım. Çünkü oğlumun pek çok yönünü beğeniyorum. O zaman soru değiştirildi ve yukarıdaki gibi geldi. Oğlumun bazen olgun bir çocuk oluşunu eleştiriyorum dedim. Yapısal olarak olgun bir çocuk. Kendi kendine yetebilen, anne ya da baya çok az bağımlı ama kendiyle ve çevreyle barışık bir çocuktur. Fakat ben de oğlumu bebekliğinde bebek, çocukluğunda da çocuk gibi davranmasını ve bu davranışlarını görmeyi istiyorum. Bu nedenle olgunluğu bazen beni üzüyor.

Çocuğunuza sorumluluk verir misiniz? Alınan kararlarda söz hakkı var mıdır?

Evet özellikle kendisiyle ilgili konularda seçenekler sunuyorum. Örneğin giyinirken iki pantolon çıkarıp onun tercihini giydiriyorum, yada odasının düzeninde yerleşiminde görüşünü alıyorum. Böyle iyi olmuş mu, şunu şuraya çekelim mi ne dersin, daha iyi olur mu sence? … gibi. Bir de yine kendisiyle ilgili küçük küçük sorumlulukları var. Örneğin kendisi giyiniyor, gerektiğinde yardım ediyor, elini yüzünü yıkarken onu uzaktan takip ediyorum, yemeklerini kendisi yiyor. Bazen mutfakta yemek pişirirken yanıma alıyorum boyuna göre bir sandalyeye çıkarıyorum ya da bankoya oturtuyorum. Çorba ya da makarna karıştırıyor, yemeklerin tuzunu ilave ediyor bu arada da sohbet ediyoruz. Benimle sohbet etmeyi çok seviyor.

Çocuğunuz size onu üzen bir şeyden bahsettiğinde tepkiniz ne oluyor?

Onu dikkatle dinliyorum, mimiklerimi de katmaya gayret ediyorum. Arada çok üzülmüş olmalısın diyorum, sorular sorarak daha geniş anlatmasını bekliyorum. Onu üzen bir şahıs ya da biriyle arasında geçen diyalog da olabiliyor. Ben çocuğuma istemediğim kişi ya da davranışlardan izole bir hayat sağlamanın mümkün olmadığını biliyorum. İleriki yaşamında insan olan her yerde karşılaşabileceği olaylar ya da kişiler mukakkak karşısına çıkacak. Ancak hoşuma gitmeyen bir arkadaşını etiket yapıştırıp karalamak tarzım değildir. Bilakis o aile ya da çocuk konusunda yapılabilecekleri ve benim kendi çocuğuma davranışımın tarzımı oturtmaya çalışırım.

Size birkaç örnek vermeye çalıştım, bazı ailelere ışık tutabilirim diye…

Anne baba olmak gerçekten zor zenaat!

Sevgiler….

11 Ekim 2006 Çarşamba

Balböceğim :)

Dun sabah cok guldurdu oglum beni yazmaya ancak firsat bulabiliyorum sizlerle de paylasayim dedim. Balböceğime cips almayiz aldigimizda da yemez zaten, gecen hafta sonu misafirlige gittigimiz yerde yasca buyuk bir cocuk citos almis ve icinden parlak, sertce bir kart cikti. Balböceği bu karti bankamatige cok benzetti. Bununla bankaya gidelim dugmelere basalim, para versinler deyip parasiyla neler almak istedigini soyledi durdu. Öyle ki her sabah cebine yerlestiriyordu kendince bankamatigini.
Bu hafta sonu yine ayni yere gittik ve yine citos almis cocuklar balböceği paketin icinden cikan ikinci karti gorunce havalara uctu. Cipsleri yine yemedi tabiii. Sabah da ise gelirken sordum "annecim iki tane kartin oldu ne yapacaksin onlarla?"bana soyle yanit verdi:
-"Bununla dedeme araba alicaaamm, hani onun hic arabasi yok ya, hep ariza yapiyo ya iste ben ona guneste bile calisan bozulmayan araba alicaammm"
- Peki obur karti ne yapacaksin?
- Onunla da kendime bir seyler alicam.
- yaa ne alacaksin peki?
-Bununlaaaa kendime bir minibus alicam, arkasina yolculari bindirip onlari evlerine goturcem.
-Babanneye hic bir sey almadin, ona ne almak istersin?
-Onun evinin orda parki vaaarrr, dondurmacisi varrrr, ona bir sey almicam.
_ Peki öbür dedene ne almak istersin?
_ eeee ona kahve alicam evinde icsin diye, her aksam hani kahveciye gidiyo ya ondaaan :)))))))
Aklima geldikce guluyorum :)

18 Eylül 2006 Pazartesi

CANSU...

Eylül 18, 2006 - Cansu...
Bu kez size bir yardim cagrisinda bulunmak icin yaziyorum. Amcamin kizi (kuzenim) benimle yasittir. Kendisinin su an 8 yasina basmis kizi dogustan kalbinde uc delik ve "vaskuler malfarmasyon" diye adlandirilan bir hastalikla mucadele ediyor. Dogustran dama genislemesi anlamina gelen bu hastalik nedeniyle cocukta surekli olarak damar yapimi ve yikimi meydana geliyor . Bu nedenle cocukta yikilan damarlar surekli bir ic kanama olusturuyor. Anne bu cocugu sekiz yasina kadar surekli korudu. Herhangi bir dusme ya da carpma sonucu cocukta kanama baslarsa, bu kanamyai durdurmak mumkun olmayacak diye gozunun onunde tutuyor hep. Gecen yil okula basladi Cansu, anne de okulda butun gun basini bekliyor. Cok da basarili bir cocuk Cansu tum dersleri pekiyi.
Aynur (kuzenim) bugune degin calmadik kapi ve gitmedik doktor birakmadi. Ancak cocuktaki kilcal damarlar cok ince oldugu icin mudahele de cok zor oluyor ve cozum bulunamiyordu. Bu sure zarfinda cocugun sadece elde baslayan rahatsizligi tum koluna , gogsune ve sirtina yayildi. Damarlarla kaplandi sirti ve gogsu. Ekte fotografi da yer aliyor zaten.
Iyi haber: Istanbul Gata dan bir plastik cerrah lazer yolu ile bu damarlari yakarak kurutabilecegini soyledi. Yani cocuk nihayet tedavisini buldu. Doktor amerikadan yeni gelmis ve bu tanida oldukca basarrili girisimleri varmis. Bir ya da iki sene devam edecek seanslarla cocugun fazla damarlarini lazer yolu ile yakarak kolunu kullanamasa bile eski gorunumune dondurebilecegini aciklamis. Aileye de yardimcim olup seanslari 250 YTL ye indirmis.(Sadece anestezi parasi aliyormus)
Fakat kuzenim kizinin tedavisini bulmasina cok da sevinenemis. Neden derseniz kendileri SSK li ve SSK bu seans ucretlerini karsilamiyor. Yani ozele giriyor tum masraflar ve her seans icin Istanbula gitmek durumundalar. Simdilik ayda bir seans uygulanacakmis. Ilk seansa gitmisler, iyi de gecmis. Bu arada baba asgari ucretle calisiyor ve anne cocugu bakima muhtac diye calisamiyor.
Ilk seans icin Istanbula gitme ve doktora ozel muayene parasi toplam 500 YTL harcanmis. Baba tum maasini akratmis yetmeyince amcamlar falan destek olup yollamislar cocuk sifa bulsun diye. Bu arada kuzenim de izmir valiligine basvurmus ordan sonuc alamamis ve ustelikde yerel gazeteler fotograflamis kizini ve kendini Cansu yardim bekliyor diye.
Hafta sonu gittigimde icim acidi resmen. Ailenin evi de kira ve cocugun tedavi masraflarini karsilamalari mumkun degil. Acikcasi maddi destege cok ihtiyaclari var. Ayrica hastaligin yayilarak kalbe ve akcigere ulasmasina az kaldi . Fazla damarlar kalbe ulastiginda cocugun nefes almasini engelleyebilirmis.
Aile cok caresiz. Internet sitesi acin demis bir gazeteci. Simdi onunla ugrasacaklar. Ben dun gittigimde cocugun resimlerini cektim. Malum ramazan ayina giriyoruz. Dusundum belki bir kac kisi fitre , zekatini bile verebilir diye. Konuyla ilgilenenler olabilir dedim ve yazmaya karar verdim.
Ben kendi adima Cansu icin maddi destek saglamak adina ne gerekiyorsa yapacagim. Ilgilenenler ozelime donebilirler...
Herkese sevgiler....

6 Eylül 2006 Çarşamba

ORDAN BURDAN

Son günlerde bakıyorum da yavaş yavaş çekirdek aile olmaya başladık , daha doğrusu çekirdek aileye özgü yaşam biçimize geçtik.- Artık çoklu yaşamıyoruz. Bu benim en çok istediğim şeydi ve olabildiğince tadını çıkarmak istiyorum. Efendim şöyle yapıyoruz : Okuldan çıkınca anne - baba ve çocuk alışverişe gidiyoruz, eve dönüşte ben aldıklarımı yerleştirip, yemek hazırlığına geçerken baba ile oğlu birlikte oynamakta ve boğuşmaktadır. Çocuğun tuvaleti geldiğinde muhakkak anne ile gitmek istediği için anne elini yıkar banyoya gider, sonra baba ile oğul yastık savaşına geçmişlerdir, anne derhal sofrayı kurar, yemek yenilir, birlikte kitap okunur yani herkes kitabını alır eline çocuk da okuyormuş gibi yapar, meyveler yenir, uyku saati çocuğa masal anlatılır ve uyunur. Ertesi sabah arkadaşlarla birlikte (çünkü arabamız satıldı) işe gidilir. Anne ve baba çocuğu kreşe bırakır. Yol boyunca çocuğu baba taşır :) ,sonra işbaşı. İş çıkışı dooğru kreşe gidilir çocuk alınır ama eve getirilemez çünkü arkadaşlarına gitmek istemektedir. Hep birlikte minik arkadaşın evine gidilir, sonu gelmeyen sohbetler edilip, keyifli saatler geçirilir. Size klasik gelebilir ama ben bu klasik hayatı öylesine özledim ki çünkü evliliğimden bu yana hiç yalnız kalmadık eşimle yıllar böyle sürdü, bu anlattıklarımın içinde anneanne ve babaannenin olmayış ıbenim için büyük nimet :)

Neyse son günlerde gündemimizde iki konu var: İlki artık taş devrindeki Fred' in arabasına benzemesine az kala satıldı.Şimdi kendimize kredi ile bir araba alacağız. Bu bizim adamakıllı ilk arabamız olacak.Daha önceki iki arabamız sadece ayağımızı yerden kesmek için alınmıştı.Kısmetse ikinci el ama klimalı ve hidrolik direksiyonlu bir araba istiyoruz. Zira arabasız işe gidip gelmek bir de çocuk olunca çok zor oluyor.

İkinci konu ise artık koop. aidatlarımızın son bulacağına inanarak (en azından yeni yıla kalmaz biter diyoruz) evde taşındığımızdan beri bekleyen düzenlemlere el atmayı düşünüyoruz, asma tavanlar yapılacak, banyoya ve tuvalete dolap, yatak odasına sabit gardrop vs vs.. Ama beni en çok heyecanlandıran ve de düşündüren şey oturma odamın dekorasyonu olacak. Aslında sadece halı ve perde almayı düşünüyordum. Ama bugüne değin hoşuma giden her biri ayrı renklerdeki kanepelerimi tek renge dönüştürmek istiyorum, böylece eşimin bekarlığından kalma çekyat da kaplanmış olacak, sonra bunlara uygun halı ve perde almak istiyorum. ama kaplatırken ne renk seçeceğimi bilemiyorum. Yani hangi renk uygun olur, kir götürür, modern durur? Seçilen rengin bir iki ton açığı ile kombine mi yapmalıdır bilemiyorum... Vakit var nasılsa diye acele etmiyorum ama artık oturma odamı her görüşümde hayal edip yeni şeklini tasarlamaya çalışıyorum . Düşündüm de bloga odamın bir resmini eklesem bana fikir verir misiniz ?

Dun aksam tam yemek saatine yakin iki danoneyi mideye indirip istahini kapattigi icin masada surekli mizildanan balböceğime yemek yemezse buyuyemeyecegini soyledim ve aramizda soyle bir konusma gecti:
-Anneee sen neden yemek yiyosun?
- Efendim?
_ Anneeee sen neden yemek yiyosun ki sen zaten buyuksun.
_ Ben biraz daha buyumek icin yiyorum.
_ Anneeeee sen canavar kadar olmak icin mi yemek yiyosun. Anneeee sen yemek yemeee canavar kadar olmaaaa. sen sadece anne olll :)
aklima geldikce gulumsuyorum...

4 Eylül 2006 Pazartesi

OĞLUM BÜYÜYOOOOOR :)

Başlığa bakıp da eee ne var bunda tabiki büyüyecekti ya ne yapacaktı demeniz mümkündür ama onun bebekliğe elveda deyip her geçen gün karşımda çocuk olarak görünmesi ayrı bir heyecan veriyor bana.

Geçen hafta evimizde ilk kez oğlumun misafirini ağırladık. Kreşten arkadaşı olan Ege Semih' le okul çıkışı ayrılmadılar, bize gelmesini istedi balböceğim. Biz de eşimle ailesine çok sevineceğimizi söyledik ve biraz ısrar ettik, sonunda geldiler. İş çıkışı hep birlikte gittiğimiz için evde hazır yemek yoktu ama Fatoşla birlikte mutfağa girip hemen bir şeyler hazırladık. Evime ilk kez geldikleri için kızı mutfağa sokmaktan biraz huzursuzluk duydum ama " onun yardımına izin verdiğim için mutluluk duyduğunu" söylediğinde içim rahatladı.

Gece boyunca çocuklar çok mutluydular, arada sorun çıksa da kendi kendilerine çözdüler. Uzun uzun oynadılar. Birlikte balböceğinin kitaplarına baktılar. oğlum bebeklik resimlerini bile gösterdi arkadaşına. Bu aralar yani halasının bebeğinden sonra o da sık sık kendi bebekliğine ait görüntülere takılıyor ve sık sık ben bebekken nasıldım? diye soruyor.

Ertesi gün daha kreşteyken planlar yapmış iki kafadar:) Bu kez de biz Ege Semih' lere misafir olduk.Bu kez gece ikiye kadar sohbet ettik. saat onbir gibi Ege Semih ve balböceği birbirlerine sarılmış halde uyudular. Çok sevimli görünüyorlardı.Her iki aile de çocuklarımızın arkadaş seçiminden memnuniyetimizi dile getirdik.

Oğlum büyüyor, artık onun arkadaşlarıyla da bir çevremiz oluyor. Eve misafir davet ediyor, ya da misafirliğegidiyor ne hoş!!!!

18 Ağustos 2006 Cuma

BALBÖCEĞİM VE BEN :(

Günler oldukça sıkıcı geçiyor, saatler ilerlemiyor sanki. Hava çok sıcak şehir bomboş, hayalet şehir gibi.Az önce kuaförden geldim saçlarıma perçem yaptırdım; bu biraz moral oldu bana.Oğlumu düşünüyorum. Bu hafta okula gitmeyi hiç istemedi. Tatil dönüşü sıkıcı geldi ona okul. Oysa sevdiği birkaç arkadaşı tatilden dönmüş. Bizde ağlamadığı sabahlar çıkışta dondurma alıyoruz .Nasıl bir anne olduğumu düşünüyordum az önce. Kuaför dönüşü ona iki öykü kitabı aldım. Bu yayınevinin iki eseri. Birinin ismi "Üç arkadaş" ve içindeki resimler birincilik ödülü almış. Benim ona kitap okumamı çok seviyor. Eminim bu kitapları daha yoldayken arabada eve gidene kadar en az dört-beş kez okutacak ve dinlemekten sıkılmayacaktır.

Bu günlerde ona fazla zaman ayıramıyorum. Daha doğrusu şunu keşfettim: benim oğluma zaman ayırabilmem için zamanımızı evin dışında geçirmemiz lazım. Yani benim ayağımı evden kesmeli. Bu konuda hafta sonu günübirlik denize gidişlerimiz büyük kurtarıcı oluyor benim için.Plajda bol bol eğleniyoruz. Zaten benim sukuşum denizden çıkmıyor.

Annemden faklı olmalıyım diye düşündüm, ne de olsa üniversite mezunuyum, daha bilinçli bir anne olmalıyım. Bir süzgeçten geçireyim kendimi : Çocukla kaliteli zaman geçirmek çok önemli bu konuda uzmanlar bas bas bağırıyorlar zaten. Annem de bizlerle arkadaş gibiydi. (Çok iyi bir annedir, babam da çok iyi bir baba). Beraber oynardık. Bize kitap okuduğunu hatırlamıyorum. Ama ben kendim zaten çok okuyan bir çocuktum. Demekki ilk farkım bu: ben çocuğuma kitap okuyorum, sonra uykusu geldiği saatlerde ona kendi uydurduğum masalları anlatıyorum ve en çok benim masallarımı tercih ediyor. Bu da ikinci farkım. Şu sıralar bir masalımız var ki konusu şöyle; Balböceğinin odasının penceresinden dışarıya bakarken gördüğü ışıklı cismin balkona inip, uzay aracının içinden çıkan küçük yeşil adamla arkadaşlığı. (Bayılıyor bu masala ama yakında ben kusacağım.)

Benimle sohbet etmekten büyük zevk alıyor ve gün içinde mutlaka bana anlatmak istediği bir şeyler vardır gelir yanıma oturur. Beraber yorum yaparız.

Bu aralar kelime haznesini kötü yönde geliştirdi, argo kelimeleri kattı repertuarına. Mesela dün bana " deli ineeeekkk" diye sesleniyordu. Bu aralar kitaplardan tanıdığı kahramanları hayata geçiriyor evde meselşa bana "uykucu koala", babasına "sen koca göbekli bir köpekbalığısın" diyordu dayısına "uzunbacak zürafa" kendisini de her şeye itiraz eden "inatçı keçi" yapıyor ve bize bu şekilde seslenerek çok eğleniyor. :)

Bunun dışında fazla bir etkinliğim olmuyor şu günlerde evde daha çok babası ilgileniyor bu aralar, birlikte tamir yapıyorlar, parka gidiyorlar ya da banyoda su savaşı.Ona daha çok ilgi göstermeliyim. Anneliğin % 80 i vicdan azabı duymaktır diyen ne doğru söylemiş...

15 Ağustos 2006 Salı

İZİN DÖNÜŞÜ HALLERİM

Bugün kendime bir ütü alacağım. Aylardır ütümüz bozuktu, geçen ay maaşıma gelen zammı da hesaba katarak yenilemeye karar verdik. Böylece selede birikmiş aylardır kalbimi yoran ütülenecek çamaşırlarım dolaplarımdaki yerlerine kavuşabilecekler. Evde çok işim varr :) Taşınalı ne çok zaman oldu ama ben düzen peşindeyim halen, insanın evini kendi kendine oluşturması bayağı zormuş. Biz evimizi natamam şekilde teslim aldık yani sadece duvarları sıvalıydı. Onun dışındaki her şeyi bizim yapmamız gerekliydi.banyoda havlu asacak askıya kadar düşünmek gerekiyor. geçen yıl borç- harç çok fazla olunca en acil ne gerekiyorsa onları yapıp taşındık. İlerleyen günlerde yavaş yavaş en acillerin dışındakilere el atmaya başlayacağız bakalım.Dün gece kendimi mutfaktan dışarıya atamadım ki... Kocişin bahçeden topladığı börülceleri ayıkladım, ikiye böldüm tazelerini yemek yaptım, diğerlerini de o nefffis börülce tartorundan yapmak için haşladım, sonra tartor suyunu hazırlayıp dolaba koydum bakalım bu akşam iyice emişmiş olur ekşisi.. Mmmmm

Ben mutfakta uğraşıp dururken balböceğim anneee uykum geldi bana masal anlatırmısın diye kaç kez geldi yanıma bilmiyorum. Elimden düşüp parçalanan kavanozun cam kırıklarını halen yerde gördükçe anne bitmedimi daha işin diyerek odasına dönüyordu. Tam çocuğun yanına gideyim dediğimde aklıma geldi erik marmelatını artık kavanoza toplamalıydım, bir gün daha tepside bekletmeyeyim dedim.. Balböceği avaz avaz bağırıyordu anneeeeeee diye. Geliyorum, işim daha bitmedi dedim. marmelatı kavanozlara döküp, yerine kaldırdım, balböceğimin odasına bir gittim ki benim meleğim çoktaaann uykuya dalmış. canım oğlum yaaa bu akşam kesin kararlıyım önce onunla ilgileneceğim.dün babasıyla çok güzel zaman geçirdi. Birlikte parka gittiler, arabanın düşen camını tamir ettiler, boğuştular... Onların ikisini böyle görmek beni çok mutlu ediyor.

Bu hafta işyerinde yalnızım. Diğer arkadaşlarım tatildeler neyse ki biri haftaya işbaşı yapacak. Bugün işimde eşlik etmesi için kocişin bahçeden topladığı buz gibi incirler var dolabımda.))))

11 Ağustos 2006 Cuma

YAŞAMIN KIYISINDA

Yakınlarımdan birinin bir an için yaşamın kıyısında olduğunu düşündüm. Öyle zor ve acı geldi ki. Kahroldum, lanetledim o günü. Akan göz yaşlarıma engel olamadım. Sonra sordum neden ağlıyorsun?-"Şu kişi hastalanabilir ve kötü hastalıktan ölebilir diye üzüntümden.."

Oysa öyle bir zamanda yaşıyoruz ki; herkes yaşamın kıyısında zaten.. Ertaftaki pek çok şey yediğimiz içtiğimiz ne varsa bizi kanser yapıcı, öldürücü maddeler içeriyor.İnsan vücudunda her gün milyonlarca üretilip bir o kadarı da yıkılıyormuş. Kanser hücreleri de üreti liyorve onlar uygun ortamı bulupçoğalmayı bekliyorlar biz onların varlığından habersizken. Demekki ölüm artık çok yakınımzda ve hepimiz bir anlamda yaşamın kıyısındayız...

9 Ağustos 2006 Çarşamba

DÖNDÜM

25 günlük yaz tatilim sona erdi ve işimin başına geri döndüm. Tatilde erkek kardeşim evlendi artık bir gelinimiz var. Yani üç kızkardeş olduk :) Düğün nedeniyle bu yıl çok hareketli ve yoğun geçti tatilim. İlk iki hafta tamamen kayınvalide olan annemin ve gelinimizin evinin tadilat, dekorasyon, temizlik ve yerleştirme işleriyle ve benim abiye elbise arama telaşımla geçti. Nihayet düğün günü geldiğinde dillere destan iki düğün gecesi yaşadık. Kına gecesi de dışarıda salonda olduğu için iki gece boyunca kır düğününün bilumum güzelliklerini yaşadık. Bu arada balböceği de küçük damat oldu :)

Düğünün ardından gençler hemen balayına yollandı fakat bizde bir yorgunluk vardı ki sormayın tüm ev halkı iki seksen yattık yattık da kendimize gelemedik.Üstelik benim üzerime giydiğim tüm giysilerim bol geliyordu.Düşünün artık iki haftada ne koşturmuşuz...Artık dinlenmek istiyorum diyerek kapağı eve attığımızda ise elektrik ve suyun kesilmiş olduğunu gördük. Sağ olsun müteahhtimizin bize hediyesi olan susuzluk ve elektriksizlikle geçen mağara devrini yaşadığım günün akşamı soluğu yine annemde aldık ve sorun çözülene kadar dönmedik eve. Tam elektirk olayı çözüldü evimize yerleştik bu kez eşim izne ayrıldı, görümcem ve kayınvalidem bizde kaldılar. Hep birlikte hoppidi zippidi gezdik günü birlik denize gittik,artık sekiz aylık olmuş olan yeğenimizin tadını çıkardık.

Anlayacağınız tatilimiz oldukça yoğundu ama her şeye rağmen güzeldi. su kuşu olan oğlum ise artık kolluklarıyla yüzüyor ve ben en çok buna sevindim. Tüm bunların dışında temmuz ayı maaşımı teknikerlik kadrom üzerinden aldım ve kendimce kutlamalar yaparak harcadım. İnsanın terfi etmesi pek keyifli bir durummuş.

Yarın sabah kızkardeşimi uğurlayacağız üç haftalık izinleri bitiyor ve dönecekler. Bu onunla geçireceğimiz son gece o nedenle yine annemlerde kalıyoruz ve düğün sonrası geleneksel düğün kaseti izleme etkinliklerine katılıyoruz ve her izleyişle gülecek bir şeyler buluyoruz. O nedenle çok renkli geçiyor akşamlarımız gece ikiden önce uyumayıp kardeşlerimle makara yaptığım için işyerinde zor saatler yaşadığım oluyor ama sanırım perşembeden itibaren evimize ve kendi düzenimize döneceğiz.

Evimiiii, işimiiii ve yaşamayı çooookkkk seviyorum.

Sevgiler...

28 Haziran 2006 Çarşamba

PARA SAYSAM AFFAN DEDEYE...?

"ÇOCUKLUK
Affan dedeye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var ne de adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiç bir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.
Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!

CAHİT SITKI TARANCI

Geçen sene biryaz günü eniştemin hatırlattığı bu dizelere hüngür hüngür ağlamıştım. Yine bugünlerde sık sık geri döner oldum çocukluğuma, eski günleri andıkça hem duygulanır hem de özlerim çocukluğumu.

Çocuklukta büyüktüm, oyunlara girmedim..
O bahçelerde kaldı oynanmamış oyunlar…Çocukken yaşadıklarımı özlemem Özdemir Asaf’ın dediği gibi oynanmamış oyunlarda mı gizli yoksa?

Okulun önünde tornavidayla çubuklara doladığı macunu satan yaşlı bir amca vardı. renk renk macunu bol limonlu suya batırırdı da tadına doyamazdım yerken. Annem sokak satıcısından alışveriş yaptığımı duyunca defalarca tembihledi beni ama bir gün gizlice beni takip ettiğini bilmeden yine macuncu amcadan macun yerken yakalandım ve annam okul müdürüyle görüşüp satıcıların okul çevresinden uzaklaşmasını istedi. Adamcağız gitti ilk günlerde okulun ilerisindeki ara sokaklarda bulabildim onu sonra annem oradan da sürdürdü. Ne aradım o amcayı bilseniz... Her sokağa bir göz atardım acaba buralarda mı diye o leş gibi tornavidasıyla doladığı macunları hüpletirken ne hijyeni ne de bakterileri düşünmezdim.

Okuldan eve kadar neredeyse onbeş dakikalık bir yol vardı o yol üzerindeki her bakkala uğrar, parama alabildiğm kadar çok şey almak için bakkal dükkanındaki en ucuz dolayısıyla adi şeylere yönelirdim, memeli şekerlere bayılırdım.

Sonra ev değiştirdik, İzmirin seçkin bir muhitinde oturmaya başladık. Ama çocuk parkında yere kilim serip evcilik oynamak, ip atlamak, okulun tatil olduğu günlerde yere kadar inen uzuzn eteklerimizi ve başörtümüzü takınıp elimizde cüzlerle Kur' an Kursuna gitme geleneklerimizi devam ettirdik birkaç yıl. O apartmanda bizden sonra kaç tane çocuk büyüdü ama hiçbiri bizim gibi yere kilim serip evcilik oynamadı.

Yaz tatilinde babamın hediyesi olan bisikletle defalarca düştüm, salıncakta karşılıklı ayak değdirmece yarışı yaparken yere yuvarlanmaktan dizlerim halen yara bere içindedir. Annem çocuk parkında bir sınır çizmişti evden bizi görebildiği yerlerin dışına çıkmamıza izin yoktu ama o görmeden ara sokaklara dalıp nasıl heyecanla hızlı hızlı pedal çeviridim bir bilseniz...

Akşam yemeklerinden önce TV. yi açıp İstiklal marşını mutlaka dinlerdim o zamanlar tek kanallıydı T.V. ler. Her akşam babamın işten döneceği saatlerde babam görünür görünmez yokuştan aşağı salıp kendimizi kollarımız iki yanda karşılardık, beline sarılıp öptükten sonra hemen ceplerini kurcalamaya başlardık. hiç eli boş gelmezdi babam. Üç kardeştik üçümüze de mutlaka bir şeyler almış olurdu.

En güzel günlerimiz di o günler.

Ahhhh Affan dede ahhh para saysam?....

16 Haziran 2006 Cuma

BOL GÜNEŞLİ GÜNLER....

Merhaba!!!

Uzun zamandır yazamıyordum farkındayım; sınav sonrası, ama yapılacak öyle çok işim vardı ki bir isteksizlik ve yorgunluk da cabası… Öncelikle evimin elden giden düzenini ve temizliğini yeniden sağlamam gerekiyordu ki ders çalışacağım diye her şeyden elimi eteğimi çekmiştim. O nedenle yazlıkları da çıkarmak bahanesiyle evimi dip temel elden geçirdim, tüm halılarım yıkandı. Ve neredeyse ölümsüzlüklerine inanacak duruma geldiğim evimde yaklaşık bir aydır konuşlanan güve kelebeklerini ebedi yolculuklarına uğurlamak üzere hızlandırılmış çalışmalar yaptık L İşyerimde beni bekleyen onlarca yarım kalan iş vardı.. Birde kadro değişikliğim nedeniyle çalıştığım birimin değiştirilme tehlikesi falan … Neyse ki bu zorlu dönem de sona erdi gitti.

Eveeett sınavdan kaç mı aldım??? Taratataammmm :95 !!!! ve bu hafta içinde kadro değişikliğimin gerçekleştiğini öğrendim sanırım en kısa sürede de maaşıma yansıtılacak. Üstelik çalıştığım yer de değişmedi. En çok buna sevindim.

1 haziranda sevgili oğluşumun kreşte mezuniyet töreni vardı. Cüppe giydi benim küçük meleğim ve heyecanla anaokuluna ne zaman geçeceğini soruyor bana.Diplomamızın şirinliğini görmelisiniz…

Bunun dışında anneciğim İsveçte yaşayan kız kardeşimin yanındaydı bir aydır ve yokluğunda sık sık evine gidip babamın ihtiyaçlarıyla ilgilenmem gerekti. Bu Çarşamba günü vatana döndü nihayet ama o gelmeden evini bir güzel temizledik.

Erkek kardeşimin temmuz ayının yirmi birinde düğünü olacağı için onun evinin tadilatı başladı. Bu arada alışveriş derdindeyiz mobilya vs. seçmek için yollara düşüyoruz hafta sonu ve iş çıkışı. İşte böyle bir yoğunluktur gidiyor.

Bundan sonra yine sık yazmaya çalışacağım. Şöyle bir ses vereyim diye başladım yazıma; devamı gelecek..

Herkese bol güneşli günler diliyorum.

Sevgiye kalın

26 Mayıs 2006 Cuma

NE GÜZEL

İnsanın önüne koyduğu hedeflerden birine ulaşması meğer ne güzel bir duyguymuş. Bunu bir kez daha hatırlamam çok iyi oldu. Son yazımda bahsettiğim sınavım bu hafta gerçekleşti. Sınav öncesi iki hafta eve kapanıp ders çalıştım. Kimbilir kaç kere mezun olduğum okula gidip öğrencilerden not dilendim ve on sene öncesinde kalan bilgilerimi toparlayıp yeniden su yüzeyine çıkarmak için çabaladım.
Sınavım son derece iyi geçti. Sorular hep çalıştığım yerlerden geldi. Tüm soruları cevaplamam on dakikamı bile almadı. Verdiğim her cevaptan son derece emindim. Sınav salonundaki diğer arkadaşlar daha sınava adapte olamamışken ben kağıdımı teslim edip dışarıya çıktım. iki kezde kontrol ettim üstelik kağıdımı.
İlk önce eşimi aradım. Çok mutluydum. Sonra diğer tanıdıklarıma haber verdim. İşyerimdeki arkadaşlarım da sevindiler tabii. O sabah oğlum bile "Allah' ım nolursun sınavı kazansın" diyerek dua etmişti benim için. İş çıkışı ilk işim onu kucaklamak oldu zaten. ders çalışacağım diye hep yalnız bırakmıştım oğlumu, olabildiğince az ilgilenmiştim onunla. Ama değdi.
Tabii evim de ev olmaktan çıktı bu arada her taraf temizlenmek istiyor. Yazlıklar çıktı kışlıklar kalkmadı vs vs... Sınav sonuçlarımız önümüzdeki hafta açıklanacak. Artık en düşük memur konumunda çalışmaktan kurtulacağım hayırlısıyla ve teknikerliğe geçeceğim. Kafamda bir tek sorun var oda işyerimi değiştirmem gerekmeden bu kadroyu alabilecek miyim sorusu. Bakalım bundan sonrası hayırlısı tabii. En iyisi de maaşımın artacak olması.

4 Mayıs 2006 Perşembe

SINAVIM VAAAR

Yıllardır kendi kadroma geçmeyi, bu konudaki yönetmeliklerin bir an önce düzenlenmesini bekledim durudum. "Görevde yükselme yönetmeliği" nihayet çıktı. Geçen aylarda teknikerlik unvanımı alabilmem için bir dilekçe yazmıştım personel büromuza. Dün 23 Mayısta sınavın yapılacağı haberini aldım. uzun zamandır benim için hayal konumunda olan teknikerlik unvanının birden bu kadar yakınımda bulunca panik oldum tabiii. Sınav branş derslerimizle ilgili olacakmıi ve bizim bölümle ilgili sadece ben olunca bana ayrı soru hazırlandığını söylediler sınava girecek olan diğer memurlar ayrı bölümlerdenmiş. Onların soruları da ayrıymış tabii. Ben uygun kadrom ve unvanım olmadığı için düz memur olarak çalışıyorum bu sınavı kazandığımda hem mesleğime geçebileceğim hemde maaşım hak ettiğim kadar olacak. Fakat gelin görün ki okulu bitireli 10 yıl olmuş. Ve bilgilerimi hiç bir zaman kullanmadığım için hepsini unuttum. Şimdi tamamen farklı bir alandayım. Evden biraz not toparladım ama hepsi de öyle yabancı geldi ki.... Bir yığın konu var süre çok kısıtlı ne yapmalıyım derken, okuldaki danışmam hocamı aradaım dedim böyle bir durum var, sınav yapılacak branş derslerinden bana yardım edin. Adamcağız haftaya salıya randevu verdi, buraya gel bir bakalım dedi. Bu da bir hafta daha kayıp demek benim için. Bir de demez mi hocam tekniker olduğunda gel bizim yüksekokula burada çalış diye. yapıştı resmen. Ben her ne kadar önce sınavı vermeliyim, tabii isterim gelmeyi şeklinde konuşarak konuyu sınava ve elimde olmayan ders notlarıma odaklamaya çalışsam da canım hocacım orada çalışmamın ne kadar iyi olacağı fikrinden sıyrılamadı.
İşte böyle kafam çok karışık, elimde doğru düzgün notlar yok, soru yok. Ayrıca çocukla da hiiç çalışılmıyor. Ben nott tutmaya çalışırken o da yanıma geliyor kendi defterini açıyor elimdeki kalemi alıp kendi yazıyor, ona ayrı kalem verdim bu sefer bir çizik attıktan sonra kalem değiştiriyor ve bu arada sürekli konuşuyor geveze oğlum. Bitmek tükenmek bilmeyen sorular soruyor.
Yani işim bayağı zor arkadaşlar en azından süre biraz daha uzun olsaydı , hazırlanabilirdim. Şimdi yıllardır beklediğim sınav karşıma çıktı ve balık oldumn resmen. Tabiki kaçırmak istemiyorum böyle bir fırsatı ve elimden geleni yapmaya çalışacağım ama nasıl????

6 Nisan 2006 Perşembe

BAHAR MI ÇARPTI NEDİR?

Üzerimde bir miskinlik var ki sormayın. En ufak bir neşe kırıntısı olmadan öylesine geçip duruyor günler. Hep uyumak istiyorum. Fırsat buldukça bunalım takılıyorum. Biliyorum belki şımarıklık bu yaptığım ama elimde değil. Kendimi üzecek şeyleri bir bir bulup onların üzerinde yoğunlaşıyorum. Hiç susmayan kafa sesime kulak çınlamalarım eşlik ediyor. Bir şeyler yapmak, canlanmak istiyorum ama nafile, olabildiğince tembellik yapmak istiyor gönlüm.
Bahar yorgunluğu dedikleri bu olsa gerek. ben bir an önce kendime gelmeliyim. Ya biri çıksa da şööyle bir silkelese beni. Yada ne bileyim bu miskinliği atmak için ben ne yapsam oturup tepine tepine ağlamalı mıyım, oğluma bakıp hadi kes artık şu ruh halini mi demeliyim. Beni kahkahalarla güldürecek olaylar mı dinlemeliyim ne bileyim.
Gevşedim de gevşedim. Uyanamıyorum bir türlü.....

23 Mart 2006 Perşembe

AHH AHHHH

Dün okul çıkışı oğlum okulun arkasındaki yeşil alana doğru koştu. Engel olamadım. Arkasından baktım. Hem koşuyor, hem de şarkı söylüyordu. Peşinden gideceğimi tahmin ettiği iin de hızlı hızlı kaçıyordu benden. Bir çocuğun kırlarda koşmasından daha güzel ne olabilirdi ki. .. Çok eğleniyordu. Bölmedim eğlencesini . Ben de koştum onunla.
Çocukluğumda dağ, bayır bulmak kolaydı. Evin önüne oynamaya çıkar, biraz yürüyünce yol kenarlarında papatya ve lalelere kolayca ulaşırdık. Şimdi öyle değil. Kaç çocuk kırlarda koşmanın, çimlerin arasında yuvarlanıp. renk renk çiçekler toplamanın keyfine varabiliyorki? Bahar geliyor; hani nerede? İş çıkışı ev ile işyerim arasındaki mesafede otobandan gitmesem yeşili göremeyeceğim. Yol yoyunca gördüğüm ormanlık alanlara baktıkça balböceğime, bir gün arabayı kenara çekip, seninle bu ormanda yürümeli diyorum.
Yine de kendimi şanslı görüyorum, hastane ortamında çalıştığım için etrafımda az da olsa yeşil alan var, evimizi bucanın son kalan çamlıklarının yakınından aldık. Hatta balkonumuz çam ağaçlarına bakıyor. Epeyce şanslıyız yani.
Bazen kısa yürüyüşler yapıyorum. Yürümeyi severim. Sokaklara baktıkça oyun oynayan çocuklar görmek istiyorum. ama yok, yok. Başımı kaldırıp bakıyorum en az 10-11 katlı bir binanın önünde yürüdüğümü görüyorum. E nereden baksam 20-30 haneli bir bina. Yani bir o kadar aile ve çocuk var diye düşünüyorum ama etrafı bir o kadar ıssız. Evet çocuk sesi yok hiçbir yerde. Çocuklar ya etütde, ya da odalarında bilgisayar başında.
Ahhh ahhh nerede o yerlere birer kilim serip evcilik oynadığımız günler, nerede evlerimizin bitişik duvarları arasındaki saklambaç oyunlarımız, yakan toplarımız. Nerede cıvıl cıvıl çocuk seslerimiz?
Şimdi her sokak yalnız.... Sokaklar çocuksuz.. Çocuklarımız sessiz.... Çocuk sesi olmayan sokaklar... Çocuksuz oyunlar....

20 Mart 2006 Pazartesi

BEBEĞİM ÜÇ YAŞINDA

Bu gün hani derler ya film şeridi gibi gözümün önüne geldi diye, benim balböceğim de üç yaşını da doldururken dünden bugüne her şey gözümün önüne geldi. O günlere döndüm birden, doğumu, sarılığı, onu emzirme maceralarım, göğüs ucu yaralarım, ilk adımları, ilk oyuncakları vs vs. Sonra ilk yılında onun için tuttuğum günceyi açıp okudum. Şimdi beni güldüren komik yanlarını sizlere de aktarmak istedim. Hep birlikte neşelenelim.
Nisan 2003: Yüz mimikleri çok komik, alnını kırıştırınca yaşlı bir dede görünümünü alıyor. o zaman evsiz kaplumbağalara benzetiyorum onu. Birde memeyi tutamadığı zaman söylenip duruyor, geriye çekilip "hüüüü" ederek ağlıyor.
Memeye iki eliyle uzanıyor, kafa bbir sağa bir sola gidiyor.(20 günlük). Ellerini zaptedemiyoruz. Hırsla saldırırken bir taraftan da mırıldanıyor.
29 Nisan salı: Şakir amcama gittik çocuğu emzirirken birden sıçradı, gözleri şaşı oldu ve alttan gaz çıkardı. Kendi gazından korkuyor. Çok güldük.
15-23 Mayıs: Elerini yumruk yapıp havada sallıyor. "en güçlü benim " der gibi.. sonra da minik yumruklarını yüzüne sallıyor. kendi kendini dövüyor. Gözüne gözüne vuruyor. Bazen sertçe vurup ağlıyor.
27 Ağustos: Bu hafta dönmeye başladı. Ihlaya ıhlaya dönüyor. Çok komik.
30 Ağustos. Konuşurken agunun arkasından ınga diyor. Yani konuşmaya bir başladımı ne biliyorsa söylüyor.
27 Eylül: Bugün ilk kez oyuncak araba ile tanıştı. dedesi ona ilk oyuncak arabasını getirdi. Turuncu renkli yaylı araba. Önce çok korktu ağladı.Korkusu iki gün sürdü. Pazar günü nihayet alıştı. Önce küçük parmaklarını uzatıp yavaşça dokundu. Sonra ağzına götürdü. Alışınca elinden hiç bırakmadı. halının üzerinde yürütüyoruz. Çok eğleniyor.
25 Ekim: Gördüğü her yiyeceğe iki eliyle saldırıyor. Bir şeyler yiyen insanları görünce kutlamalar yaparak onlara doğru ilerliyor. Çığlık atıp ağzını açıyor ve ne uzatırlarsa yemeye çalışıyor.
6 Kasım: Uykusu geldiği zaman çok gülüyor. İnsanlar ne yapsa gülüyor. Gülmek için bahaneler arıyor. Bazen biriyle göz göze gelmesi bile gülmesine sebep oluyor.
Anneannesi fotoğraf makinesini eline alıp "hadi oğlum poz ver senin fotoğrafını çekeceğim dediğinde dik dik makineye bakıyor hiç kıpırdamıyor, poz veriyor.
3 Aralık: Dedesinin bıyıklarını çekiştirip, ısırmaya çalışıyor. Ağzını kocaman açıp bıyıkjlara yaklaşmaya çalışması öpecekmiş hissi uyandırıyor.
Bu günlerde insanların yüzlerini inceliyor., burnumuzu sıkıyor, asılıyor En büyük arzusu ise gözlerimizin içine dokunmakç Gözlerimizi çok parlak ve hareketli buluyor. Parmağını uzatıp içine değmeye çalışıyor. Biz refleks olarak gözümüzü kapatınca bu ona oyun gibi geliyor. Eli havada bekliyor ve göz açılır açılmaz tekrar hücuma geçiyor. Bazen de parmaklarını tüm gücüyle gözlerime geçirip bastırıyor, neredeyse yuvalarından çıkarmaya çalışıyor.. kendimi zor kurtarıyorum. Bazı sabahlar yanımda uyanıyor ve saçımı başımı çekiştirip gözlerimle oynarken yakalıyorum .
Çok komik el öpüyor. el öpmüyor yiyor, yalıyor.
"Ninnak ninnak, tombak tombak" şarkısında dans ediyor. Önce bir ayağını sonra da diğer ayağını havaya kaldırıpsağa ve sola doğru sallanıyor. yalnızca bu şarkıda sallanarak oynuyor. yani oğlumun havası bu.
11 Aralık: oyuncaklarını tek tek kanepeden yere atıyor.. sonra kendi yavaşça oturuyor. oturduğu yerden tek tek tüm oyuncakları kanepenin altına itiyor.. en son kendi de kanepenin altına girip yüzme hareketleri yapıyor. Orada ilerleyemeyince ağlıyor.
30 aralık: İnsanların yüzleriyle çok ilgileniyor. Geçenlerde yüzü bana dönük halde kucağımda oturuyordu. Yutkunmam dikkatini çekmiş olmalı yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı ve aniden gırtlağımı parmaklarının tüm gücüyle sıkmaya başladı. Az kalsın boğuluyordumç uzun süre öksürdüm. Öldürüyordu beni !!!
22 Ocak: Alıkş yapmayı öğrendi. Oturduğu yerde hem zıplıyor hem alkış yapıyor.. Birde "şk şak"diye ses çıkarıyor. Bıkana kadar durup durup alkış yaptı. Uykudan kalkar kalkmaz yüzümüze bakıp alkışa geçiyor hemen. Odaya yeni biri geldiğinde ödül bekler gibi kuvetli kuvvetli alkış tutuyor.. izlediği her reklamı alkışlıyor...
16 Şubat: Balon şişrmeye çalışırken balonun memesi yerine alt kısmına üfleyip duruyor.
21 Şubat: Odanın içinde boşluğa doğru nutuk atar şekilde ve ayakta konuşuyor. Çok sinirleniyor. pandomimleryaratıyor kendince. Bir elini havaya kaldırıp bağırıyor da bağırıyor. Arada hav hav diyor, alkış yapıyor ve sinirli adam mimiklerine dönüyor.
27 temmuz: Soruyoruz: bu kim? - dede
" - anneane
" - Ettaaa (Esra)
" - Baaatiii ( fatih)
Peki sen kimsin senin adın ne? - Aydede!!!

16 Mart 2006 Perşembe

DENİZ KIZLARI

Mart 16, 2006 - DENIZ KIZLARI
DENIZ KIZLARI
>
>Adamın biri, her mehtaplı gecede alır başını deniz kıyısına gidermiş.
Dönüsünde sorarlarmış:
>-Ne gördün?
>-Dünya güzeli deniz kızları gördüm, altın saçlarını gümüş taraklarla
tarıyorlardı, dermiş hep.
>Bir gece yine tek başına deniz kıyısına vardığında, gerçekten dünya
güzeli deniz kızları görmüş, altın saçlarını gümüş taraklarla
tarıyorlarmış. Döndüğünde yine sormuşlar:
>-Ne gördün?
>-Hiç demiş..hiç bir şey..
>
>Oscar Wilde'in yukarıdaki harika öyküsünü ilk okuduğumda
ortaokuldaydım ve ne demek istediğini anlamamıştım. Daha sonra unutmuşum.
Yıllar sonra rastladığım Haldun Taner'in bir sözü bana öyküyü hem
hatırlattı hem de ne demek istediğini çok çarpıcı bir şekilde gösterdi.
şöyleydi söz: "Bir hayalin gerçek olması kadar hayal kırıcı bir şey
yoktur." Daha sonraları ise bu tema pek çok edebi eserde karşıma çıktı.
Örneğin Simyaci'da..Hâlâ okumamış olan var mı bilmiyorum ama
hatırlarsanız orada bütün yaşamı boyunca tek hayali para biriktirip
Mekke'ye hacca gitmek olan bir dükkan sahibi vardı. Adam; artık gerekli
parayı fazlasıyla biriktirmiş olduğu halde bir türlü gitmiyordu. Bu
hayalin kendisini yaşama bağlayan çok önemli bağ olduğunu düşünüyor ve
onun gerçekleşmesi halinde bu önemli bağı yitireceğinden korkuyordu.
Hakliydi aslında.
>Düşünüyorum da..Hepimizin böyle hayalleri var mutluluğumuzu
>bağladığımız,gerçeklesene kadar yaşamı sanki ertelediğimiz. Acaba hiç
düşünüyor muyuz; bu istediğimiz her neyse, gerçekleştiğinde iyi mi olacak.
Bir düşünürün hep aklımda tuttuğum bir sözü vardır: "Bütün dualarımı
kabul etmediği için Tanrı'ya şükrediyorum" diye. Belki de daha az
üzülmeliyiz gerçekleşmeyen hayallerimiz için. Belki de aslında
sevinmemiz, mutlu olmamız gereken bir şey için gözyaşları döküyoruzdur.
Belki de olaylara bir de bu açıdan bakmayı artıköğrenmeliyiz...
>
>Yalnız, hakkınızda hayırlı olan hayallerinizin gerçekleşmesi dileğiyle...
>

7 Mart 2006 Salı

DİL KİRLİLİĞİ

Dün öğle saati dışarıda işim vardı ki "Dil Kirliliği" ismi altında stant açıp imza toplayan bir grup kadın gördüm hemen yanlarına gidipbüyük bir istekle imzamı attım.
Buradan da herkese seslenmek istiyorum. Güzel dilimiz türkçeye sahip çıkalım. Biz Avrupada yaşayan insanlar değiliz. Hiç ülkemiz dışında bir yere yani yurt dışına çıktığınızda orada evinizi aratmayacak şekilde türkçe dükkanlar, isimler görüyor muyuz? Hayır!!! İngilteredeyseniz dil ingilizcedir, Almanyada iseniz dil almancadır, İspanya da ispanyolca... Ama bizdeki durum nedir herşey olabildiğince türkçeden uzak bir grup dinci kişiler arapça bazlı sözcüklerle yaşıyorlar, gençlerimiz ingilizce konuşup düşünme yolundalar. bir özentidir gidiyor.
Lütfen yapmayınız. Aklımızı başımıza topalamakta geç bile kaldık. Bir milleti çökertmenin en güçlü yoludur, dil kirliliği yaratmak. Özünden uzaklaştıran en güçlü silahtır. biz sömürge bir devlet değiliz. Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının dili TÜRKÇEDİR.
Lütfen çocuklarımıza türkçe isimler seçelim, işverenler dükkan ya da şirket isimlerini türkçe seçsinler. Sokaklarda yabancı dildeki tabelaları gördükçe içim kan ağlıyor. Çocuklarımızı gençlerimizi bu yönde uyaralım. haydi hep birlikte dil kirliliğine sahip çıkalım. Güzel türkçemizi koruyalım.

6 Mart 2006 Pazartesi

EBE SOBE

Sevgili Ayşecim (www.orgu.sutasi.com/) Beni sobelemiş. Böylece ilk kez sobelenmişl oldum.
Buyrunuz cevaplarım:
Yaşadığım yerler:
Doğma büyüme İzmirdeyim sırasıyla oturdupum semtleri ise Hatay, sonra evlenince bornova ve evimiz bitti nihayet bucadayız.
Defalarca İzlediğim 4 film:
Rain Man (Çok etkilenmiştim)
Babam Ve Oğlum (Herkese tavsiye ederim.)
Pretty Women (Gençlik yıllarımda sevgili Julia Roberts' e benzediğimi söylediklerinde arka arkaya izlemiştim)
Valla şu anda aklıma bir de Hababam Sınıfı geldi Ama eski çekimleri...
İzlediğim 4 T.V. Programı
Aşk Oyunu
Avrupa Yakası
Aliye (Başından takip etmedim son bölümlerine doğru takılıp kaldım diziye)
Çemberimde Gül Oya
Tatil için Gittiğim 4 Yer
Kuşadası
Fethiye-Ölüdeniz
Bodrum-Akbük
İzmir-Çeşmeee
Yaptığım İşler
OOOO serseri mayın gibi dolandım. yapmadığım iş kalmadı.
Öncelikle İşitme engelli çocuklara speak terapistlik (rehberlik ve özel eğitim merkezinde Gönüllü olarak çalıştım)
Sonra bir tekstil atölyesinde işveren vekilliği
İlaç araştırma merkezinde gıda kontrol laboratuvarında çalıştım
Veee son işim Araştırma Etik Kurulu sekreteryası (memur)
Sevdiğim 4 Yemek
Aşure desem, yemek değil ama bayılırım keşkek de çok severim.
Yaprak sarması
Patates kızartması (kilo yapmasa birde )
Isırgan otu ve ıspanak kavurması (Şöööyle bol yoğurtlu olacak)
Şu Anda Olmak İstediğim Yer
Şu anda bir çocuk bahçesinin kum havuzunda oğlumla birlikte kumdan tepeler yapmakla meşgulken hayal ediyorum....
Bunu yazmadan önce Havaiii adalarında sahil kenarında olmayı falan düşlemiştim ama aklıma oğlum gelinceeee işte bu dedim :)

Ben deeeeee arkadaşlarım Nefin, selence, Pınar ve aşk böcüğünü sobeliyorum.
Haydi kolay gelsin bakalım

17 Şubat 2006 Cuma

DÜŞÜNCELER...

Uyuyan oğlunu seyretti bir süre. Kocaman oluverdi sıpa diye geçirdi içinden. Daha üç yaşını dolduruyor olmasına rağmen çok büyümüş gibi geliyordu ona. Olgun bir çocuk oluşu nedeniyle böyle hissediyordu. Hep büyük adam edalarıyla hareket ediyordu; sohbet bile ediyordu onlar. Ama yok, daha küçücüktü o... halen kucağına alıp, sarmaş dolaş olabiliyorlardı. Ohh keşke daha uzun sürseydi bu zamanları, yıllar geçmese ...
Lisedeki yıllarına döndü, arkadaşları ile kurdukları hayallere kadar uzandı. İleride kuracakları yuvayı, eşlerini düşleyip uzun yorumlar getirmişlerdi bir gün. Sonra, erkeklerin evlenecekleri kızda aradıkları birincil şartın "çocuğuna iyi bir anne olabilmesi" sözünü yerine getirmesi olduğu üzerine konuşmuşlardı. O zaman kendisinin nasıl bir anne olabileceğini uzun uzun düşlemişti. Çok önemliydi çocuk yetiştirmek. iyi bir anne olmalıydı. Düşlerinden sıyrılıp o günlerden bu güne geçti. Anneydi şimdi !!!! Mutluydu oğlunu dünyaya getirdiği için. "Ne çok şey öğrettin bana" dedi. "Anneliği öğrettin, yeniden sevmeyi, hayatı bir kez daha keşfetmeyi öğrettin."
Çocuğu için gecesini gündüzüne katan, onu korumak ve kollamak adına nice çabalar sarf eden bir anne değildi. Olabildiğince özgür bırakmıştı oğlunu. O nedenle bu yaşında bile küçük sorumluluklarını kendince hallediyordu oğlu. Çünkü çok koruyucu olmak istemiyordu. Etrafındaki koruyucu ailelerden bunalmıştı yıllardır. Kendi ailesinden de, eşinin ailesinden de... O nedenle o, bağımsız bir birey yetiştirmek istiyordu. Olabildiğince özgüven aşılamaya çalışıyordu oğluna. Oluyordu da işte !! Aileler izin verseler bu zamane çocuklarının öğreteceği daha çok şey vardı. Yüzünde bir gülümsemeyle odadan çıkarken boynuna sarılmış minicik kolların sıcaklığını duyumsadı.

6 Şubat 2006 Pazartesi

HERKESİN BİR HİKAYESİ VARDIR

Etrafınızdaki insanlara bakıp da acaba bu kişilerin hikayeleri nedir diye düşündüğünüz oldu mu? Hekesin bir hikayesi vardır aslında. Mesela metroda gördüğüm pembe atkılı genç kız belki az önce dersten çıktı ve en çok istediği bölümde öğrencilik yapıyor, ama bugüne değin hiç sevgilisi olmadığı için arkadaşlarının yanında kendini çok mutsuz hissediyor. İşte tam karşıda ayakta duran koltuğunun altına gazetesini tutuşturmuş olan beyefendi belli ki bir yerde memur. Akşam eve gitmeden semt pazarını dolaşacak eve öte beri alıp gidecek, karısı sobayı tutuşturmaya çalışırken eve girecek ve tüten sobanın yarattığı isten sinir krizlerine giren karısının sövmeleri ile karşılanacak. Ayakta duran ve kulaklığı ile müzik dinleyen genç delikanlı belli ki öğrenci. Başka bir şehirden kazandığı üniversiyete devam etmek için gelmiş, arkadaşları iel tuttuğu evde kalıyor. Her gece sabahlara kadar sigara tellendirdiği odası bir kültablası görünümünde, ev arkadaşları ile kavgalı ve acilen ayrı bir eve çıkması gerekiyor....
Hemen şöförün arkasındaki koltukta oturan yaşlı bayan belki de eşini geçen yıl kaybetmiş biri ve iki durak sonra oturan kızının yanına gidiyor. Kızı bir bebek bekliyor ilk torunu dünyaya gelecek. Keşke rahmetli de görebilseydi bugünleri diye düşünüyor. Elindeki poşette bebek yünleri var, hırka örrüyor torununna bir tane de şu yeni çıkan atkılardan yapacak kızına omuzlarını sıcacık tutsun diye. Eli kolu poşet dolu bir bayan da oğlunun ödevlerini bitirip biritmediğini düşünerek ilerlerken dengesini zor sağlıyor. Akşama misafirleri gelecek, çocuk etütden alınacak, yemek hazırlanacak vs vs ne çok işim var diyerek içinden söyleniyor.
Herkesin bir hikayesi var.. Ya sizin hikayeniz nedir?

2 Şubat 2006 Perşembe

Süeterim :((

Bir hevesle gidip yünler ve şiş alarak başladığım oğluma süeter örme operasyonum dün sonuçlandı arkadaşlar. Ve hüsran !!!
Eskilerin bir sözü vardır birkaç kişinin birden müdahalke ettiği yemeklere:"iki kadın aşı" olmuş diyerek memnuniyetsizliklerini belirtirler. Biri tuzu az koyar, diğeri yağını çok, öteki diğerlerinden habersiz alır baharat ekler falan ya.. Benim süterimde öyle oldu ama dün gece en azından dikili halini görmek ve nasıl durduğuna bakmak için diktim ve oğluma giydirdim. Çok kötüydü; öncelikle yaka yamuk, önden garip bir açıklık var yani "V" kısmının başlangıç yerinde açılık var ve düzeltemedim.
Bendeniz örgü bilmeyince her seferinden karşılaştığım farklı örgübilir kişiler ellerine alarak süeterimi bana yardımcı olmaya çalıştılar. Çünkü yardım talep etmeden öremiyordum. Sonunda da iki kadın aşı oldu çıktı süeterimiz. Ön kısım ayrı telden çalıyor arka kısım ayrı telden omuzların birigeniş biri ddar. ama bende kabahat yok ben sadece düz ve ters örgü bilgimle ördüm. Yaka, kol, omuz bilemem onlareı nasıl gösterdilerse öyle ördüm.
Ancak dün gece dikip de yeleğini giymek için önümde arkamda dolanan yağızıma giydirince dedimki yok ben bu yeleği sadece evde giydireyim. Dışarıya asla giydirmem. Biraz sonra baktım ve en iyisi Pakistandaki depremzedelere göndereyim en azından ısıtıyor diyerek giyerler dedim. Görüntü o derece yani. Ama ilk el öğrencem olması bakımından iyidi yine de. Şu var ki fefalrca söküp ördüm ve kimbilir kaç süeter örülecek zamanı harcadım. İplerim söküntü ip durumuna geldiğinde bitti ve ben bir kez daha söküp örmeyeceğim.
Dün giitim beş numara şiş ve şu kendinden desenli akıllı yünlerden aldım. Eşime sevgililer günü hediyesi olacak atkıya başladım. Ohhhh iki ters, iki düz örüp gidiyorum. Acemiler için en kolay şey atkı örmek bence. öyle pat diye süterle başlanır mı? Başlanmaz işte!!!
Bu arada eşim sabakh oğlumuzu kreşe götürürken üstüne benim süeteri giydirmiş. Oğlumda sevine sevine giymiş yavrum. Rezil oldum yaa inşallah kreştekiler kim ördü bunu diye sormazlar...

23 Ocak 2006 Pazartesi

30 LU YAŞLAR VE KADIN

Bu hafta sonu misafirliğe gittiğim serap ablacığımın banyosundaki basküle çıktığımda rakam:60,8 olmuştu. yaşamım boyunca sadece hamileliğimde erişmiştim bu kiloya, onun ötesinde en kilolu olduğum zaman 56 olurdum. O nedenle iki çırpı bacaktan başka bir şey değildim. Demekki otuz yaşından sonra kilo alınabiliniyormuş diye geçirdim eşimden.
Bendeniz bu yaz otuz yaşımda olacağım. Yirmili yaşlardan otuza geçerken düşündüm de, eskiden korkutuğum gibi değilmiş 30 Yaş. Dahası insanın hem düşünce olarak olgunluğuna biyolojik saatlerinin de eşlik ederek yaşandığı çok özel bir yaş bence 30. yaş. Yirmili yaşlarda bir çok kadının yaşamı ile gençliği pek uyuşmuyor. Demek istediğim şu: Bir çoğumuz yirmili yaşlarda evlendik. Evlilik, iş hayatı..vs derken yeni yaşam rolleri ediniliyor.. Bu süreçte insan eşini, işini iyisiyle kötüsüyle sorgulamaya başlıyor. Eşinin iyi ve kötü yönlerini keşfettikçe, kendi süzegecinden geçiriyorsun ve belki de bir mücadele hatta savaş döneminde oluyorsun kendini de ortaya koymak adına. Bir mücadele ve yirmili yaşların rüzgarı üzerimizde oluyor. Belki anne oluyor bir çok kadın. annelik ve yine o yirmili yaşların toyluğu...
Ama bugüne kadar tanıdığım bir çok kadının 30 lu yaş dönemine baktığımda; bir çok kadın evi, yani kendi çekirdek ailesiyle bütünleşmeye başladığını görüyorum. Çeyizlerin dolaplara kalktığı ve kendi tasarımlarını oluşturduklarını gördüm. Evlilikte çocukların anneden hemen hemen bağımsızlaşıp kendi bireysellikelrini buldukları dönemde otuzlu yaşlara denk geliyor. Artık eşler, iyisi kötüsüyle birbirlerini tanımışlar be karşılıklı olarak cümleleri didiklemelerden uzaklaşmış oluyorlar. Evin hanımı evindeki yeniliklere kendini kaptırmış sürekli düzenlemeler ve alışveriler yaparak evini yeniden donatmaya başlıyor.
Dahası da hayattan keyif aldığı şeyleri çoğaltmaya çalışır. Bir olgunluk yaşıdır otuzlu yaşlar. yani en azından ben öyle düşünüyorum ve olabildiğince tadını çıkarmak istiyorum.

19 Ocak 2006 Perşembe

Dinlemeyi Öğrenelim!!!

Günlük hayatımızda birlikteliklerimizde karşılklı olarak dinlemeyi bilme çok önemli bir yer tutar. "Dinlemeyi öğrenmek bir yabancı dili öğrenmek kadar zordur" demiş bir uzmanımız.
Genellikle yptığımız şey karşılıklı sohbet sırasındayken hemen sorunları analiz etme ve çözüm yaratma yoluna gitmek oluyor. Düşünme ve konuşma konularında çok daha hızlı ve verimliyiz. Sadece sorunu anlamaya ve bir çözüm yolu bulmaya yetecek kadar dinleyip, karşımızdakinin desteklenme ve anlaşılma ihtiyacı ile haykırışlarını duyacak kadar iyi veya uzun süre dinlememek başta benim olmak üzere bir çoğumuzun sorunu.
Oyasa duyguları dinlemeliyiz. Önerilerimizi sadece talep edildiği zaman ve asla lütfeder gibi olmamak koşulu ile sunmalıyız.
Belki de kendi kendimize şunu sormalıyız: "Ne hissediyor?"
Yakın zamanda yapılan bir araştırma ortalama bir insanın söz kesmeden ve kendi fikirlerini söylemeden onyedi saniye dinleyebildiğini ortaya koymuş.
Öyleyse yapmamız gereken odaklanmış bir dikkatle karşımızdakine yönelmek ve etkin dinlemek. Bu sırada da karşımızdakinin duygularıyla ilgilenmek.
Evet zor gibi görünüyor. Önce kendi üzerimizde çalışarak yola çıkabiliriz. Bir not defteri edinerek gün içinde karşılaştığımız olaylar ve neler hissetiğimizi not alarak başlayabiliriz.
Bunlar çok kısa cümleler olabilir.
Örneğin: Araba çamur sıçrattı = kızdım
İş arkadaşım izne çıktı= Panikledim,, gibi.
Böylelikle önce kendi duygusal doğamızın farkındalığını geliştirmiş oluruz. Bir süre sonra duygularımız konusunda daha netleşmiş bir hale geliriz.
Haydi bakalım. Zor gibi görünse de hepimize kolay gelsin.

18 Ocak 2006 Çarşamba

Örgü Merakım :)

Merhabalar; ortaokuldan beri eline ne yün ne de şiş almış olan bendeniz bugünlerde öyle bir örgü örme isteği içerisindeyim ki sormayın. Her şey bayram tatilinde yapayalnız kayınvalidemin evinde vakit geçirmeye çalışırken bulduğum artık yün ve şişle başladı. Lastik yapmayı becerebildim ve çok sevindirik oldum. Zaten bildiğim tek şey ters ve düz örgüdür.
Baktım ki becerebiliyorum hemen oğlum balböceğini de alarak bir yüncü dükkanına koştum ve oğlumun beğendiği mavi yünleri alarak bir yelek örme hazırlığına giriştim. Örnek bilmediğim için düz örüp sonradan üzerine değişik şeyler işlemeyi düşündüm.
Lastiğini ördüm , önce arkadan başlamıştım ev kalabalıklaşıp da yeleğimi sergilemeye başladığımda eleştirilerin ardı arkası gelmedi: Şişi şöyle tut, şöyle örersen daha seri olur ve örgün güzel olur, ilmeği tersten alıyorsun, düzgün olmamış sök vs. Veee bir sök yeniden ör süreci başladı. Dahası da alıştığımın dışında örmemi istedikleri içöin mesala şişin birini koltuğumun altına sıkıştırmamı istediler. Öreyim derken kan ter içinde kaldım. ben tığla örer gibi ördüm için çoook zor geldi stil değiştirmek.
En sonunda kocişin kuzenlerinden biri yeleğime el koydu, güya bana öğretecekti elimden aldı ve örmeye başladı. Farklılık oluyor diye bir daha da bana vermedi. Üstelik bir de acayip örnekler koyunca tam köylü işi bir yelek örülüyor oldu oğluşuma. sselenmedim ama içerledim bu kuzene. Çünkü ben bir hevesle hem öğreneyim hem de bir şeyler üretmiş olayım diye yola çıkmıştım. iyi ya da kötü bana ait bir şey olacaktı. Olmadı. sağ olsun aldı kendisi örüyor, hem de bitirmek üzere.
Bense işe başlar başlamaz çeşitli elörgüsü bloglarını gezdim, bazı bloglarda açıklamalar verilmiş, örgü teknikleri bile çok güzel anlatılmış. Şimdi ne mi yapacağım? Hemen yeni yünler ve şiş satın lacağım. Sonra da en basitinden bir şeyler öreceğim. Önemli olan istemek ve bir yerden başlamak. Arkası nasılsa gelir öyle değil mi????
Bocaladığımda annemden yardım da alırım. Geri kalanı içinse internet ve bloglar sağ olsun.
Önce banyo lifi gibi basit şeyler üzerinde antrenman yapacağım. Sonra süeter, atkı-bere gibi şu resimlerini gördüğüm şaheserlerden örmek istiyorum. Umarım beceririm. Çünkü gözümü kapattığım anda bile yünler ve ilmekler hayal ediyorum. Oğluma hediye edebileceğim bir şey örmeyi çooook istiyoruuum.

5 Ocak 2006 Perşembe

KURBAN KESİMİ DEYİNCE :(

Çocukluğumdan beri kurban bayramlarını sevmem. Ortaokul yıllarında oturduğumuz apartmanın arkasında büyük bahçesi olan bir köşk vardı, köşk diyorum çünkü eski rum evlerinden biriydi. Onun bahçesi kurban bayramına birkaç gün kala kurbanlıklarla dolardı. Bende hayvanların kesimi sırasındaki manzaralarla karşılaşmamak için evde perdeleri açtırmazdım.
Daha da küçükken her bayram yaptığımız gibi kurban bayramında da bayramın ilk günü bayramlıklarımızı giyinip de akraba ziyaretleri için dışarı çıkardık. Tanrım orada bir kan gölü, ileride kesik bir kafa. Düşünün artık o cici bici bayramlıklarımın içindeki ruh halimi. O nedenle kurban bayramlarını hep "hayvan katliamı" yapılan bayram gibi gördüm. Hoş şimdi belediyeler ruhsatlı kesim yerleri dışındaki yerlerde kesimi yasakladılar ama birçok yerde yine yasağa uyulmuyor.
Ben kendi çocuğumun bu tür manzaralarla karşılaşmamasını sağlamaya çalışıyorum. Zaten gördüğü anda o adamların ne yaptığını sormaya başlayacaktır.
Tamam dinimiz kurban kesmemizi emrediyor ama bugün yapılan kesimlerin çoğu ibadet adına yapılmış gibi görünüyor ancak ibadet yerini bulmuyor malesef. insanların yaptıkları kendileri gibi kurban kesen konu komşusuyla et değiş tokuşu yaptıktan sonra kalanları buzluğuna doldurmak. Ve bir kış boyu afiyetle yemek. ben böyle görüyorum. Fakire fukaraya ulaştırmak adına yapılan bir şey yok. Cevap olarak da "eee, ne yapalım o kadar fakiri nereden bulacağız. Apartmandaki komşularımıza veriyoruz. tamam. Ne de olsa kokmuştur. Zaten yedi eve dağıtmak yeterli" deyiveriyorlar.
Oysa günümüzde gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşımı sağlamak için kurulmuş dernekler var. Oralara bağışlanan kurbanlar dini usullere göre kesiliyor, ister et olarak yenmesini tercih ediyor, isterseniz para olarak bağışlıyorsunuz.