Kelime oyuncuları seçtikleri yeni kelimeyi "sürgün/vurgun" olarak açıkladıklarından beri ne yazacağımı bilmez, aklımın köşesindekileri derleyip toplayamaz bir halde diğer oyuncuların yazdıklarını okudum. Esir alınmış, zorla sürgüne gönderilmiş insanları içeren film kareleri, özgürlük ve demokrasi adına sürgün edilmiş, yarın için bu gününden vaz geçmiş onlarca insan, "düşünce suçlusu" terimi zihnimin içinde balonlar halinde uçuştu durdu. Sürgün denince ilk aklıma gelenler bu imgeler, bu zihinsel görüntülerdi. Dışarıda yüreğimi kıpır eden eden bahar varken oturup da hüzün dolu , acı dolu satırlar eklemek istemedim buraya.
Sürgün edilmişlik zordur, acıdır. Yukarıdaki örneklerin dışında bazen sürgünlüğü yaratanın da yok edenin de kişinin kendisi olduğu durumlar vardır.
****
Günlerdir kız kardeşini merak ediyordu, nasıl geçiyordu günleri, alış mıydı yeni evine, yeni hayatına? Şu anda bulunduğu yer kimbilir nasıl bir yerdi hayal bile edemiyordu, hiç yurt dışına çıkmamış biri olarak nasıl hayal edebilirdi ki... Üstelik kardeşi de böyle diyordu, nereden bileceksin abla, hiç uzaklaşmadın ki doğduğun yerden, hiç gördün mü ki buraları, hayal bile edemezsin, gurbeti ancak yaşayan bilir !
Bir kaç gün sonra telefonda konuşurken kızgındı kardeşi, günler geçmiyor burada, çok sıkılıyorum abla dedi, buradaki her şey bana orayı, sizleri özletiyor.
Anlıyordu kardeşini, kolay değildi. Hem evlilik hem yeni bir çevre, yepyeni bir ülke. Tabii her şey yabancıydı ona, zordu durumu...
Aylar sonra bir gün hop diye çıkıp geldi kardeşi, olmayacak abla diyordu. Eşimi seviyorum ama sizleri öyle özlüyorum ki gurbet bana göre değil. Kanser olacağım orada... Eşim beni seviyorsa o gelsin buraya, ancak orada onunla yaşamak benim kapasitemi aşıyor. Bunu anladım, yapamıyorum dedi.
Kızkardeşini dinlerken görebildiği tek şey tükenmişlikti. Dinledikleri, kardeşinin sorun diye ortaya döktükleri incir kabuğunu doldurmayacak kadar küçük çatışmalardı. Fakat asıl, onu buralara getiren özlemdi, gurbetti...
Sonra dayanamadı kardeşi, döndü eşine , yuvasına ama bir kaç ay sonra yeniden geldi.Sevmiyorum orayı, yapamıyorum dedi. Anladı abla durumu, ancak kızgınlık duyma sırası kendisindeydi şimdi. Madem seviyordu kocasını, sevgi emek isterdi, çaba isterdi, böyle valizi alıp gelmek var mıydı kitapta? Hem kendi seçimi değil miydi bu?
Şimdi anlatmalıydı kardeşine, "çevresinde sürekli gülleri arayanlar, kır çiçeklerini fark edemezler bile..", doğru kimse ona gül bahçesi vadetmiyordu, fakat çıkarmalıydı kardeşinin sürgündeki yüreğini, uzaklarda olmanın huzurunu yakalamalı, gurbeti benimsemesi için sürgünlüğü kaldırmalıydı.