24 Haziran 2008 Salı

DÜŞ - MAVİ

Ben düşmaviyim... Bazen fırtınalı, bazen umarsız. Bazen dibi görünmeyen bir karanlık. Bazen turkuaz şeffaflığında bir ışık hüzmesi...
Sessiz çığlıklar atarken bedenim dimdik durur rüzgara karşı... Maviliklerimde boğulur kederim, isyanım. Bazen köpük köpük mavi olurum.

Küçük bir kızken en sevdiğim renkti mavi. Büyüklerimin bana giydirmeye pek hevesli olduğu pembe elbiseleri inatla reddederek en mavi giysileri beğenirdim kendime. En yakın arkadaşlarım hatta kız kardeşim pembelerle donatırken odalarını, yaşamlarını, ben kendime ayrı bir köşe arardım. Siz kızsınız derdim, kız çocukları pembeyi sever, hep mutludurlar.

Ancak hayat kederle, acı ve isyanlarla doluydu. Annemin rahatsızlığıyla boğuşmak zorundaydık. Evin en büyük çocuğuydum. Her yeni gün sırtıma yeni yeni sorumluluklar yüklüyordu. Hayat beni daha çocuk olamadan çabucak olgunlaştırdı. Pembeden uzak maviliklerde yürüdüm. Bazen siyahtan daha siyahtı mavilikler bazen de beyazdan daha beyaz.

Yıllar yılları kovaladı. Ben hep mavi giydim. Annem iyileşti. Çok şey değişti. Ama ben hep büyük kaldım. Olgun, büyük. Aşık oldum, mavi gözlü bir adama. beni kollarına aldığı anda duyduğum sonsuz mutluluk ve güven hissini hatırlayarak :Sen düşmavisin dedim. Düşerinde kaybolmak istediğim düşmavim...

Sonra sadece bir düş kadar mavi olduğunu gördüm. Ben onu mavileştirdiğim sürece maviydi. Ve dedim ki düş mavi benim aslında. Sürekli maviliklere uzanan açılan benim yüreğim, benim düşlerim.

Daha da büyüdüm. Mini mini bir oğlan doğurduğum. Her yerine, her şeyine aşık olduğum. Oğlum dünyaya çocuk çocuk baktıkça ben pembelere yer açtım dünyamda. pembe giysiler giydim, küçük kız çocukları gibi. Artık gardrobumda mavilerin arasında pembeler var fuşyaya kadar uzanan.

Şimdi her renk ayrı bir keyif veriyor bana... Her rengi sonuna kadar yaşamak istiyor bedenim. Hayat renkleriyle güzel...

20 Haziran 2008 Cuma

GEVEZEYİM, GEVEZESİN, GEVEZE



Sevgili blog arkadaşlarım, değerli okuyucularım sizlerle birazcık dertleşeyim. Bilenler bilir ben konuşmayı, anlatmayı, paylaşmayı çoook hemde çok severim. İşte oğlum dünyaya geldiğinde de, anne şefkatiynen bağrıma yerleştirir, kendisine hayata dair bilimum bilgileri aktarmaya çalışırdım. Mesele küçük böcüğüme oğlum bak bu elektrik düğmesi, bak bastım, yandıııı, şimdi de söndüü, bak burası mutfak, şurası oturma odamız gibi bilgilendirmelere fırsat buldukça devam ederdim. Hatta bu konuşma işine daha anne karnında minicik bir fetüsken başlamış idim. Şimdiki bebeler ordayken bile her şeyi anlıyorlar diyerek klasik müzik eşliğinde sohbet edip, nasreddin hoca fıkralarına kadar uzanan değişik kitaplar okumuştum.
Yavruceğizim dünyaya gözünü açtığı andan itibaren benim anlattıklarımla dünyayı yavaş yavaş keşfetti, tanıdı. Çok da iyi bir dinleyiciydi. İlk dört yılımızda ona alınan kitaplarla odamızda kitapları koyacak yer bulamaz olduk. Ben annesi olarak düşündüm ki, kelime haznesi ne kadar geniş olursa o kadar iyi olur.

Sayın okuyucularım daha ben anlatmadan sonumuzu tahmin ettiğinizi anlıyorum, ancak dedim ya taa baştan dertleşeceğim diye. Ben içimi dökücem, inşallah sizler de sonuna kadar okyucaksınız. Başladınız bir kere :)
İşte ne diyordum, benim minik bal böceği çok iyi bir dinleyiciydi. Meğerse kayıttaymış kayıttaaaa... Şimdi bu henüz beş yaşını iki üç ay geçmiş şu sıpam var ya artık gün boyu konuşur bir halde. Hatta kendisini on tane çocuğun içine koy, avaz avaz bağırmak durumunda kalsa bile on tanesinin de dinlemesi için sürekli konuşuyor.
Başlarda en sevdiğimiz etkinliklerden biri gün içi sohbet vakitlerimizdi. Ben mutfakta yemek hazırlarken, yahut wc.de tuvaletini yaptırırken sohbetlerini pek severdim. Konuş evladım konuş derdim. Konuşan Türkiye'nin konuşan bireylerinden biri ol. Susma sustukça..., koyun gibi güdülenlerden olma ... Özgüvenli ol.
Neyse uzatmayayım da geleyim yine bu güne. Oğlum sağ olsun geniş bir kelime haznesi ile öylesine bir konuşma yetisine sahip oldu ki, her zaman her konuda uzun uzun yorumları oluyor. Her zaman konuşacak anlatacak bir şeyleri var. 6 saatlik araba yolculuğunda aralıksız sohbet edebiliyor. Girdiği her ortamda, küçüklü büyüklü insanların arasında bulunduğunda "size bir şey söyleyeyim mi" ile başlayan sayısız cümleler kuruyor.
Bazen yorumları çok hoşuma gidiyor. Doğrudan tarafsız bir gözle ve tamamen farklı bir pencereden bakış açısı sergileyebiliyor ve hayran bırakıyor bizleri. Ancak sorun nerede durması gerektiğini bilmiyor. Her zaman topluluğa hitap ederk konuşuyor.Örneğin 5 kişilik bir ortamda sadece X' in ilgisini çekebilecek bir konuyu diğer dört kişinin de dinlemesi için sesini yükseltip, kendisini herkesin dinlemesini istiyor. Hep ortaya hitap ediyor, sanırım bunun bir buçuk yaşından beri okula gitmesinin etkisi büyük, sanki her an 25 kişilik sınıfındaymış gibi davranıyor.
Geçenlerde öğretmeni ile konuştuğumuzda aynı şeyden yakınıyordu. Pazartesi sabahı çocukları mindere oturtuyorum, hafta sonu ne?..., daha cümlem bitmeden bal böceğiniz hafta sonunu nasıl geçiridiğini anlatıyor. Polis diyorum örneğin, biz bir kere giderken babam kırmızı ışıkta ...., doktor diyorum diyor, hemen doktorla ilgili bir anı, elime bir oyuncak alıp konuşturmak istiyorum, ve yine oğlunuz bana sesleniyor dedi.
Manzarayı tahmin edebiliyorum. Anlatması, paylaşması gerçekten güzel, öz güvenli oluşu da. Hem bu durumunu korumalı hem de ilk okula başlamadan önce ne zaman konuşup ne zaman susması gerektiği bilincinin yerleşmesini istiyorum. Büyüklerin sözünü sık sık kesip araya kendi cümlelerini ekliyor.
Çevresindeki çocukların çoğunun, üfff amma da çok konuşuyor uyarıları ile biraz gerileyip, yüz ifadesinin değiştiğini gördüğümde üzülüyorum. Ancak hemen daha ilginç bir şey anlatma yoluna gidiyor.
Bizleri dinlediği de oluyor tabi ancak süslü kelimeleriyle uzun uzun anlatımlar yaptığında eğer dikkatinizin dağıldığını hissederse yüzünüzü çevirdiği, defalarca baştan alıp tekrar konuya girdiği ve en kötüsü sesini yükselterek en baştan anlattığı oluyor. Böyle durumlarda sözlü uyarıyoruz. Ancak çevresindeki kişilerin sabrına göre "bir dakika sus, sus da motorun soğusun ... gibi cümleleri çok sık duyar oldu.
Sözümüzü kestiğinde yaptığı davranışın doğru olmadığını benim sözümü bitirmesi gerektiğini hatırlatıp bekletiyorum. Sıkılarak bekliyor tabiiki. Ama bir sonrakinde unutup tekrar söz kesiyor. İkiden fazla kişinin olduğu zamanlarda herkesin onu dinlemesi gerekmediğini anlatıyorum. Son günlerde herkes sabrının sonunda ve gerek okulda gerekse dışarıda sık sık susması söyleniyor ve bazen sert uyarılar alıyor. Hatta babamız bile eve dönüş sırasında sinirlenip araba kullanırken dikkatini dağıttığını iddia ederek bozup atıyor çocuğumu çoğu kere.
Biraz tatil yapabilmesi için iki ay okula göndermeme kararı aldık. Bu süreçte davranış kalıplarını biraz değiştirmek ve sıra ile konuşmayı yerleştirmek istiyorum. Tabii ki kalbini kırmadan, tabiki sürekli geveze olduğunu tekrarlamadan. Bilinçli yaklaşabilmek, öz güvenini kırmak istemiyorum. Birde okuma yazmayı öğrendiği ilk yıldan itibaren paylaşımlarını yazı ile yapmasını isteyeceğim :P)iyi kompozisyonlar yazacağını düşünüyorum.
Bu konuda tecrübeli annelerin görüşve önerilerine çok ihtiyaç duyduğumu da eklemek isterim. sayın okuyucularım nihayet bitti... Gidip çay molası verebilirsiniz ..

17 Haziran 2008 Salı

Fotoğrafın Dili - Kelime Atölyesi (5. Çalışma)



Diğer kelime oyuncusu arkadaşlarım gibi bu fotoğraf da aldı beni çocukluğuma götürdü. Her zaman zayıf ve bu zayıflıkla boyumu daha da uzun gösteren, çubuk kraker gibi bir kız olup üç kardeşin içinde en büyüğüydüm.

Kız kardeşim ve diğer komşu kızlarıyla sessizce yatak odasına girdik. Kız kardeşim Hanim teyzeye beş çayı içmeye giden anneme yakalanmayalım diye sokak kapısını gözetliyordu. Ben diğer kızlarla gardroba yöneldim. İlk önce saten gecelikler aramızda bölüştürüldü, en göz alıcı olanları tabiki kendime ve kız kardeşime almıştım. Ardından şifon tüller ve eşarpları seçtik. Şifonyerdeki makyaj çekmecesini açıp biraz göz farı, ruj ve allık toparladık çekmeceden. Ben banyoda üstümü değiştirecektim. Diğerleri sıra ile çocuk odasında. Herkes saten geceliklerini giydi.Bellerimize şifonlar sardık, tülleri pelerin gibi omzumuza astık. Makyaj işimiz de bitince koştuk arka taraftaki avluya. Bütün bu hazırlıklar "şarkıcılık" oyunu içindi. Bu yarışmaya erkekler giremiyor ve seyretmelerine de izin verilmiyordu. Arada gecelik giymediğimiz zamanlarda bir kaçımızın annesi seyirci olarak izleyebilir, puanlamaya yardım edebilirdi. Kimimiz Emel sayın, kimimiz Füsun Önal olurduk. O dönemin popüler şarkılarını en kokoş - cilveli, en duygusal hallerimizi takınarak söyler; saç fırçalarından, deodorant kutularından mikrofonlar yapardık. Annem bizi yarı çıplak geceliklerle gördüğünde çok kızardı.Birde mahalle çocukları tarafından yağmalanan makyaj malzemeleri yüzünden az ceza almamıştık. Ben grup lideri olarak her şeyi göze alır, onca çocuğu eve toplar, her birini giydirir, hazırlardım. Arada teyip açıp dans eder, ses kaydı yapıp kendimize özel kasetler de hazırlardık. "Dom Dom kurşunu" şarkısı eşliğinde göbek atma turnuvalarımız olur du ki hiç unutmam...

Zor



Kirli sakallarının arasında neredeyse kaybolmuş dudaklarının arasına bir sigara yerleştirdi. Dükkanın önüne attığı taburenin üzerine oturdu. Bir yandan sigarasını tüttürürken, bir yandan düşünüyordu. Sigarasını bir nefeste içti bitirdi. İzmariti kül tablasında ezerken gözleri ellerine takıldı kaldı. Parmaklarının her biri ham kütükler gibi kalınlaşmıştı. Her gün işlenmesi için tezgahının üzerinde yer alan blok tahta parçalarından biri gibiydiler. Bir zamanlar ne kadar yakışıklı bir delikanlı olduğunu anımsadı. Hele birde ispanyol paça bej rengi pantolonunu giydiği günlerde köşe başından döner dönmez mahalle kızlarının gözlerini üzerinde hissederdi. Filinta gibiydi filintaaa. Saçları şekillensin diye sürekli limon kullandığı için arkadaşları "limon" diye takılırlardı ona. Ya bugün, eve bir parça ekmek götürme telaşı adına babadan kalma marangoz atölyesinde saatlerin nasıl aktığını fark etmeden gündüzü geceye bağlıyordu. Biliyordu ki akşamları kendini karşılamak için kapıya koşan karısı kendinden çok üzerindeki talaş tozlarını ve yanık tahta kokusunu karşılıyordu. Zaman geçtikçe daha az çalışıp eve daha yorgun gelmeye başlamıştı. Eskisi gibi eşe dosta gitmek de gelmiyordu içinden talaş tozuna karışmış saçını sakalını temizlemek, temiz giysiler giyinmek için duşa girdiği anda günün tüm ağırlığı üzerine üzerine geliyordu. "Siz gidin, selam söyleyin. Ben odaya geçip yatıcam" sözü artık ev halkının nerdeyse ezberlediği sözlerdendi. Bazı geceler kulağının arkasına yerleştirdiği kalemi unutup o şekilde eve geldiği de olurdu. Yakışıklı Limon Hayri şimdi "marangoz Hayri" ydi sadece.
..
Mutfağı güzelce toparlayıp, ocağın üzerini de temizledikten sonra çaydanlığa uzanıp, iki bardak çay doldurdu. Salona geçti, kocasına çay bardağını uzatırken gözü oğlana takıldı. Ödevlerine göz gezdirmek için oğlanın yakınına oturdu, çayını da oraya taşıdı. Bir süre birlikte matematik çalıştılar, ardından özeti çıkarılacak bir öyüküyü iki kez okudular. Özeti yazdırırken oğlunun yazısındaki imla hatalarını tek tek kntrol ettirip düzelttirdi. Ezberlenecek şiiri olduğunu duyunca sen ezberlemeye çalış, hazır olduğunda bana seslen seni bir dinleyeyim dedi.
Eşi televizyon izliyordu. Kendi de oturup biraz T.V. izlemeyi düşündü. Çayı soğumuştu. Tazelemek için mutfağa geçti. Buzdolabının üzerindeki "elektirk faturası son gün" notunu görünce faturayı alıp eşine vermek için koridora çıktı, banyonun açık kalmış ışığını fark etti. İçerisi boştu. Işığı söndürmeden önce kirli sepetinin yarı açık ağzından etrafa dağılmış çamaşırları toparladı. Çok çamaşır birikmişti. Açık renk olanları ayırdı, makineye yerleştirip çalıştırdı. Işığı söndürüp çıktı.
Oğlanın odasının önünden geçerken halının üzerinde dağılmış oyuncakları alıp oyuncak sepetlerine yerleştirdi. Kamyonları, uçakları, legoları gruplayıp her birini ayrı sepetlere yerleştirdi. Odadan bulduğu iki üç parça kirli çamaşırı kucaklayıp tekrar banyoya gitti.
Koridordan geçerken ayağına terlikler takıldı. Sendeledi. Biri ters olan terliği düzelti, duvarın kenarına itti. Telefonun kablosunu düzeltti, yine öyle bir dolanmıştı ki, halının üzerine doğru döne döne inen ahizeye bakarken arkadaşını araması gerektiğini hatırladı. Numarayı çevirirken aynadaki yansımasına takıldı gözleri... Sabahki makyajı göz kapaklarında siyahımsı bir leke gibi kalmıştı. Ne çirkin görünüyordu. Halen eritemedim şu göbeği dedi, saçlarının da uçları kırılmıştı. Kuaföre gitmek gerekiyordu. Telefon cevap vermeyince tekrar koridordan salona geçecekken, mutfakta tezgahın üzerinde unuttuğu çayını hatırladı. Çok soğumuştu. Tekrar doldurup, salona elinde çay bardağıyla dönerken kocası koltuğun üzerinde çoktan uyumuştu. Oğlan seslenince yanına gitti, şiirini dinledi, vurgulamara dikkat etmesi için iki kez de kendi okudu, sonra tekrar oğlana okuttu. Ev ödevleri tamamdı. Oğlana yatma vaktinin geldiğini hatırlatıp banyoya gönderdi. Çayı sehpanın üzerinde soğuyordu yine. Sehpanın örtüsünü düzellti, Silgi parçalarını peçeteyle kültablasına toplayıp, çoktan rüya alemine gitmiş eşine seslendi. Eşi onu duymuyodu bile başına gitti tekrar selendi, çekiştirdi. ayaklarından asılınca doğruldu kocası, yalpalayarak yatak odasına doğru yöneldi. Aklına oğlu gelince tekrar koridora çıktı. Dişlerin fırçalanıp fırçalanmadığını kontrol edip tekrar banyoya gönderdi. Ardından oğlanı yatırıp ışığını söndürdü. Salona son kez girdiğinde saatin epeyce ilerlemiş olduğunu gördü. Yine soğuk çayını aldı, kül tablasını, boş meyve tabaklarını tepsiye dizdi, sehpanın biblolarını yerşeltirdi. resim çervelerini düzellti. Uykusu gelmişti. Banyoda yüzünü güzelce yıkayıp yatak odasına geçtiğinde kitaba gözü ilişti. Ayyy bu gün de devam edemeyecekti, oysa en heyecanlı yerinde kalmıştı. Kitabı aldı ama gözleri öyle ağırlaşmıştı ki, elektrik faturasını sanah kocasına hatırlatmak üzere kitabın üzerine bırakıp ışığı söndürdü.
.....

12 Haziran 2008 Perşembe

RÜZGARIN FISILTISI

Ormanda yürüyüş yapıyoruz
Minik bedeniyle yanımda ilerlerken,
Zaman zaman duraklayıp kaygılı adımlar atıyor,
Elimi daha sıkı tutuyor.
Gözleri mutlu mutlu gülümsüyor.
Arada uyarıyor beni:"Bir ses duydum, aslan sesi olabilir mi,
yolumuza filler çıkar mı?"
Çok uzaklaşmayalım, istersen kaybolmayalım diye küçük taşlar atalım yollara ..."

Gölgemize bakıyorum, tam bir bacak boyunda küçük oğlum.
Rüzgar en güzel şarkılarını fısıldıyor kulağıma...
Derin bir nefes alıp, iyice kokluyorum mis gibi havayı.
Ciğerlerimi mutluluk dolduruyor.
Şu an hiç bitmesin, ben dünyanın en mutlu kadınıyım

FISILTI



Bugün çabucak bitsin,yarın olsun istedim.
Yarına erişince, iç sesim
"bugün çabucak dün olsun" diye fısıldadı.
Her günüm anı oldu.
Fısıltılar hiç durmadı, çabuk, daha çabuk diye...
Na zaman bugün oldu anlamadım?