31 Mayıs 2008 Cumartesi

CAN DOSTU

İçim rahatladı diye tekrarladı kendi kendine; ardından derin bir ohhh çekti. İyiki aramıştı. Keşke daha önce yapsaydı. Aslında defalarca aramak istemiş ama ne kendi tepkisini ne de arkadaşının tepkilerini kontrol edemeyeceğini düşünüp çekinmişti. Ne diyecekti telefonu açtığında, kelimleri bir türlü seçip sıralayamıyordu. Çok kere aramaya yüzüm yok diye düşünmüş, ardından o da aramaya yüzüm yok diye düşünüp aramıyor belki demiş, sonunda da bir kere daha adım atan ben olmayacağım deyip hüzünle ayrılmıştı telefonun başından. İki yıldan fazla olmuşlardı hiç görüşmeyeli, hiç haberleşmiyorlardı. Birbirlerinin hayatlarından çıkmışlardı. Aslında hayatından çıkardığını sanıyordu, sadece günlük koşuşturmalara dalmış, hayatına yeni merhabalar katmış, günün rutinine vermişti kendini. Arkadaşı, can arkadaşı önce yüreğinde bir hüzün bulutu oldu. Sonraları adını andıkça kalp kırıklığı yaşadı. Daha sonraları da silik bir hatıra , belli belirsiz bir görüntü yerini aldı. Son aylarda ne kalp kırıklığı, ne sızı kalmıştı. Sadece sesini tekrar duymayı ve dostluklarını tekrar yeşertmeyi istiyordu.
Aslında hiç çıkmamıştı aklından, nasıl çıksındı ki, on bir yıl beraber büyümüşlerdi.Ne çok şey paylaşmışlardı. Genç kızlığına ilişkin her anının içinde o vardı.... Beraber dilek hazırladıkları hıdrellez akşamları, ilk aşkları, beş çayı sohbetleri, balkondan balkona fısıldaşmalar, dahası hep gülen yüzler, şen şakrak iki genç kız.
İlk önce o evlenmişti, ne kadar keyif alıyordu yeni evli arkadaşının evinde bir fincan kahve içip , sarı renkli deri koltuklarda birbilerine kahve falı bakıp, gülüşmekten. Bir kaç yıl sonra teyze de yapmıştı arkadaşı onu.
Sonra o kara gün, can arkadaşının annesini kaybettikleri o kara gün. Gebe olduğu için annesi saklamıştı bu haberi, aylar sonra duyduğunda inananamış hemen arkadaşının yanına koşmuştu. Annesi ile çok iyi arkadaştı arkadaşının annesi. Beraberce göz yaşı dökmüşlerdi gidene... Fakat daha seyrek görüşür oldular. Aslında anlıyordu, annesinin ölümünden sonra arkadaşı girdiği depresyondan sıyrılamıyordu, belki ona annesini çağrıştıran her şeyden kaçmak mı istiyordu nedir, güzel aile dostluklarını yavaş yavaş kaybettiriyordu. Artık daha seyrek arıyor, özel günleri atlıyordu.
Sonra kendisi de evlenince yeni koşuşturmalar arasında kendisi de bu seyrek görüşmeleri kabullenir olmuştu. Oğlu dünyaya geldiğinde arkadaşının oğlu kardeşi var saymıştı, doğum izninde yine görüşmeleri sıklaştırsa da kendisi arayıp bulmadıkça merhaba demez olmuştu can arkadaşı...
Bir gün ikinci kez teyze olacağını öğredi, kısa bir süre sonra da arkadaşı doğum yaptığını haber verdi, bu kez bir kızı olmuştu. Koşup gidemedi o anda, başka meşguliyetleri vardı, araya aylar girdi, ardından kardeşinin düğününe çağırdı, gelmedi can arkadaşı, sonra duydu ki onun erkek kardeşi de evlenmiş, fakat davet bile edilmemişti. Git gide kırgınlık duymaya başladı.
İşte böyle duygularla koskocaaa iki yıl geçti, hatta daha fazla. Ancak az önce telefonda "alo" der demez seslerini tanımışlar, ilk sözleri seni çok özledim ve seni çok seviyorum olmuş, göz yaşları karışmıştı konuşmalara; sonraki kelimeler kendiliğinden akıp gelmişti. Geçen sürede olup bitenler hayatlarındaki değişiklikler kısaca anlatılmış, en çok çocuklara ilişkin sorular sorulmuş, beraber büyüdükleri apartmandan bir komşularının vefat haberine yine beraber üzülmüşlerdi. Tam düşündüğü gibi olmuştu, her ikisi de gönüllerinin bir olduğunu araya ne kadar mesafe girerse girsin dostluklarının hep baki kalacağını biliyorlardı. En kısa zamanda görüşelim deyip telefonu kapattığında yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
Bir kere daha ohhh dedi, kuş gibi hafflemişti, mutfağa gidip hazırladığı kahvenin kokusunu derin derin çekti içine ve anıların içine bıraktı kendini...

28 Mayıs 2008 Çarşamba

Molaaaa - Tatil

19 mayıs tatilini bahane edip kalan dört gün için de izin alarak, Ankara'ya görümcemi ziyarete gittik. Kayınvalemi de yanımıza aldık. Hep beraber gezdik tozduk, bu mola nasıl iyi geldi anlatamam... Güzel ülkemizde gezilip görülecek öyle güzel yerler var ki..
İlk olarak Anakra yolunda Afyon-Dinar yolu üzerindeki Suçıkan parkında bir mola verdik. Burası Büyük Menderes nehrinin doğduğu yer. Şelalesi, minik bir göleti ve çay bahçesiyle oldukça güzel bir mola yeriydi.





Ardından ilk olarak Beypazarı ilçesini ziyaret ettik. Safranbolu evlerini andıran otantik konak-evleri ve yöresel her şeyin satıldığı çarşısı ile beypazarını çok sevdik. Halkı çok sıcak insanlar, en çok da Atatürkçü oluşları ilgimi çekti, konaklardan birkaçı müze olarak düzenlenmiş. Müzeleri ziyaret ettik. Alış veriş yaptık. Eğer yolunuz bir gün beypazarına düşerse beypazarı kurusundan mutlaka tatmanızı tavsiye ederim.



Beypazarı civarındaki mesire yerlerinini birinde piknik yapıp günü tamamladık. Bir sonraki durağımız Nallıhan'dı. Burada görülecek çok fazla yer var, kuş cennet, türbeler, şelale, piknik yerleri. Ancak tercih edeceğimiz yerer arasındaki mesafeler yaklaşık 50-60 km olunca birbiribne yakın görünen kuş cenneti ve uyuz şelalesini gezmeyi seçtik. Uyuz şelalesi için yaklaşık 7 km dağ yolunu tırmanmak gerekliydi. Ancak yol bitiminde dağın zirvesinde mükemmel bir piknik alanına ulaştık, şelalenin suyu azdı ama manzarası ve piknik lanında şırıl şırıl akan içilebilir kaynak suyu ile doğayla iç içe bir gün yaşadık. Çoluk çocuk oksijene ve mis gbi pınar suyuna doyduk. Gözümüz gönlümüz açıldı. Alttaki resimde kuş cenneti görünüyor.



Şuradada da şelaleyi uzaktan görüntülemye çalıştım:

Ankarada geçiridğimiz akşamların birinde keçiörenin yenilenmiş çehresini görünce şelalerin üzerindeki özbekelrin işlettiği çay bahçesinde muhteşem manzara eşliğinde çayımızı içtik, Estergon kalesi müzesini ziyaret ettik, göldeki ördekleri izledik.
Ertesi sabah Harikalar diyarına gittik Çocukların muhakka götürülmesi gereken yerlerden biri de burası, çizgifilm kahramanlarının maketlerinden oluşturulmuş büyük bir park alanı, oyun parkı, gölet, akülü arabalar vs. içinde her şey var. Başka bir gün evimize oldukça yakın olan Göksu parktaydık.
Son olarak Kızılcahamam' ı ziyaret ettik. Uyuz şelalesi piknik alanı kadar çim içermediği zemin genellikle taşlı olduğu için biraz zorlandık, soğuk su piknik yerinde gerçekten buz gibi su içtik. Pikniğimizi tamamladıktan sonra dolaşmaya çıkınca görüdk ki piknik yerleri dağın zirvesine kadar devam ediyor ve dağın hemen hemen her tarafına piknik masaları yerleştirilmiş, soğuksudan biraz uzaklaşınca muhteşem manzaralı köyler ve çiftlik evleriyle karşılaştık.
Oldukça güzel bir tatil ve kesinlikle iyi bir mola oldu. Şimdi mi tatil bitti ve iş başı :(( Hem evde hem işte kaldığımız yerden devam..

Buradayım :)



Uzun zamandır blogumu ve diğer blogcu arkadaşlarımı ihmal ettim. Çok yoğun bir tempo içerisindeyim. İlk önce işyerimde büyük bir tadilat yaşandı. Masalarımızda toz topraktan çalışmaz hale gelince toplantı salonunu geçici olarak büro yaptık, badana işimizi de halletikten sonra taşınma ve yerleşme nedeniyle oldukça yorucu geçti günler. Bitmeyen kabusum dişlerim nedeniyle haftanın en az bir gününü dişçide geçiriyorum. Dişçiyle randevumun olmadığı günlerde de yapıştırıcısı düşen geçici dişlerim nedeniyle ekstradan dişçi ziyaretlerim oluyor ki çıldırmak üzereyim, bir an önce her şeyi rahatça yiyebileceğim dişlere kavuşmak için sabırsızlanıyorum ama benden nerdeyse peygamber sabrı bekliyorlar. Erik, şeftali ve bilimum yaz meyvelerinin pazar sergilerini doldurduğu şu günlerde kütür kütür yiyemediğim her şeye sinirleniyorum. Neredeyse büyükşehir belediyesinin yol yapım çalışmalarına benzer manzaralarla yani açılıp kapanmamış çukurlar, sürekli değişen kaldırım taşlarına benzer haldeki bir ağızla kaç aydır yaşıyorum tahmin edemezsiniz.
İşyerimizdeki tadilatın ardından evimizde de tadilatlar başlatma kararı aldık. İlk olarak yatak odamıza duvardan duvara bir gardrop, oturma odamıza yüklük, koridora vestiyer ve banyolarımıza hilton dolap yaptıracağız. Geçen iki haftayı ustalarla geçirdik, keşfe geldiler, ölçü aldılar, fiyat verdiler. Bu arada ben de eşyalarıma göre ihtiyaçlarımı belirleme ve hatta çizimler oluşturmakla uğraştım. İlk anda bir usta gelsin ve evimde mucizeler yaratsın diye bekledim ama sonradan gördüm ki ben konuya hakim olmadıkça eksikler kalıyor ve ihtiyaçlarımı belirlemem gerekiyor. Bazı geceler sabaha kadar kapak, raf ve dolaplar düşleyerek uyumaya çalıştığım ya da sürekli aynı rüyayı gördüğüm oldu. Olmadık zamanlarda elimde ölçü ile dolaşıp evin şurasını burasını ölçüyordum. Misafirliğe gittiğim evlerde sohbetten uzaklaşıp dolaplara odaklandığım hatta çantamdan ölçüyü çıkarıp kapakları ölçme, raflarını sayma isteğimi zor baskıladığım anlar oldu. Sonunda dün bir usta ile anlaştık, çizimlerimi kendisine teslim ettim. En azından bir parça rahatladım. Renk seçimi için fabrikayı ziyaret edip büyük plakaları gördükten sonra karar vermek istedim. Her ne kadar heyecan verici olsa da iyi konsantrasyon ve araştırma gerektiren zor işlermiş bunlar insan başına gelince anlıyor.
Oğluma gelince hızla büyüyor, boyu uzadı, gelişti, artık iyice hakimiyetini sağladığı iki tekerlekli bisikletin üzerinde onu izledikçe zamanın nasıl bu kadar hızlı aktığına inanasım gelmiyor. Kurduğu cümleler ve geniş kelime haznesiyle beni oldukça şaşırtıyor, bazen öyle objektif düşünüyor ve bambaşka bir açıdan bakış açısı getiriyor ki şaşırıp kalıyorum.
Eşimle ikinci bir çocuk için olumlu düşünmeye başladık. Henüz start aldığımız yok, en azından dişlerim vs. yoluna girsin diye bekliyoruz, ancak hızla büyüyen oğlumu izledikçe bu konuda da içim cız ediyor, ona oyun arkadaşı olabilecek bir kardeş için oldukça geç kaldığımızı düşünüp keşke diyorum... Keşke şu anda bir kardeşi doğmuş olsaydı... Eşim ise hayatta olduğumuz sürece hiç bir şey için geç değildir diyor. Bal böceğim ise kardeş bekleyen arkadaş haberlerini duydukça sinirleniyor ve fırçayı çekiyor bize: "en hepsinden daha önce kardeş istemiştim, senin karnına bebek neden gelmiyorrr?"
Aslında keşke yerine harekete geçme vakti de... de işte ....