21 Ocak 2009 Çarşamba

Zaman

Zaman ne garip bir kavram değil mi? Sınırsız bellek yolculuklarımın içinde bazen öyle anlar oluyor ki biyolojik saatimle zaman birbirine giriyor. Bellek izdüşümlerimle şu anda gördüklerim sürekli yer değiştiriyor ve zaman hangi zaman ben neredeyim bilemez oluyorum.Onlarca yüz geçiyor gözümün önünden, tanıdık -tanımadık- ben hangi yüzü hangi zamanda gördüm, şu anda hangi zamandayım, nerdeyim karıştırır oluyorum.

Doğup büyüdüğüm şehirden hiç uzaklaşmadım. Çocukluğum, ilk gençliğim hep aynı yerde hatta birbirine yakın semtlerde geçti. Sanırım biraz da bu yüzden zaman daha karmaşıklaşıyor benim için, bir sokakta apartmanlara, ağaçlara bakarak ilerlerken o sokakta daha önceki yürümüşlüklerim aklıma geliyor, başka bir gün, başka bir öğle vakti kaç kez geçtim buradan? Yürürken üstümde ne vardı? ne giymiştim, yalnız mıydım, yoksa sıcacık bir ele mi tutunmuştum, ya da bana tutunan minik bir el mi vardı, .... Bellek izdüşümleri. Aynı anda birden çok öğle vakti, gün batımı, bahar akşamı, çok sıcak bir yaz günü, peşinden iliklerime kadar donduran bir soğuk, yüzler, büyüklü küçüklü bir yığın insanın görüntüleri, gözyaşlarım, kızgınlıklarım, sevinçlerim, bir gün küçük bir palmiyeyi öfkeyle tekmeleyişim bir biri ardına aklıma geliyor. Ahh bu belleğim..

Otobüs durağında anneannesinin elinden tutmuş bir oğlan çocuğu aynı anda bana lacivert bereli küçük bir kız çocuğunu çağrıştırıyor, sonra üniversitedeki öğrenci kantinini, sonra ilk aşkımı, sonra şehirler arası bir yolculukta anımsayıp sonra tekrar unuttuğum özlemlerimi, yağmurlu bir günde pencereye başımı dayayıp içli içli ağladığım bir zamandan, yemyeşil yapraklar arasında mandalin kopardığım bir ağacı anımsıyorum. Sevdiğimin dudağıma kondurduğu minik öpücüklerin sıcaklığıyla ısınıyor içim. Masmavi bir gökyüzünde uçurtma aradığım bir yaz akşamından dalıyorum zamnın içine, martılar geçiyor birer ikişer. Zaman yine hangi zaman bilmiyorum. Sanki bütün pazartesiler, salılar, pazarlar, cumartesiler, bütün saat 19.00 lar, 15.00'ler, 03.00'ler hepsi hepsi bana koşarak geliyor, bütün anılarım bana koşuyor.
Biyolojik saatime dönmeye çalışıyorum. Doğru zamana yani, aynı anda geçmişte uzaklara bakarak şu anki zamanda olmayı düşlediğimi hatırlıyorum. O zaman bu gün ne kadar uzak görünüyordu bana. Ama şimdi bu gündeyim. Kızgınlıklarım geliyor aklıma birden, kızdığım insanlar ve hiç kızamadıklarım, beni kızdırdıklarını bilenler ve hiç bilmeyenler,.... Ayrılıklarım,özlemlerim, yapabildiklerim, akan zamana karşın tutabildiklerim, kaçırdıklarım, benim saydıklarım, tutunduklarım, kazandıklarım, uzun uzun güldüklerim, gülümsemelerim, kavuşmalarım...
Dönüp bir fincan kahve alıyorum, kahve kokusunu içime çektikçe duyduğum huzuru uzun uzun yaşamak istiyorum. Artık bu güne dönme vakti. Bu günde olmak ne güzel, yine de bu bellek yolculuklarımı beni çok yorsa da seviyorum. Ben buyum diyorum, mutlu muyum? evet mutluyum. Ne güzel.

20 Ocak 2009 Salı

Ömür dedigin üç gündür,dün geldi geçti

yarin meçhuldür, O halde ömür dedigin bir gündür,o da bugündür..
Cok zaman onceydi. O kadar zaman onceydi ki zaman diye bir

sey yoktu.
Insanlar günes dogup batincaya kadar

yasiyorlardi hayati. Bir daha hic olmayacakmis gibi dolu ve anlamli.
Derken zaman diye uc parcali bir sey

icat etti insan.
Bir parcasina dun dedi, diger parcasina

bugun, oteki
parçasinada yarin. Sonra fesat karisti zamana ve insan

bugunu unuttu.
Dunu dusunup pisman oldu, yarini

dusunup telaslandi, ama isin ilginc
tarafi tum telas ve pismanliklari gunes dogup

batincaya kadar
yasadi. Farkinda olmadan rezil etti bu gununu. Oysa yarin, bugune dun diyor, dunde bu

gün icin
yarin diyordu. Bir turlu beceremedi. Bir eliyle yarina, diger eliyle dune
yapisti.
Bu gunu eline yuzune bulastirdi... Mutsuz oldu insan. VE ne gariptir ki yarinin telasini da,

dunun pismanligini da hep bugun yasadi; ama bugunu hic yasayamadi.Ne yarin ne de dun!

sağlıcakla kalın....alıntıdır