28 Şubat 2008 Perşembe

KELİME OYUNU/BAHAR: BAHAR GELİYOR BAHARRR

Cemre kelimesi pek tuhaf bir kelimeymiş... Geçenlerde televizyonda ilk cemrenin düştüğü haberi veriliyordu. Demek ki havaların ısınması yakın diye düşündüm, yağan kara rağmen.. Sonra düşündüm, bu cemre düşmesi olayı gerçekten neydi? Cemreler hangi aralıklarla düşüyordu, neden üç cemre düşüyordu, haydi biri düştü illaki ötekiler de mi düşmeliydi? Bu bir kural mıydı? Cemre dediğin zamanı gelince düşmeli miydi? Düşen cemreler insan uydurması, akıl oyunu muydu, cemrelerin düşmesinin ardında derin devlet olabilir mi? Cemre düşerken de türban takılmalı mı vs vs.
Sonra bir başka hafta sonu yeni emekli olmuş babam ile erkek kardeşimin hafta sonu macerarını dinledim. Sürat motoruyla denize açılmışlar, bir adacığın kenarında tekne dalgalar tarafından sürüklenip karaya oturunca yarı bellerine kadar suya girip tekneyi karadan kurtarmışlar. Epey macera yaşanmış. Eve geldiklerinde giysileri sırılsıklamdı. Bir önceki hafta da ava çıkıp bir metre karın üstünde yuvarlanıp durmuşlar helak olmuş halde eve dönmüşler, ağaç dalında bir kuşu avlamaya çalışırken yüksek bir yerden yuvarlanmışlardı. Anneme dönüp "anneee, bunlar da cemre gibiler. Bir duyuyorum toprağa, öbür hafta duyuyorum cumburlop suya düşüyorlar. Bir yamaç paraşütü yapıp bir de havaya düşseler tam olacak" dedim de pek güldük.
Sonra Adanada yaşayan biri telefonda burada hava çok soğuk, bir yerlere gidebilmek için cemre düşmesini bekliyoruz demiş. Haaa bu cemrenin düşmesi beklenilen bir durum o zaman, iyi de niye bekleniyor. Yazın denize girmek için de karpuz kabuğunun suya düşmesini bekleyenler gibi şimdi de cemre düşmesi bekleniyor.. Hey haaat !
Yine abardım, başladım abuk sabuk düşünmeye, yazmaya... Her yan bahar olmuş, aklım tatile çıkmış, ruhum baharla coşmakta ve tıpkı Orhan Veli'nin dediği gibi beni bu güzel havalar mahvetmekte...
Böyle güneşin bize güldüğü, topraktan papatyaların yüzünü göstermeye başladığı, doğanın,böce börtünün uyanmaya başladığı bahar aylarında kabına sığmaz bir hal alır, cıvıl cıvıl olur bedenim. Büroda zaman geçirmem zorlaşır, öğle arası dışarı çıktığımda biraz daha biraz daha yürümek, dışarıda kalmak isterim. İç sesim haydi oğlunun okuluna git, sürpriz yap, al çocuğu dağ bayır gez, parklara git der. Zor sustururum. Oğlumu hatırlarım, Sezen Aksu' nun "ikinci bahar" şarkı sözlerini yeni doğmuş oğluna yazdığını anlattığını hatırlarım. Ahh oğlum, bahar gözlü bir tanem...
bahar aylarında her şeye yeniden aşık olurum sanki, evet her şeye... Yaşadığım her yeri baharda daha bir severim..
Bahar geliyor baharrr, hey hat!

27 Şubat 2008 Çarşamba

SINIF GÖZLEM RAPORU VE EKSİLERİMİZ

Pazartesi öğleden sonra oğlumun öğretmeni aradı, velilerle birebir görüşme yapılıyormuş, müdüre hanım da katılıyormuş. Öğleden sonrası için uygun olup olmadığımı sordu. Görüşmeye gittiğimde elime sınıf öğretmeni tarafından doldurulmuş gözlem formu verildi. Bir çok şey + yani olmulu iken 1 den 20 ye kadar sayı sayma ve dinlemekten çok konuşmayı istemesi nedeniyle -'ler de yer alıyordu.
Öğretmen ve müdüre hanımla aramızdaki diyologlardan örnek olabilecek bazı kısımları aktarmak istiyorum:
- Bal böceği sınıf içinde oldukça hareketlendi, genel olarak mutlu, kendiyle barışık bir çocuk. Düzey olarak yaşıtlarından ya da olması gerektiğinden ne ileride ne de geride.
_ Anlıyorum. Bal böceğinin kreşe başladığı ilk yıl, okula çağrılmıştım ve o zamanki öğrtemeni ve kreş müdürü, okul doktoruyla birlikte gözlemleri sonucu oğlumun sosyal gelişiminin motor gelişiminden önde olduğunu, grup atlayabileceğini söylemişlerdi. Yani yaşıtlarına göre daha zeki olduğu ifade edilmişti. Ancak bana göre henüz 18 aylık olan oğlumun zeki diye sınıf atlaması beni korkutan bir durumdu, ileride uyumsuz bir çocuk olmasını sağlayabilirdi. Kendisini yaşıtlarından farklı hissetmesi uyumsuzluk doğurabilir diye üzülmüştüm. Zekiliğe gelince henüz zeki görünse de çocuğun zekasını kullanması problem çözme yeteneği ile ölçülmeli ve bana görede zekasını kullanması ancak ilk okul son sınıf ve ortaokul yıllarında ön plana çıkacak bir durum. O zaman okul yönetimiyle bu doğrultuda konuşmuş ve oğlumun eğitimden çok sevgiye, oyuna ihtiyacı olduğunu ifade etmiştim. Verdikçe alabilir bir kapasitesi olabilir ama böyle diye ona bilgi yükleyip yormanın anlamlı olmadığını savunmuş ve okul yönetimi de bu konuda beni takdir etmişti, bilinçli bulmuştu, dedim. Ancak; bu güne geldiğimde oğlumun gözlem formlarında eğitsel etkinliklerde yaşıtlarına göre daha zayıf kalmış olduğunu görüyorum. Evde eğitsel etkinlik yapmadık. Yanlış mı yaptık diye düşünüyorum.
- A aaaa (sınıf öğretmeni) kreşte oğlunuzun çok zeki olduğunu mu söylemişlerdi? Yok canıım öyle bir şey yok. Yani oğlunuz normal bir çocuk, sıradan yani, olması gerektiği gibi.
_ Evet o yıllarda öyle söylenmişti. Anlattığım gibi konuşup sınıfında yaşıtlarıyla kalsın, diye karar almıştık.
_ Siz fark etmiş miydiniz? (Müdüre hanım)
_ Aslında şöyle, ben oğlumu biraz öz güvenli yetiştirdim, bebekliğinde bana çok bağımlı değildi, eğer bir şeyi kendisi denemeye kalkarsa denemesine fırsat tanır ya da sözel yardım verirdim, şöyle yapsan daha iyi olur şeklinde, deneye yanıla doğruyu bulurdu. Ama o zamanlarda aklımda kalan iki örnek var bu örneklerde de problem çözme yeteneği yaşına göre iyi gelişmiş görünüyordu. Örnekler ... Aklıma takılan şu oğlumun sınıftaki diğer çocuklarla arasında bir açık olduğunu ve bazı noktalarda zayıf kaldığını gösterir raporunuz doğrultusunda yapmam gereken nedir?
_ Müdüre hanım: Çocukların yaş gruplarına göre dönemsel olarak yapmaları gereken beceriler vardır. Oğlunuz bunların hepsinde gayet iyi, zaten şu an eksi görünen değerleri tamamlamak için yıl sonuna kadar zamanınız var. zaten çocuklara özlellikle kreş çağında çok bilgi yüklendiğinde (ki çocukların ne verirsek aldıkları bir dönem oluyor bu dönem) çocuk önce aaa ne güzel öğrendi diye düşünsek de çocuk asıl o faaliyetleri yapması gereken asıl döneme eriştiğinde duraksama olur. Çünkü 2 yaşında renkleri öğrettiğiniz çocuk maviyi, kırmızıyı bilir. Ama beş yaşında gündem halen bu mavi, bu kırmızı olduğunda artık sıkılır.
_Evet öyle, bana göre varsın bu sene birden yirmiye kadar saymayı öğrenmemiş, rakamları düzgün yazamamış olsun. Ben her gün oğlumu karşıma alıp uğraşsam yüze kadar saymayı öğretmeyi iş edinsem, iki günde öğrenir, biliyorum fakat bu ona ne getirir? Oğlum sanıyorum bir duraksama döneminde, bir de ilgi alanları değişti. Artık rakamlar, faaliyet yapma konusunda sınıfta biraz daha dalgacı olduğunu düşünüyorum. Mesela geçen gün bir faaliyet yapılmış birden ona kadar rakamları yazdırmışsınız, bazen evde kendi kendine bu rakamları yazdığını biliyorum. Gayet iyi yazıyor ve tanıyor ama o gün herbirini yamuk yılık yapmıştı. Öğretmeni de üzerlerine çarpılar atmış ve gözlem raporuna rakamları yazmıyor diye işaretlemiş.
- Siz şimdi oğlunuz ilk çocuk ya size ondan çok özel falan geliyo, mesela benim kzımda dünyanın en güzel çocuğu ama bu raporları görüp de aman açığı nasıl kapatayım diye üstüne düşmeyin. (Sınıf öğretmeni !!!)
- Ben yazı yazmayı, okumayı, rakamları ilkokulda nasılsa öğrenir diye düşünüyorum, bu konuda aceleci davranmak istemiyorum. Oğlum mutlu olsun, kendiyle barışık olsun en öenmlisi bu, ona bol bol kitap alıyor, okuyorum. Gözlem raporunuzu anladım, ancak kaygıya gerek duymuyorum, büyüyor ve ilgi alanları değişiyor. Kreş yıllarında özbakım gereken dönemlerdeki faaliyetler ilginç geliyordu, şimdi o faaliyetler sıradanlaştı ve oyun, hareketlenme ağırlık kazandı kibu da doğal bir süreç. Yeter ki ilk okula başladığında sorun yaşamasın. Ancak dinlemekten çok konuşmak istemesi ileride sorun yaratabilir diye düşünüyorum.
_ Müdüre hanım: siz bilinçli bir velisiniz. Hiç merak etmeyin, oğlunuz normal gelişiyor ve kaygı gerektirecek hiç bir durum yok, konuşmaya gelince baskı yapmayın zaman içinde ne zaman konuşması ne zaman susması gerektiğini öğrenecektir, siz sadece zaman zaman hatırlatmalar yapın.
_ Sınıf öğretmeni: !!! Bazen ben bir şey söylüyorum, o da bir şey söylüyor. Beş dakika dinlese o bile bana çok.
_ Haklısınız evde de bazen uzun uzun anlatımları oluyor, bir de şöyle bir durum var iki cümle ile anlatabileceği bir şeyi süslü cümlelerle on cümlede anlatabiliyor ve o zaman onu daha uzun süre dinlemek gerekiyor ama biraz bana benziyor sanırım, bende çok konuşmayı severim. Sınıf kalabalık olunca her çocuğu dinlediğiniz zamandan daha fazla süre dinlenmeye ihtiyaç duyuyor, bu konunun üstünde duracağım. İleride sorun olmasın.

- Çok hızlı büyüyor, artık klasik erkek modeline de girdi.
_Müdüre hanım: Benim de 2 yaşında bir oğlum var dilediğiniz kadar silahtan uzak tutun, almayın, genlerinde var erkek çocuklar bu yaş döneminde klasik erkek çocuk modeli oluyor.
_ Ahh bende ona değinecektim. İlgisi silahlar üzerinde oldukça yoğunlaştı. Önce su tabancası dışında silah almadık, silah oyuncak değildir ve kötüdür diye işledik. Ancak sınıf arkadaşları ya da oyun parkında elinde silah olan çocuklara ışıltılı gözlerle yaklaştığını gördüm hep, ona silahtan izole bir yaşam sunmak çok zordu,sonra hediye silahlar geldi, o zaman evimizde silah oynadı ama her seferinde silahın kötü olduğunu açıkaldım. fakat şimdi legolarla oynuyor, legoları birleştirip acayip silahlar yapıyor ve "anne, yok edici yaptım" diyor.
- Silah kötü diyorsanız, kötü şeye eve alarak söylediğinize ters bir durum oluştuyorsunuz, çocuğa göre silah ona satın alındığında ya da ve girdiğinde, artık kötü değildir. bir ilke belirlenmeli ve esnek davranmamalısınız. Esneklikleri çocuklar hemen fark eder. Yani eline silah verip, silah kötü demek pek doğru olmamış. Ama silahlardan izole etmek de mümkün değil. Evinizin kuralı olur, silah eve alınmaycak gibi.
- Hımm, haklısınız. O zaman silahlarını kaldırmalı veya parçalanmalarını sağlayıp yenisini almamalı. Birde oğlan çocukları için yapılan oyuncaklar da çok kötü. Oyuncak mağazalarının en görünür yerleri anti-terör timlerini andıran, savaşçı oyuncaklarla dolu. Hiç hoş değil..

Yarım saatlik görüşmede en çok bu konulara değindik. Diğer konu ise sağlığımla işlgili son gelişmeler ve cihaz kullanmaya başladığımı ve bu süreci oğlumla nasıl yaşadığımızı anlattım. Daha önceki postlarımda bu konuya yeterince değindiğim için tekrarlamak istemiyorum. Sonuç oalrak çocuk evde gelişen her olayı hisetmeyip, anlamadığıunı sansak da zaten kendini dahil ettiğinden daha doğrusu çocuktan bir şey saklamaya çalışmanın yanlış olduğunu bildiğimden oğlumla bunu açıkça konuştuğumu, işitme cihazımı ona tanıttığımı söyledim. İnsanların farklılıklarına alışması için bir fırsat da oldu. Şimdi ikimiz de mutluyuz dedim.

DÜN SOHBET KOYUYDU

Geçen gece uyku öncesi sohbetimiz çok koyuydu. İşte örnekler:

-Annecim bugün bizim paylaşım gecemiz olsun olur mu, haydi gel şimdi seninle üzüntülerimizi, mutluluklarımızı paylaşalım.
- Okulda çok sıkıldığın zamanlar oluyor mu oğlum?
- Oluyor anne, faaliyet, boyama uğraş yaptığımız zamanlar benim için çok yorucu oluyor, sıkılıyorum.

_ Okulda en çok hangi zamanlarda mutlu oluyorsun?
_ Bahçeye çıktığımız zaman çok mutlu oluyorum. Ama artık hiç bahçeye çıkmıyoruz.
_ Amaa artık havalar ısınıyor. Bundan sonra bol bol bahçeye çıkacaksınız.
_ Yuppiiiiii, heyoooooo

- E anne haydi sorsana, başka ..? (sohbet hoşuna gitmeye başladı !)
- Hımmm, peki evde zaman zaman seni çok kızdırdığım oluyor mu?
-Hayır, beni hiç kızdıracak bir şey olmuyor.
-Pekiii, benimle ilgili seni üzen anlar oluyor mu?
_ Evet anne, sen hasta olduğunda üzülüyorum. Bir kez hasta olup ateşlendiğinde çok üzülmüştüm. Ben hastalandığımda sen de üzülüyor musun?
-Evet üzülmez miyim, çok üzülüyorum.
-Anne ben geçen gün ateşlendim de mi?
_ Evet ve babanla ben bu duruma çok üzülmüştük.
_ Ben neden ateşlendim biliyor musun anne? Önce kolarımı ıslattım, sonra ıslak kollarımla fayansları elledim, sonra da ateşlendim. Anne insanlar ateşlenince ne olur? Ateşimiz olması ne demektir?
-Bak sana biraz anlatayım: yediğimiz sebze ve meyvelerin içindeki mineral ve vitaminler bizim kan hücrelerimizde depolanır. Vücudumuza hastalık yapıcı mikroplar geldiğinde kan hücrelerimiz ile mikroplar arasında bir mücadele başlar. Kan hücrelerimiz mikroplarla savaşır. Bu sırada insanın ateşi yükselir. Eğer kan hücrelerin çok vitamin ve mineral içeriyorsa yani sen vücuduna düzenli olarak vitaminli, besleyici gıdalar gönderip kan hücrelerinin güçlenmesini sağlarsan bu mücadeleyi kan hücrelerimiz kazanır ve hastalanmadan ateşin düşer. Bazen destek kuvvet olarak ateş düşürücü ilaçlar göndemek gerekir. Ama eğer kan hücrelerimiz zayıfsa, o zaman savaşı mikroplar kazanır, ateş daha da yükselir ve hasta oluruz. Mikropları tamamen yok etmek için düzenli ilaç içmek gerekir.
-Hem de acı ilaçlar değil mi anne?
- Evet acı ve güçlü ilaçlar içmek gerekir.
_ Anne ben sağlıksızım.
-Niçin oğlum? sen sağlıklı bir çocuksun.
- Hayır sağlıksızım, çünkü babam halen bana boğaz spreyi kullanıyor. ( !:(((( )
_ Anne ben şişman mıyım? Bak bakayım göbeğime, benim göbeğim şişman mı? Şişmanlar sağlıksızdır, aa anne göbeğim biraz şişmiş gibi. Sağlıksız şişman insanların göbekleri kocaman oluyor. Ben sokakta kocaman göbekli insanlar görüyorum, onlar sağlıksız değil mi anne?
- Senin göbeğin kocaman değil ki oğlum, merak etme sen gayet sağlıklısın.
_ Ama annee, sen devamlı bana yemeklerimi bitirtmeye çalışıp benim göbeğimi kocaman yapmaya çalışıyosun, şişman mı yapıcaksın beni? Ben doydum diyorum, sen halen yemek yedirmeye çalışıyosun, şişmanlar sağlıksızdır. Söylüyorum anlamıyosun.
_ !!!! ???? Bak şimdi! Evde düzenli olarak sebzesini, çorbasını yiyen ve tabağındakini bitiren kişiler, sağlıklı olurlar. Ben sadece yemen gerektiği kadar yemek veriyorum. Oysa sokakta gördüğün o kocaman göbekli insanlar bütün gün evde yemek, sebze ve çorbasını yemeyip sürekli hamburger, abur cubur, bol şekerli yiyecek ve cola içen insanlar. Oysa tabağındaki vitaminli, mineralli yiyecekleri güzelce yiyen insanlar hem sağlıklı olur hem de gereksiz göbek büyütmez.
- Birde tuz yenmemeli değil mi anne, tuz da zararlı (amanııınnn sağlıkçı bir ailenin çocuğu da böyle oluyor işte... Şimdiden takıntılı olmuş çocukcağızım.)
_ Tabağındaki yemekleri bitirenler şişman olmaz. Obur insanlar çooook şişman ve sağlıksızdır. İçin rahat olsun ben sana sağlıklı ve yemen gerektiği kadar yiyecek veriyorum. Ama o şişman insanlar, annelerinin yemeklerini yemeyip patates, kızartması, kola ve hamburgerden çok çok yiyen kişiler.
- Onlar Mc Donaldısta hep hamburgeeeer, patates kızartması yiyip, kola içmişler, panta içmişler de mi anne?

- Anneee niçin benim kardeşlerim hep kız?
_ Hımm, bak oğluşum bahsettiğin çocuklar senin aslında kardeşin değil. Eğer anne ve babanın bir çocukları daha olursa o zaman senin kardeşin olur, ama senin söylediğin senin kuzenin, ya da komşu çocuğu.
_Tamam, ama okulda bazı arkadaşlarımın kardeşi var. Sılanın kardeşi olcakmış. Benim de kardeşim olsun, Bende kardeş istiyorum, istiyorum işte!
_ Okulda bazı arkadaşlarının kardeşi var, evet, ama bazılarının da kardeşi yok.
_ Ama sıla'nın kardeşi olucakmış annee.
_ Evet, Sılanın annesinin karnına bir bebek gelmiş, şimdi orada büyüyor. Bir kaç ay sonra doğacak.
_ Benim de kardeşim olsun, ben istiyorum anne. Elif (kuzen) ne zaman büyüecek, ne zaman benim kadar büyük olucak anne?
_ İnsanın kardeşinin olması biraz yorucu bir şeydir aslında bunu hiç düşündün mü? Çünkü bebekler çok küçük doğarlar ve hemen büyümezler. Elif de büyüyor. Geçen yıl minicikti ve yürüyemiyordu ama şimdi biraz daha büyüdü, üstelik yürüyebiliyor. Ama Elif büyürken sen de büyüdüğün için her zaman senden küçük olucak, yani o senin kadar büyümüş olduğunda sen daha da büyümüş olucaksın.
_ Evet, elif biraz büyüdü, ama daha çook büyümedi.
_İşte bu nedenle insanın kardeşinin olması yorucu biraz bence.
_ Olsunnn, ama bende bebek bir kardeş istiyorum.
_ Ama ben senin kadar çok istekli değilim. Bebek olması için anne ve babanın bunu istemesi de gerekli annecim.
_ Ama annee, sen geçen gün istemiştin, olabilir demiştin, halen neden kardeşim doğmuyor?
_ Hımmm, annenin karnına bebek gelmesi için beklemek gerek.
_Anneeee, kardeş hep bekleyerek mi oluyor, yani senin karnına bebek gelsin diye hep bekleyecek miyiz? Bebek karnına nasıl gelicek, bekleye bekleye miiii?
_ Şimdi bebek olması için babanın anneye tohum vermesi gerekir. Sonraa, bak şimdi şu çay tabağındaki pamuğun altına limon çekrdeği koyduk ve büyüyp bitki olmasını istiyoruz, ama daha olmadı değil mi bekliyoruz, işte kardeş olması da tıpkı limon çekirdeğinin büyümesi gibi beklemeyi gerektiren bir şey, yani hemen olmuyor.
_ Offf beklemek de yorucu bence anneee.

_ Anne, bazen biz sınıfta kavga ediyoruz.
_ Nasıl kavga ediyorsunuz?
_ Biz erkekler bazen kavga ediyoruz. Ben de kavga ediyorum, dövüyoruz birbirimizi.
_ (!!??)Fakat oğlum kavga etmek ve arkadaşlarınla birbirinizi dövmeniz hiç güzel bir davranış değil, sen bunu biliyorsun. Niçin kavga ediyorsunuz, öğretmeniniz kavga ettiğinizi görmüyor mu?
_ Ben arkadaşlarıma her zaman kavga etmeyiiin, kavga etmek kötü bir şeydir diye söylüyorum, ama kimse dinlemiyor. Sonra bana vuruyorlar, Ben de yumruuk ve uçan tekme atıyorum o zaman.
_ Aman Allah'ım! peki öğretmeniniz, sınıf teyzeniz?
_ Onlar mutfağa gittiklerinde kavga ediyoruz, hem de çok kavga ediyoruz. Beni dinlemiyorlar bende kavga ediyorum. Öğretmen içeriye girince hemen minderle oturuyoruz. O da bizi görmüyor.
_ Bak şimdi kavga etmenin ve birine şiddet göstermenin yani temke ve yumruk atmanın kötü bir davranış olduğunu biliyorsun öyle değil mi?
_Evet bunlar kötü bir davranış.
_Ama kötü davranışlardan uzak durmak gerekir, ve yapmamak gerekir. Şimdi bunun kötü davranış olduğunu biliyor ve buna gerçekten inanıyorsan, inandığın şeyi sonuna kadar savunmalısın ve yanlış bir davranışı yanlış olduğunu bile bile yapmamalısın.Bundan sonra sınıftan biri arkadaşlarına veya sana şiddet gösterdiğinde önce onu sözlü uyar, arkadaşım kavga etmeyelim, birbirimize vurmak doğru bir davranış değil diye söyle, eğer seni duymuyor, dinlemiyorsa öğretmenine söyle, öğretmenin onu uyarır. Ama sakın sen de şiddete eşlik etme anlaştık mı?
_ tamam anneee!

19 Şubat 2008 Salı

ORMANA GİDELİM ANNEE

Geçen gece oğluma o anda aklıma gelen bir masal uydurdum. Masal göğe uzanan ağaçlar, rengarenk çiçeklerle dolu, kuşların, tavşanların, kanguruların, aslanların mutlu bir şekilde yaşadığı bir ormanda geçiyordu. Ormanda tüm hayvanlar mutlu mesut yaşarken bir gün avcılar geliyoru, tüfekleriyle karşılarına çıkan hayvanları bir bir vuruyorlardı. Önce hayvanlar tükeniyordu, sonra baltalarla gelip ağaçları kesiyorlar, ormanı yok ediyorlardı. Sonunda da o güzel ormanın yerinde kurak, yer yer çatlamış kocaman bir toprak parçası kalıyordu, yağmur yağdığında seller oluşuyordu ve bu ağaçsız toprağa artık yağmur bulutları yağmur bırakmaz olmuştu, yağmura ihtiyaç duyan başka yerlere gidiyordu bulutlar.. Yıllar sonra bir gün okul çocukları büyük bir otobüsle bu eskiden güzel orman olan yere ziyarete geldiklerinde çok üzülüyorlar, bir kampanya başlatıp kendi harçlıklarını ve kampanyalarına dahil olmak isteyenlerin ilave ettikleri paralarla çam fidanları satın alıp bir hafta sonu yine otobüslerle bu alana gidiyorlardı. Çukur açıp, toprak atarak fidanları bir bir dikiyorlardı. Minik fidanları gören yağmur bulutları yeniden yağmur bırtakıoyrlardı buraya, çocuklar büyüdükçe minik çam fidanları da büyüyordu. Çamlar büyüdükçe kuşlar dallarına yuva yaptı, tavşanlar, kangurular yeniden ormana gelip yuva yaptılar, çoğaldılar :)))
Masalımı dinleyen oğlum, özellikle masalın sonunda mutlu mutlu gülümserken sorular sormaya başladı. Bir çam fidanı kaç paradır anne, yakınlarımızda çam fidanı satılıyor mu? Bir çam ağacı fidanının üç tane bir sayılı paraya satıldığını duyunca çok sevindi. Annecim nolur, biz de fidan alalım, oramana görütüp dikelim olur mu? diye yalvarmaya başladı. Ona Tema'dan bahsettim, bağışlarla nasıl orman yapıldığını, sonra kendisinin doğumunda hemen gidip bir çam fidanları aldığımızı ve kendia dına dikildiğini, belgelerini gösterdim. Ama anlattıklarım soyut geldi ona, kendi elelriyle ağaç dikmek istiyordu, o ormana değil anne bizim ormanımıza dikelim dedi. Sonra dün karşılaştığı herkese biz çam fidanı alacağız, üç tane bir sayılıparan varsa sen de alabilirsin, sonra ormana götüreceğiz, dikeceğiz, çok yavaş büyüycek ama büyüyüp kocaman bir adam olduğumda çam ağacım da kocaman olucak ve kuşlar yuva yağıcak, çok yağmur yağdıracak, toprak kaymasını önleyecek, küresel ısınma azalacak diye anlatmaya başladı.
Ne diyeyim, benim de hayalim, şöyle ellerimle ağaçlar dikmek, şimdi çocuğun kafasına da soktum, sözmüzü tutmak lazım, bir ağaç dikme kampanyası var mı acaba yakın zamanda???

NOSTALJİ...

zaman geri dönse ve ben şu resimlerdeki halimde kalsam... hiç büyümeseydik daha mı iyiydi? Bu günlerde nostalji yaşıyorum bol bol, eski resimler çıkıyor bir bir karşıma ve ben her bir resmin içine dalıp gidiyorum...
Eski resimler, anılar, nostalji yaşamak da apayrı bir keyif...


Bu resimde annem, babam, kardeşlerim ve ben varız. herkes ne kadar mutlu görünüyor değil mi??

İÇ DÖKME...

En uzak mesafe
ne Afrika'dır,
ne Çin,
ne Hindistan,
ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan...
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan.....

Can Yücel
Can YÜCEL' in bu söz dizinini daha önce de okumuştum ama son günlerde bu sözleri neredeyse baş yapıt haline getirdim ve hayatıma cuk oturdu.
On beş gündür sağ olsun k.yınv.lidem bizdeydi. Bu arada kendilerinden "büyüteç hanım" diye bahsetmek istiyorum. Af buyrun.
Büyüteç hanım kötü bir insan değildir,hatta uslanmaz biri olan ben kendisini severim her insanı sevdiğim gibi. Fakat bir araya geldiğimizde beni çok yorar, genelllikle hiç susmayan kafa sesim ve büyüteç hanım bir araya gelir ve y.aprak d.ökümü dizisinin "fikret" karakterine benzer suskun edalarla "nolur sabrımın sonu gelmesin.." halde geçer onunla birlikteliğim.
On beş gün önce dadaşlarını da alarak sürpriz bir şekilde habersiz geldi, acilen gidildi, karşılandı. On beş gün evimizde misafir edildi, baş tacı edildi. Fakat geçen süre zarfında bir kere daha anladım ki biz birbirine en uzak iki kafayız...
Ben ne kadar uğraşsam, istediğim kadar kendimi ifade etmeye çalışsam da asla beni anlamıyor. Dediğinin üstünde duruyor. Ortamdan ç.atlasam yine aynı yerde. hani git deveyi hendekten atlat ama büyüteç hanıma laf anlatma. Onu da öyle kabul et, boş ver diyeceksiniz ama o da kolay değil. Yani bir kişiyi boş vermek benim için kolay değil, isterim ki aramızda anşalılmamışık kalmasın, şeffaf olalım. Hatta üstüne giderim, iletişim problemi nereden kaynaklanıyor, ne yapmalı, ortaya koyarım her şeyi, uğraşırım. Kimse dörtlük değildir,ben de dört dörtlük ya da süper değilim, etlinin sütlünün derdinde değilim. Ama anlaşılmama durumuna tahammülüm yok, yokmuş..(Boş vermek daha kolay ama bu kez de o kişiye ot muamelesi yapıyormuşum gibi geliyor) ot değil ki kardeşim öyle değil mi?
İnsan olan her yerde her şeye hazırlıklı olmalıyım şeklinde bir yaşam felsefem var. İnsan oğlunun doğası gereği beklenmedik her şeye, hatta bana karşı hislerine bile saygı duyarım. Ne hisediyorsa hakkı vardır. Ama gel gör ki tüm bunlar anlayana yapılırmış. Gel gör ki cahillik ne zormuş. Al aşağı oldum işte...
Uslanmam ben, sağlığımdan oluyorum yine de uslanmıyorum, bırak mücadeleyi demi, kimse anlamasın seni boş ver demi, ordan alıp şuraya koymayıversin seni, niye uğraşıyosun ki..
Birde sabahtır yazdığım aslında incir kabuğunu doldurmayan fakat görüş ve yaşam tarzı farklılığını açıkça ortaya koyan bu durumlarda eşimle de malesef karşı karşıya geliyoruz. İki arada bir derede durumlar oluyor. Dönüp geriye baktığımda aslında herkesin aynı yerde olduğunu görüyorum. Değişen, bakış açılarını farklılaştıran sadece benim. Ve sık sık geriye dönüp yine aynı şeyleri hissetmeyecek olacağımı da söyleyemiyorum kendime..
Tüm bunları düşünürken vertigom, kulak çınlamam başlıyor. Cihazımı hatırlıyorum. yeni aksesuraımı.
Her şey tamam, her şey kabul de vücudumun biyolojik tepkilerinin önüne geçmeyi nasıl öğreneceğim? nasıl başaracağım ???

NEYE NİYET NEYE KISMET HAFTA SONUM

Bu hafta sonu neye niyet neye kısmet halde geçti. Cumartesi günü kayınvalidem halen bizde olduğu ve de gitme niyetinde bulunmadığı için önce evde temizlik yapıp ardından iş arkadaşımın kızının doğum gününe katılmayı planlamıştım. Ama cumartesi sabahı hava yağışsız olunca kocamla annesi sürpriz bir şekilde memleketlerine doğru yola çıktılar. Oğluşumla ben evde yalnız kaldık, ohh diyemedim. Meteorolojinin ardı arkasına uyarılar verdiği şu karlı kışlı hafta sonunda sadece annen gitsin, sen kal, bu soğukta iş güç mü olur deyip de ikna edemediğim, sabahın dokuzunda yolara düşen kocamın ardından el kadar çocukla bucadan balçovaya nasıl giderim diye kara kara düşünmeye başladım. Toplu taşım araçlarıyla bu soğukta uyyy.. En iyisi güzel bir kahvaltı hazırlayayım dedim, dolaptan kahvaltılıkları çıkarıp çayın altını ateşledim. Annemleri aradım, onlar da yeni uyanmış; haydi kahvaltıya gelin , öğleden sonra serap gelicek (çok sevdiğim bir aile dostumuz babamların dördüncü çocuğu sayarız kendisini..) annesine gidicez, sen de bizimle gelir sonra doğum gününe geçersin önerisini önce reddettim, sonra babamın bizi almak için yola çıktığını duyunca masayı toparlayıp hazırlandım. Darmadağınık ve temizlenmeyi bekleyen evimin kapısını çekiippp çıktım. Annemde deniz manzarası eşliğindeki kahvaltımıza saat öğleyi geçtiğinden annemi almaya gelmiş olan serap da katıldı, hatta boş verin kahvaltıyı, hemen gidelim annem bir sürü şeyler yapmış, karnınızı doyurmayın dedi de yok anacım, bu sabah bu ikinci olucak tam masa kuruluyor, toplanıp gidiyoruz, bu sefer ille yiyeceğim deyip yumuldum masaya. Serap (abla) saçlarımı yeni imajımı çok beğendi, hep birlikte annesine salonuna yeni seçtiği mobilya ve perdelerini görmeye gittik. Çay faslının ardından serap beni doğum günü için alış veriş merkezine bıraktı.
Bal böceğimle ilk kez dışarıda (özel aktivite merkezinde) bir doğumgünü partisine katıldık. Ortam gürültülü ve kalabalık olsa da konuşulanları rahatça anlayabildiğim, gürültüden de bolca nasibimi alabildiğim için mutluydum. Bol bool fotoğraf çektim. Çocuklar eğlendiler, zıpladılar, hopladılar, terlediler anneler soydu, top havuzunda kim kimdi, melteminki mavili olandı, yok canım o kahverengili, amaaa az önce maviydi haa annesi soymuş, melteminkine dikkat edin şimdi kırmızılı... muhabbetler oldu, yüz boyama yaptırdılar.. Bende iş ortamı dışında arkadaşımla bir arada olma ailesi ve grubuyla tanışma imkanı buldum. Keyifli bir halde ayrıldım.
Dönüşte annem, serap ve ben çok yakınımdaki başka bir alışveriş merkezinde buluştuk. Serap'ın kızını dershaneden aldık, bu kez Kipa alışveriş merkezine gittik. Haydi balık alıp evde yiyelim dedik, vaz geçtik, orada bir şeyler atıştırdık. Mağazaları dolandık, erkek kardeşime uğradık. Eve dönerken iğde, mısır ve çerez aldık. Eve gittik, dışarıdan gelen rüzgar uğultularını dinleyip sıcacık kuzinede kendimize kumpirler hazırlayıp üzerine de meyve ve çerezlerimizi yedik. Geç saatlere kadar sohbet ettik, zaman zaman aklıma darmadağınık evim, yıkanacak çamaşırlarım gelse de ortam güzeldi, boş veeerrr dedim kendime... Sabaha karşı uyuyup ertesi gün öğleye doğru uyandık. Hava buz gibiydi. İnceden kar atıştırıyordu. Dağlara baktık zirveleri bembeyaz olmuş. Serap bu sene kar görmeyi çok istiyormuş. Bozdağ'a giderken çağırmıştık gelememişti. İlle yakın bir yerlere kar görmeye gidelim diye, çocuklar gibi, tutturdu. Kocasına çok teklif etmiş bu sene bir hafta sonu gidelim , kar görelim, kartopu oynayalım, kayalım diye, ama kadıncağız kar dedikçe adamcık uyuzlaşmış, evden dışarı çıkarmak mümkün olmamış. Serap kaaaar, kartopu, kardan adaammm dedikçe baktım bal böceği ayaklandı. Kardan adam yapabilmek için teçhizat toparlamaya başladı: gözleri için zeytin, burun için havuç, şapka yapmak için gazete kağıdı, ağız için portakal kabuğu... Vay sıpam beniiim yılların kardan adamcısı olmuş da haberimiz yokmuş. E torunları da ayaklanınca dedeyle anneanneyi evde tutmak ne mümkün, zaten heberlerde de izmirlilerin kar yağan tepelerdeki eğlenceleri gösteriliyordu. Bizde düştük İzmir-Manisa yolunaaa. Trafikte bayağı bir zaman kaybettik, çünkü neredeyse izmirin yarısı bizim gibi "kar görme sevdalısı" olarak yollardaydı. Soldaki bir köy yolundaki kar miktarı fazla gibi olunca sola saptık. OOOhhh mis gibi kar, buz gibi sert bir rüzgar, eldivensiz biz hanımlar (napalım evimizden gitmedik ki eldivenlerimizi alalım), çılgın bir anneaenne ve dede, el kadar sıpam birde serabın kızı üşüye üşüye kar topu oynadık. Ellerimize poşet geçirdik, annem çorap giydi ellerine hatta. Çok güldük, eğlendik ama en fazla yarım saat kalabildik. Kar öyle ince ince yağmıştı ki bir türlü birleştirip kardan adam yapamadık. Ama sağ olsun annem öyle akıllılık etti ki büyükçe bir poşete kar doldurup arabaya bagaja attı. Arabamızın önüne de bir miktar kar koyduk ki, dönüş yolunda havamız olsun :)) yarı donmuş halde arabaya bindik, babam eve bırakacaktı ama serap ve annemden öyle cazip teklifler geldi ki yine boş veeerrr dedim. Ortama sadık kaldım :)
Eve dönüş yolumuzda yine bir alışveriş merkezine gittik. Sonra evde sıcacık yenekler yerken babam bagajdan çıkardğı kar torbasıyla geldi. Ne yazık ki diğer malzemeler bagajda heba olmuştu. O sert rüzgarda balkonda uğraşa uğraşa bir kardan adam yaptı ki sormayın, boynu koptu kopacak... Kocaman bir portakal kabuğu ağız oldu nerdeyse buzlaşmış karlardan yapılmış kardan adamımıza, acil yardım ekibi olarak pörsümüş buruş buruş bir havuç bularak burun yaptık, başlıksız olur muuuu, ver kızım bereni veeee mutlu çocuklarımızla bol bol fotoğraf çektirdik. Yarı korkunç- komik kardan adamımız balkonda yerini aldı :)





Pazar gecesi geç saatlerinde izmire gelen kocamla eve döndük, ama ana oğul mutlu, güzel anılarla evimizdeydik.
Dün sabah işe gelirken yolda kar serpiştiriyordu. Hava buz gibi soğudu,kar öğleye kadar yağdı ama ince yağdığı iiçin tutmadı, arkadaşlarla öğle paydosunda yemeğe giderken havada uçuşan kar taneleriyle "kar tanesi oyanayalım mııı?" esprisi bile yaptık...

14 Şubat 2008 Perşembe

YENİLENDİM, GEZDİM, GELDİM

Merhaba günlüüükk, yine gezdim geldim. Bu hafta üç gün izinliydim. Şööyle bir Simav ve Bursa turu yapıp döndük. Üç gün oluşu nedeniyle yollarda zaman kaybı yaşasak da ruhuma iyi geldi, oğlum, annem ve babamla bir arada olmak, teyzemi ziyaret etmek, oğlumu orada kuzenleriyle bir araya getirmek ve oğlumla birlikte yeni bir şehri keşfetmek çok güzeldi.
Geçtiğimiz hafta kulaklarımda bir atak daha oluştu ve işitmem kötüledi, bu kez orta kulakta östaki iyi çalışmadığı için havalanma-basınç problemi de eşlik edince algılama düzeyim iyice düştü, ne rahatça TV seyredebildim, ne telefon zil seslerini duyabildim, boşlukta yürüyor gibiydim. Sonraları insanların A dediğini B anlamaya başladım. Çok zordu durumum. Heyet raporum çıkalı bir hafta oluyordu, eşimle karar verdik, hızlandırılmış bir kararla gidip cihazımı satın aldık. Cuma öğleden sonra cihaz elimdeydi, dijital bir model olduğu için programlanması için işitme uzmanına gittim. Minicik, siyah renkli kulak arkası bir cihaz. Bilgisayar ortamında ayarlar yapıldıktan sonra kullanıma geçtim, ilk anda sessiz odadan koridora çıktığımda ayak seslerini kafamın içinde duydum sanki, her yer çok gürültülüydü. Bilgi işlemde kodlama için sıra bekliyordum, aniden "çötannkkk" diye bir ses duydum, irkilerek sesin nreden geldiğini çevremde ne oup bittiğini çözmeye çalışarak bakınırken bilgi işlemde görevli bayanın "kodlandı" mühürünü yeniden basışıyla aynı sesi duyunca mevzuyu anladım. Halen klavyedeki tuş seslerini duyarak yazmaya alışmaya çalışıyorum. Cihaza uyum bazen bir ayı bulurmuş ama ben bir hafta kadar sürede alışabilirim diye düşündüm. Cihazla ilk günleri evde geçirmenin daha uygun olacağı tavsiye edilince iş hayatında ikinci kez emekli olmuş babamın emeklilik gezisine eşlik ettik oğluşla.. Yani üç gün cihaza uyum izni aldım.
Cihazla ikinci günüm çok daha iyiydi, artık ince seleri duymada sorun yaşamadığım için kendimi hayata daha çok katar oldum, fark ettim ki atak nedeniyle köşemde sus pus , memnuniyetsiz bir halde oturan ben hemen hayata adapte oldum. Bal böceğimle oyunlar oynadım, hatta başım mı dönecek diye düşünmeden timsah yürüyüşü bile yaptık salonda yerde. Çocukcağızım çok mutlu oldu, o mutlu oldukça ben keyiflendim, mutluluğum evin içinde herkese yayıldı :) Çok şükür sesleri doğala yakın halde duyuyorum, biraz mekanik gelse de beklediğimden çok daha iyi. O gün iş çıkışı hemen kuaföre gittim. Saçlarımı kulaklarımı örtecek şekilde kestirip cihazın görünürlüğünü engelledim. Cihazın görünmesi benim için problem değildi aslında ama kulağımdaki işitme cihazını gören kişiler ya yok yere ses tonlarını yükseltiyorlar ya da hastalık öykümü illede öğrenmek istiyorlardı. Öyle uzuyordu ki soruları KBB doktorum bile rahtsızlığımla bu denli ilgilenmiyordu. Bir de oğlum bu durumdan etkilenmesin istedim, saçlarım kesildi, cihaz görünmüyor.
Bal böceğime işitme cihazımdan bahsetmememe kararı almıştım, ancak babası telefon görüşmesinde bahsederken duydu, yanıma gelip" anneee sana cihaz mı alındı, bakayım" dedi. Saçlarımı kaldırıp, cihazı gösterdim, artık kulaklarım iyileşti dedim. Birden hırçınlaştı, hiç güzel değilmiş deyip cihazı kulağımdan çıkarmak istedi, çok tepki vermedim. Sakin kaldım. "Saçlarını niçin kestirdin anne" dedi. Bu kez saçlarımı kısaltmama sinirlendi, saçlarımın çok güzel olduğunu söylediğimde de aynı hırçınlıkla çok çirkin olmuşsun kendini beğenmiş dedi. O gece evde avaz avaz bağırarak konuştu. Ne yaptıysak sesini alçaltmasını sağlayamadık. Ama yukarıda da yazdığım gibi ertesi günü benim de oyunlarına katıldığımı, rahatça söyleyebildiklerimi anlayabildiğimi keşfettikçe mutlu oldu.
Bir sonraki gün hep birlikte yola çıktık, önce Simava gittik, bir gece simavda kalıp ertesi gün Bursada oturan teyzemin evine gittik. Teyzemin iki kızı var biri balböceği ile aynı yaşta diğeri ilk okul ikinci sınıfa devam ediyor. Bol bol eğlendiler, geceleri aynı yatağa yatıp uyuyana kadar kıkırdadılar, sabahları bizden önce uyanıp üçü imece usulü bize sürpriz kahvaltı masaları hazırladılar. Bir akşam mudanyaya gidip, balık ziyafeti yaptık. Dün akşam üzeri İzmire bizi çok özlemiş olan babamızın yanına döndük.
Yolculuk sırasında tarlalarda korkuluklar aradık, gördüğümüz korkulukları birbirimize gösterip eğlendik, sürülerini otlatan çobanların her birine kısa masallar uydurduk oğlumla ve bol bol sarıldık, sarmaştık yollarda, oğlumla birbirimize karıştık iyice..
Bu sabah işyerime geldiğimde ilk işim bangır bangır çalan telefon zillerini kısmak oldu. Tanrım ne eziyet ediyormuşum meğer arkadaşlarıma ve nasıl da duymuyormuşum bu cıngıl cıngıl sesleri. Çok şükür Allahım artık rahatça duyuyorum. Cihazın dış kulak çevresine dolanan bir parçası var, malesef tahriş ediyor, yara oluşturuyor. Bir parça pamuk kullanmayı denedim ama o zaman da hışır hışır pamuk sesi duyuyorum. Birde bu tahribat işini çözdüm mü değmeyin keyfime...