31 Aralık 2007 Pazartesi

GÜLE GÜLE 2007



Zor bir yıldı 2007, hem ülkem adına hem kendi adıma güzelliklerle beraber düş kırıklıklarının da bolca yaşandığı bir yıl, benim sağlık sorunlarım patlak verdiği anlarda tavana vuran terör, hükümetin değişimi, onlarca şehit haberleri...vs vs derken bu gün bitiyor işte...
Özellikle son iki ayında artan sağlık sorunlarım nedeniyle dibe vurdum bir çok alanda, ama son günlerinde yeniden keyif almaya başladım bir çok şeyden. Şimdi hissediyorum ki yeni bir yılda her şey çok daha iyi olucak. Tıpkı gecenin sonunda gelen aydınlık gibi, sabahları uyandığımda gülümseyerek karşılayacağım, güneşli sabahlara erişeceğim. Zor günlerde olucak tabiii, tuzsuz ve bibersiz yemek olamayacağı gibi...
Önce sağlık sonra mutluluk dolu, her şeyin gönlümüzce gerçekleşeği bir yıl geçirmemizi diliyorum.

18 Aralık 2007 Salı

ALIŞVERİŞ SENDROMLULAR

Alış veriş yapmayı çok severim. Kendime ve başkalarına alış veriş yapmak heleki sürprizler hazırlamak çok hoşuma gider. Ruhuma iyi gelir. Malum aralık ayı da hediye alma ve verme ayıdır. Kafamda oluşturduğum listelerle kandime alınacaklar, bal böceğinin alış verişi, okuldaki öğretmenlere, iş arkadaşlarıma planladığım hediyeler için dışarıya çıkıyorum. Üstelik kociş söz verdiği üzere bu ay sadece kendi giyim kuşamıma harcamak üzere belli mir miktar parayı da elime verip beni vitrin ve mağaza önlerine gönderdi bile.
Ohhh param var, kafamda türlü listeler var, alış veriş modumdayım; haydi bakalım!! diyerek yola koyuluyorum. Fakat oda ne? Uğradığım ilk bayan giyim mağazası hınca hınç dolu, gözüme bir pantolon ilişiyor, aynı anda iki kadın daha elini uzatıyor ve uzanan elerden biri askıyı kapıyor. Neyse, şu tuniğin rengi de çok hoş acep ne menem bir şey, diyerek yön değiştiriyorum. Yine aynı sendrom, aynı anda askılara uzanan bir kaç elin arasından tuniği reyondan çekip incelerken, uzanıp alamayan bayanlardan biri gözünü dikti beni izliyor. Tetikte! askıyı bıraktığım anda o alacak belli. Uyanık ol demli çay diyorum. Tunik askısıyla şöle bir kolumda dursun bir de karşı reyona ilerleyim derken, kabin dışındakıyafetinin üzerine aldığı bir kazağı geçirmeye çalışan bir bayanı şaşkın halşde sollayarak karşı reyona geçiyorum, yine bayan kalçaları ve ellerinin arasından gözüme çarpan bir kaç şey var ama ... ulaşmak... neyse bir şeye ulaştım. Fena değilmiş, ama acep üzerimde nasıl duracak? Kabinler ne tarafta? Amaniinnnn kabinler dolu, kabin önleri dolu, resmen kuyruk var, aynaların önleri giyilip çıkarılmış giysilerle dolu. Bazı hanımlar giyilmişlerin arasından kıyafetler seçip oracıkta denemeye uğraşıyor. Hatta hanımlardan biri yaklaşık 12-13 yaşındaki kızını kabin sırası bekletmeden oracıkta giyinmesi için azarlıyor, kızı kabul etmiyor, cıngar çıktı çıkacak. Ayyyy içim daraldı. ben çıkıyorum. Başka bir alış veriş markezine gideyim diyorum ama tüm bayan mağazalarında aynı kabus. Erkek mağazaları biraz daha sakin ve uygarca yamyam gibi alışvveriş yapanlar azınlıkta. Eşime bir kazak alıyorum, bir pantolon. Ayyy yoruldum iki şey almakla.
Kendime henüz bir şey bulamadım. Bulamam tabiii çünkü bakamadım, buldum, deneyemedim. Neyse demli çay, paran da hazır varken vaz geçme, haydi sabahki alış veriş moduna tekrar bürün neşeli neşeli virtin bak, haydi bir şarkı mırıldan diyip yine yollanıyorum mağaza önlerine. Yok yok yamyam bu kadın milleti. Nasıl da asılıyor elimden kadın, mankenleri inceleyim bari, e anacım mağazalardaki tüm mankenler üst üste giydirilmiş. Örneğin incecik yarım kollu bir gömlek içine boğazlı bir bluz , üzerine kemer. Ver her birinin fiyatı 39-45 arası. İyi de hiç biri kışlık değil bunların. Neyse o zman tek parça için 44 ytl gözden çıkmalı. Nakit indirimi yok, kredi kartına bölüyorar. Ben nakit alıcam, iyi de fiyatlar öyle yüksek ki altını alsam üstünü de alsam para kuş kadar kalıyor, sekiz kazak parasına mı çalışıyoruz yaniiii. Bu ne bir kazağa bu kadar para verilir mi. Her yerde uçuk rakamlar, kalite az ve yam yam gibi alış veriş yapan, biribirini hırpalayan, ezen bayanlar. satılan ürünlewr ise neredeyse çul.. Modern giyinmeyi severim ama bu fiyatlara bu kalite düşündürüyor.
Bir daha hafta sonu alışverişe falan çıkma demli çayyyy, eve dönüş ayrı bir kabus. Her yer insan ve araba kaynıyor. Karanlık ççktü. Hah biraz sakince bir mağaza gördüm, vitrini güzel, satılanlar tarzıma uygun ve en önemlisi sakin. İçeriye giriyorum. AAAAA joker bir elbise görüyorum. Siyah triko hafif dekolte ama hanım hanımcık bir elbise. Tezgahtara denemek istediğimi söyleyip kabine giderken, af edersiniz katana gibi bir hanım, hani şöyle -çok af edersiniz sözüm meclisten dışarı- bel oyuntusu kalmamış, baldırlar, bel ve göğüsler aynı genişlikte genç bir bayan, elimdeki elbiseye bakıyor, ama taviz vermeden kabine girip giyiniyorum. Çıktığımda aynı bayanı lila rengi bir tunik giymiş aynaya bakarken gördüm, bende yanındaki aynadan kendime bakarken, bayan soruyor:"Üstümde nasıl durmuş?" Bayana dönüp kıyafetini inceledikten sonra fikrimi söyledim, onu çıkardı başka renk giydi ya bu nasıl diye sordu, bu da iyi dedim, ama ilk giydiğinizin rengi de size çok yakışmıştı dedim. Cevap: onu zaten alıcam. Ben aynada elbsem hakkında karar verene kadar bahsettiğim bayan iki üç parça daha giysi denedi ve her birinde fikrimi aldı. Canım hanımcığım ne diyeyim, giydiğiniz her giysiden göğüsleriniz öne fırlıyor, göbek sonrası düğmeler zor kapanıyor, kalçanız çıkıyor diyemiyorum. Üzerinde biraz daha iyi durana bu daha iyi diyorum. Vallahi aldığı her parça 60-110 arası fiyatlarla sayabildiğim sekiz, dokuz parça ürünü aldı.Gitti. Bendeniz de hemen elbisemi çıkarıp kasaya gittim ve bir cümle söyledim: Alıyorum!
Alış veriş için uygun saatler hafta sonu gündüz 10-12 arası ve gece karanlığının çöktüğü akşam yemeği için uygun saatler. Bizzat denenmiştir. Kazara diğer zamanlarda alış verişi dnerseniz, ezilme, hırpalanma, moral bozukluğu...benzeri durumlarla karşı karşıya kalabilirsiniz. Benden söylemesi...

YAN ETKİ...

Zorda kalmadıkça ilaç kullanmayı sevmeyen biriyim. Kulak rahatsızlığım patlak verdiğinden beri ne zaman sorun yaşadıysam türlü ilaç kombinasyonları denendi. Kullanılan ilaçlardan her birinin yan etkileri bende muhahkak gözlenir, gözleniyor. Şimdi yine aynı şekildeyim yani prospektüste ilk sırayı alan yan etkilerin her biri mevcut. İlki sinirlilik, ikincisi uykusuzluk :( üstelik aldığım ilaçlar malesef tedavi edici değil de destek ilaçlar oluyor ve muhtemelen de yan etkilerinden faydalanmak için veriliyor. Yani içtiğim ilaçların etki meknizması öncelikle sinir sistemi üzerine oluyor. Böylece tahammülsüz, sinirli, alttan almayan, Allah'ın sopası yok ama demli çay var babında biri oluveriyorum. Her zaman olduğumun dışında ilaçlarla yönlendirilen bir ben, Dr. Jeykıl. Ve bu durum bir kaç senedir böyle, hatta böyle süreceğe benzer.
Hafta sonu akşam yemeğei için sofrayı hazırladım, içeriye seslenip yemeğin hazır olduğunu bildirdim. Çorbaları servis tabaklarına aldım, yemek hazııır herkes sofraya duyurusunu tekrarlayıp, çorbaların tabaklara konduğunu ve hemen mutfağa gelmelerini yineledim. Mutfaktan kafamı çıkarıp oturma odasına baktığımda kocişin elindeki pinpon topunu attığını bal böceğinin onu yakalamaya çalıştığını gördüm. Çok eğleniyorladı. Duyuruyu tekrarladım üğçüncü kez ve kimse mutfağa gelmedi. Neşeyle oynuyorlar. Rüzgar gibi odaya daldım, prizden tv. nin fişini söktüm, sobayı kapattım, ışığı söndürdüm ve hemen mutfağa geliyorsunuz dedim. Sinirle masadaki yerimi alınca ikisine dönüp, gözlerimden kıvılcımlar saçarak: Bundan sonra size ilk seslenişimde mas başına geliceksiniz, defalarca size seslenmiycem dedim. Bir kaşık çorba aldım. On dakikadır size çorbaları tabağa koyduğumu söylüyorum, işte soğumuşlar dedim.ikisi de kuzu kuzu masaya oturup soğuk çorbaları kaşıklarken, yemek saati yemek yiyip, oyun saatinde oyun oynayın dedim. Kociş o anda , sen buna yemek saati mi diyyorsun, saat sekiz buçuğu geçiyor deyince :"öyle miiii, haklısın senin için uyku saati!!!" diye bağırdım. ikinci rüyanı gördüğün saatte yemek yediğin için sen özür dileyecek değilim dedim. O sırada bal böceği "anne kakam geldi" dedi. Ona dönüp "sen de her yemekte muhahkak wc. ye gidiyosun, haydi koş bakalım tuvalete dedim. "Sen götür anneee, sen götür" dedi. "Kendin tuvalete gidebliyorsun bal böceği, şu anda yemekteyiz ve bir an önce yemek yemek istiyorum" dedim. Işığı aç anneee, sen götür anneeee" diyen bal böceğimi kucakladığım gibi tuvalete götürürken, "küçük bey bundan sonra tuvalet ihtiyacını yemekten önce ya da sonra gider!" diye tembihledim. "Ama anneee napayım, çok yemek yiyorum, yemeklerin hepsi karnıma gidip kaka oluyor, napayım, şimdi geldi dedi" Bu işi bir düzene sokmalısın, dedim. Yemekten önce tuvalate gidip, tuvalat ihtiyacının olup olmadığını kontrol edersen iyi olur şayet yemek sırasında gelirse biraz tutmayı öğren dedim.
Diğer zamanlarda içeriye seslendikten sonra sakin kalır, baktım gelmiyorlar mı, kendim yemeğimi yer, onlar ne zaman yerlerse yesinler diyebilirdim. Ya da kendim yer sofrayı da toplar, hani bize yemek sorusu geldiğinde onlara gerekli uyarıyı yapardım. Ama postun başında bahsettiğim gibi ilaç aldığım sürelerde böyle lafını kimseden esirgemeyen, öfkesi burnunda biri oluveriyorum. Benim dışımda biri olup yaşananlara seyirci kalıyorum neredeyse. hani diyorum şu kulaklarıma ne olacaksa olsa da ben de kurtulsam... İlaç milaç bööö geldi. Bir de bu ilacı düzenli olarak bir yıl almam gerektiğini duyan kocişin tavrı görülmeye değerdi :)))
Neyse en azından işitmem daha iyi durumda ve yok sinirliyim yok şöyleyim böyleyim diye dr. kapısını aşındıracak hallerde değilim.

11 Aralık 2007 Salı

DAHA İYİYİM….

Geçtiğimiz haftaya göre işitmem daha iyi, yapılan ölçümde de konuşma frekanslarında çok küçük de olsa bir miktar düzelme olduğu gözlendi. Doktorum bir hafta daha aynı dozda kortizon kullanmaya devem dedi, bu kutu da bitince tekrar ölçüm yapıp doz azaltmaya geçeceğiz. Cuma günkü kontrolde doktorla süreci konuştuk. İşitme kaybı artacak artacak ve bir gün kulaklarım hiç duymaz olacakmış. O zaman cihaz da kar etmeyecek ve ameliyat olmam gerekecekmiş. Biyonik kulak ameliyatı işitmesi sonradan kaybolmuş hasta grubunda en iyi sonucu veriyor olduğundan ameliyattan maksimum oranında faydalanacakmışım. Fakat ameliyat için kulağın tamamen total (ölü) olması gerekiyor bu nedenle bundan sonrası biraz daha zor bir süreç. İşitme cihazı denemesi için Ocak ayının on dördüne randevu aldım. Doktorum işitme cihazının özelikle aktif bir konumda çalıştığım için yaşamımı kolaylaştıracağını söyledi. Başta sürekli kullanmak zorunda değilmişim, trafiğe çıkarken, arkadaş toplantılarında, … vs ihtiyaç duydukça kullanırsın. Bir dene bakalım dedi.
İşitme cihazı kullanmak aslında Neşeli’ nin de dediği gibi gözlük kullanmak gibi bir durum, hayatımı daha iyi bir seviyeye getirecekse neden kullanmayayım? Ama zor olan bir gün kulağımdaki bütün seslerin biteceğini bilmek… Ameliyat sonrası mekanik duymaya geçildiğinden sesleri asla eskisi gibi duyamayacağım. Annemden biliyorum, ilk yıllarda kadın sesini erkek sesinden, yaşlı sesini çocuk sesinden ayırt etmek zor oluyor, sonra cihaz sürekli kullanılan sesleri kodluyor. Şimdi annem telefonda benim sesimi başka kadın seslerinden hatta kız kardeşiminkinden bile ayırt ediyor. Oğlumun sesini bir daha asla eskisi gibi duyamayacağımı düşünerek üzüldüm de üzüldüm… Sesi bu haliyle kulaklarımda kalır sonra unutur giderim.. Ama en azından birkaç bayram daha onun coşkuyla okuduğu şiirlerini dinleme şansı bulabilsem… kaç yıl daha kendi sesini duyarım bilmiyorum.
Aslında insanın yarın başına gelecekler için üzülmesi ölmeden mezarına gül diktirmesi gibi bir şey… Şu anda iyi duyuyorum, günlük hayatımı iyi kötü idare edecek kadar iyi duyuyorum. O halde yarın için endişelenmek yerine bugün için şükredip sevinmeliyim. Evet artık böyle düşünüyorum ve kendimi çok daha iyi hissediyorum. Hem ben üzülüp ağladıkça, etrafımdakiler de üzülüyor. Bal böceği bir akşam yanıma geldi, elimde bir bardak su ilacımı içmek üzereydim, en sevdiği şey olan bardağıma su doldurmak. Bana şöyle dedi: “ne kötü demi anne? İlaç içiyorsun içiyorsun ama kulağın iyileşmiyor, kötü bir şey bence bu. Bir kere benim de kulağım ağrımıştı, ilaç içmiştim, acı acı ilaçlar ve iyileşmiştim. Bence senin kulakların kötü bir şey..” Evet bu sözleri duyunca kafama dank etti. Oğlumun bu durumdan ver kulaklarımın kötüye gidişinden mümkün olduğunca az etkilenmesi için kendimi hızla toparlamam gerekiyor…
Artık sabahları işe makyajlı geliyor, sarı bir benizle dolaşmıyorum. Akşamları ailecek tv. etrafında dizi izlenirken (bir ya da iki dizi var vaz geçemediğimiz) televizyondaki konuşmaları ayırt edemediğimden elime örgümü alıp sakin sakin şalımı örüyor ya da kitap okuyorum, haa çok meraklandığım bir konu varsa ertesi gün iş yerimde anlamadıklarımı sorup arkadaşlara anlattırıyorum, böylece evde ortam gerilmemiş oluyor. Duyduğum her ses için mutluluk duyuyorum, mesela öten bir serçeyi, yağmur sesini dinlemeye çalışıp, mutlu oluyorum. Sonra Mustafa Sandal’ın da tıpkı benim gibi “Tinnitus” tan şikayetçi olduğunu okudum. http://www.f5haber.com/haber.aspx?id=370700&cat_id=1&title=mustafa_sandal_cinlama_hastaliginami_yakala_haber
Ayrıca Bethooven 9. senfoniyi yazarken duymuyormuş. Benim de sürekli kulak çınlamalarım var ve ben o sesleri hatırladığım her an benimle oluyorlar. Ayrı bir postta yapılabilcekjleri açıklayabilirim.
Tüm bunların dışında… Dün akşam oğlumdan öğretmeninin şikayetçi olduğunu öğrendim। Çok konuşuyormuş ve susturamıyorlarmış. Sabah okula ben bıraktım. Öğretmeni ile biraz konuştum. Bana bal böceğinin kahvaltı sırasında, yemekte, çalışmalar sırasında sürekli konuştuğunu söyledi. (hah! Ben geveze bir oğlum var deyince gülenlere duyurulur J ) Her konuda muhakkak söyleyecek bir şeyleri oluyor dedi. Evet bal böceği evde de bu halde sürekli konuşuyor, her birimizin sözünü keserek kendi yorumlarını aktarıyor, hatta evde avaz avaz gırtlağını yırtarcasına bağırarak konuşuyor, kitaplar sayesinde kelime haznesi de öyle geniş ki süslü süslü kelimelerle bezenmiş cümlelerini dinlemek bir hayli zaman alıyor, şayet dinliyormuş gibi rol yaparsanız yüzünüzü iki eliyle sabitleyip sizi göz hizasına alarak anlatmaya devam ediyor. Çocuksuz bir hayatım varken çocuklu hayattaki zorlukları az çok bilerek yola çıkmıştım ama bu kadar geveze bir oğlan dünyaya getireceğimi pek hesaplamamışım :)

4 Aralık 2007 Salı

KULAKLARIM

Merhaba sevgili günlük, zihnim öyle bulanık, duygularım öylesine yoğun ki… Beni bu hale getiren şey ne diye meraklanıyorsan söyleyeyim: Kulaklarım! Ben bir “otoimmün iç kulak” hastasıyım!
İçimdeki ses sürekli olarak kulakların gidiyor diye tekrarlarken arkadan şöyle bir efekt dinliyorum: Bir sabah uyandığında hiçbir şey duymuyor olabilirsin. Ben bütün bu bilinç altı seslerini göz ardı edip, kortizon ilaçlarımı düzenli kullanarak günlük yaşantıma devam etmeye çalışırken an geliyor bağıra bağıra ağlamak istiyorum, olmuyor onu da yapamıyorum.
2001 yılından itibaren işitmemde düzensizlik saptandı ve takibe alındım. Annem orta okul yıllarımda işitmesini tamamen kaybedip, 11 yıl işitme engelli yaşadıktan sonra “Coclear İmplantasyon” yani biyonik kulak ameliyatı ile yeniden duymaya başladığı için acaba genetik bir yatkınlık mı var diye düşünerek 2001 den buyana yılda en az iki kez ölçüm yaptırarak işitme seviyemi takip ettiriyordum.
Ve anılan tarihteki yapılan ilk ölçümlerde bir miktar işitme kaybı tesbit edildi, ancak duyamadığım sesler zaten düşük frekanslı sesler olduğu için yaşam kalitemi fazla etkilemiyordu. Ancak, son iki yıldır dalgalanmalı ya da pikli duymaya başladım. Şöyle ki bağışıklık sistemimi zayıf düşüren bir şey olduğunda kulaklarım otomatikman tepki veriyor ve o dönemlerde iyi duyamıyordum. Başlarda bu dalgalanmalı dönemi testlerde gözleyemediler. Ve bu işitme değişikliğinin kaynağını belirlemeye çalıştık. Kaynaklar şöyle: stresli dönem, gürültüye maruz kalma, yorgunluk, uykusuzluk, hava basıncı değişiklikleri, mevsimsel değişiklikler … vs. Böyle zamanlarda işitmem değişiyordu ve sorun yaşadığım frekanslar insan seslerini kapsayan aralığa denk düştüğü için konuşulanları algılamam zorlaşıyordu.
Bal böceğimin dünyaya gelişinden yaklaşık iki yıl sonra kulaklarımın durumu hepden gündemimin başlıca konusu oldu. Her doktor ziyaretimde önce annemden bahsedip sonra konuyu kendi şikayetlerime getiriyordum. Artık beraber yaşamayı zorunlu olarak öğreneceğim kulak çınlamalarım vardı. Doktorların en çok tekrarladığı şey, anneniz gibi olacaksınız diye şartlanmayındı.
Geçtiğimiz hafta başında iş akadaşımın söylediklerini anlayamaz oldum, dış hat telefonumuz çalıyordu ama ben telefon melodisini tek bir ses halinde (kornoya benzer bir ses şeklinde) ve arı vızıltısı gibi çok düşük bir sesle duyuyordum. Hemen bir KBB uzmanına gittim, dış kulak yolunun buşon (kir) nedeniyle tıkandığını söylediler, bir hafta gliserin damla kullandım. Damla kullandıkça kulağım iyice tıkandı, çünkü gliserin kirin iyice kabarmasına neden oluyor. Neyse geçtiğimiz Cuma son damlayı da kullanıp doktora tekrar gittim, kulaklarım iyice temizlendi. Kir kalmadı. Ancak duymam değişmedi.
Bu kez panik halde başka bir doktora gittim, bir haftadır yaşadıklarımı anlattım. Otoimmün iç kulak hastası olduğumu açıkladım. Yapılan ölçümlerde kulak kemiklerinin sesi hiç iletmediğini anladım. Aslında kulaklarım duyuyor ama kulağa ses iletimi olmuyordu. 2001 den bu yana yapılan tüm ölçümleri, testleri de yanımda götürdüm. Hepsi incelendi. Sorunun iç kulaktan kaynaklandığı kesinleşti. Bundan sonra hastalığımın bu şekilde ilerleyeceği açıklandı. Yani ses kaybı artacak artacak…
Dr. Biyonik kulak ameliyatından bahsetti, çok iyi sonuç alınan bir ameliyat , size uygulandığında çok iyi sonuç alınır derken gözlerim yarı dolu: “Benim annem biyonik kulak ameliyatlı” dedim. “Türkiye’de bu ameliyatı olan ikinci hasta” dedim. Yani bir tür tarihi tekerrür yaşanıyordu. Annem ve ben ….
Doktora artık konuşmaları algılamakta zorlandığım dönemlerin arttığını, oğlumun çok yüksek sesle konuşmayı tercih ettiğini açıkladım. O halde size cihaz önerelim dedi. Bir hafta süre ile kortizon yüklemesi yapılıyor, bu hafta Cuma günü tekrar ölçüm yapılacak, cihaz önerilecek. İlk aşama cihaz, ikinci aşama biyonik kulak ameliyatı….
Korkuyorum, bir yandan kendimi “ayıp, ayıp” diye azarlıyorum. Onca şifasız dert, nice kötü hastalık varken tedavisi var diye şükretmiyorsun. Kendini bırakıverdin.” Diyorum. Bir yandan annemin işitmesini tamamen yitirdiği ve ameliyat olmak için beklediği dönemlerde evin en büyük çocuğu olarak annemin kulağı olma işini kendime yükleyişimi, sonra annemin “ çocuklarımın sesini duymak istiyorum…” diye haykırdığı zamanları hatırlıyorum. Genetik yatkınlık…. İyi de annemden önceki kuşaklarda böyle bir sorun yok sadece annem, ardından da ben…
İkinci çocuk planlıyorduk, nihayet yeşil ışık yakmıştım ve tamam bir çocuğumuz daha olsun diyebilmiştim. Ama şimdi öğrendim ki, bir gün kulağım tamamen duymaz olucak, sonra masaya yatacağım, beyne oldukça yakın bir kısma el radyosu büyüklünde bir cihaz yerleşecek. Sonra mekanik duymaya başlayacağım. Ya bir gün çocuklarımın seslerini hiç duyamadığımda ….
Korkuyorum günlük…. Yarının gelmesinden korkuyorum. Avaz avaz ağlamak istiyorum. Kendime yakıştıramıyorum. Ağlasam olmuyor, gülsem olmuyor, bu ay eşim bana bir hediye alıcaktı, ama Cuma günü bana işitme cihazı alacağız…

14 Kasım 2007 Çarşamba

ÖMRÜMDEN ÖMÜR GİTTİ

Bugün on bucuk gibi oğlumun okulundan hemşire aradı, bal böceğim biraz kusmuş, sonra da fenalaşmış, o anda bilinç kaybı olmuş dedi. Okul doktorunu arayıp bilgi vermişler, doktor, acile götürsünler demiş. Herhangi bir enfeksiyonu var mıydı, genel durumu evde nasıldı diye sordu, hemen hazırlanıp çıktım. Allahtan okulun binası hemen arkamda, bu arada esimi arıyorum ne odası, ne de cebi cevap vermiyor. Okula gittim hemşire ve öğretmenleri durumu özetlediler, oğlum gayet iyiydi, koşarak geldi anneee bak parmağıma batticon sürdüler dedi, öğretmeni hemen o, önemli değil diye geçiştirdi. Eğilip baktım, tırnağının hemen yanında şeytan tırnağı gibi bir şey olmuş da oradaki bir parça et çekilmiş, kopmuş gibi görünüyordu. Olayı anlattılar: Boyama yaparlarken oğlum durgunlaşmış, öğretmeni yanına gittiğinde yüzünün bembeyaz olduğunu görmüş, ayni anda kusmuş ve kendinden geçmiş. Parmak uçları ve dudakları morarmış, bir sura hiç bir şeye cevap vermemiş. Hemşire ben geldiğimde düzelmişti dedi. Hemen çocuğu alıp acil yerine çocuk kliniğine götürdüm, bu arada eşime ulaşamıyorum, neyse bildiğim iyi bir prof vardı ona gidip, anlattım böyle böyle olmuş dedim, fizik muayene yaptı güzelce, Ateş yoktu, düşme çarpma her hangi bir şey olmamış, kahvaltıda yumurtalı ekmek, kaşar peyniri ve süt verilmiş. K. Bey fizik muayenede her şeyi iyi buldu, nörolojik ve kardiyolojik bir sorun olabilir mi diye düşündük. Kalbini dinledi, kalp atışları normaldi, hemogram değerine bakalım, herhangi bir enfeksiyon var mi dedi. Bu arada en önemlisi arkadaşlar çocukta ense sertliği olup olmadığını kontrol etti. Bunun için çenesini göğsüne değdirmesini istedi,. Belli hareketler yaptırdı, parmağını göz ile takip, kolları iki yana açma, eğilme kalkma gibi, havale üzerinde durduk sonra bazen ateş olmadan da havale geçirilebiliniyormuş. Bu nedenle çocuk nörologlarının görüşünü istedi. Kan verdikten sonra eşime ulaşabildim. İlk anda K. Beyden korkulacak bir şey olmadığını öğrenince biraz rahatlamıştım. Bu kez çocuk nörolojisinden bir nörologa gittik. EEG çekimi de yapılsın, şüphe kalmasın dedi. EEG çektirdik. Çok şükür tüm tetkikler temiz çıktı. Ne oldu, niçin kustu, niçin bilinç kaybı, senkron yaşandı diye düşünürken nörologa parmağını gösterdi. Ne oldu buraya dedi doktor, kanadı dedi, batticon sürdü öğretmenim dedi, ve çok şükür olay aydınlandı. Parmağı kanadıktan beş dakika kadar sonra kusma ve fenalaşma görülmüş.
Büyük ihtimalle benim oğluşu kan tutmuş, diğer bir nokta ise Batticon içeriğinde IYOT bulunması sebebi ile alerjik bünyelerde bu gibi reaksiyonlar verebiliyormuş. Herkeste kullanılmazmış. Dikkatli olunması gerekirmiş. Bildiğim kadarı ile allerjik bir tepkisi yoktu ama bunu da öğrenmiş olduk. Ama eşimi ve eşimin babasını kan tutarmış.
Ömrümden ömür gitti resmen. EEG çekimi sırasında çekim uzun sürünce uyku saati de geldiği için uyuyakaldı. Uyur vaziyette okula bıraktık. Simdi işyerimdeyim ama elim ayağım tutmuyor. o anda çok sakindim, tek tek ihtimaller üzerinde durarak, gerekli yerlere hep yalnız götürdüm. Havale, menenjit, kalp sorunun dan tutun da lösemiye kadar ihtimaller üzerinde duruldu. Zaman öyle hızlı aktı ki benim için, bir yandan oğlum elimden tutmuş bıcır bıcır konuşuyor, ona bir şey çaktırmamaya çalışıyorum. Diğer yandan kafamı toparlamaya çalışıyorum. Her şey bitti, olay aydınlandı ama ben simdi sersem gibiyim.
Az once oglumu okuldan aldim, bir sure isyerimde birlikte vakit gecirecegiz. Okul hemsiresi ile gun boyu telefonlastim. Hemsire bir kac saniye kadar cocugun gozlerinin gormedigini ve baygin olmadigini ama sok halinde konusamayip duymadigini soyledi, ogretmeni batticon surdum, kucuk bir cizikti diyor ama surekli parmagina bakiyordu, faaliyet masasina oturdugunda boyayi eline aldi ve fenalasti diyor. Eczaci arkadasimin verdigi bilgiye gore Batticon bu tur reaksiyonlara sebep olabiliyormus.
Dusundukce neler yasadim diyorum. Oglumun saclarinda halen EEG cekimi sirasindan kalan vazelin ve pamuk parcalari var...
İlik bir dus ve uykuya cok ihtiyacim var...
Allah hepimizin çocuklarını görünmez kazalardan, hastalıklardan korusun.
Herkese sağlıklı günler...

12 Kasım 2007 Pazartesi

BALBÖCEĞİ VE 10 KASIM


Resimleri artık iyice şekillenmeye başladı. Geçenlerde çizdiği bir resim hakkında aramızda şöyle bir diyalog geçti:

- Anne baaak, resim yaptım.

-AA çok güzel olmuş, harikasın. peki bu resimdekiler kim?

- Şu benim, yanımdaki de Işıl, şu da bizim çocuğumuz. O bir kız çocuğu.

- Hımmm, Işıl ve sen yan yanasınız, çocuk biraz daha uzakta.

- Anneeee, yanında biz varız, bir şey olmaaaaaaz!!

( Bu cevabı alınca afalladım. Ardından yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı, yıllar sonra yapacağımız bir konuşma bu gün karşıma çıkıvermişti.)

10 Kasım anma törenlerine yaklaşık iki hafta kala öğretmenimiz 4 satırlık bir şiir verip, ezberletmemizi, okuldaki törende okuyacağını söyledi.

Şiir şöyle:

Ey sevgili büyük Ata

Rahat uyu etme tasa

Seviyoruz, seveceğiz

Bilki her an seninleyiz!

Sınıftaki seçmeler sırasında bal böceği, Ey sevgili büyük Ata kısmını yüksek sesle ve öyle büyük bir coşkuyla tekrarlamışki, öğretmeni kendisini seçmiş. Kendi ilk okul yıllarımı hatırladım. Her yıl mukahhak bir şiir okurdum. Kürsüye çıktığımda boğazımı yırtarcasına haykırırdım. Amcamın evi okula yaklaşık 15 dakika uzaklıktadır. Bir gün kuzenlerim, ben şiir okuduğumda evden duyduklarını söylemişlerdi. Balböceğim bu durumda birazcık bana benzemiş görünüyor.

Törene bir iki gün kala evde yemek sonrası şiir okutmaya, törene hazırlamaya başladık. İlk iki satırı gayet güzel, coşkulu okuduktan sonra, üçüncü satırda kelimeleri karıştırıyor:

-Veriyoruz , vereceğiiiizzzz

-Annecim seviyoruz, seveceğiz olcaktı, yanlış oldu.

-Anne tamam baştan:"Eyy sevgili büyük Ataaa ........ veriyoruz, vereceğiiiiizzz

-Annecim bir şey verdiğimiz yok, sadece seviyoruz diyeceksin, hani biz Atatürk' ü çok seviyoruz ya şimdi seviyoruz, ileride de seveceğiz anlamında. Haydi bakalım. Bir kez daha

Bu kez ilk iki satırı gayet güzel okuduktan sonra, üçüncü satırda duraksayıp , yüzüme bakıyor, hah oldu doğru okudu, dördüncü satır:

- Şimdi her an seninleyiz!

-Olmadı annecim bilki diycektin.

- Bilki değil anne, şimdi

- Yok oğlum " Bil ki her an seninleyiz" diye söylemelisin.

-Anne yaa hiç bilki olur mu, bilki ne demek (bilki derken aynı tilki der gibi söylüyor :) ) Doğrusu şimdi olmalı bence.

- Hayır annecim bil kiii, yani bilmekten geliyor, bil! bilmece bilmek gibi, öğrenmek gibi, bilki her an seninleyiz. Hatta bak şöyle okumalısın, elini sol tarafa kalbinin üzerine götürerek okursan çok anlamlı olur. Çünkü Atatürk, kalbimizde ve sen şiirinde Atatürk' e kalbimizde olduğunu bil! diyorsun. Anlaştık mı?

Tören sabahı okula giderken yol boyu şiirini tekrarttırdım, son satırda elini kalbinin üzerine götürp, bittiğinde selam verecekti. Okula varmadan çiçeğimizi aldık. Sabah kahvaltılarını yedikten sonra okul önünde sıra oldular, tren gibi dizilip, hep birlikte Atatürk büstüne gittiler, herbiri büste çiçek koydu, Atatürk' e marşlar söyleyip, öpücük gönderdiler, el salladılar.

Sıra okunacak şiirlere geldi. Ben gözlerim dolu dolu izledim töreni, kocacım da benimleydi, bol bol fotoğraf çektik. Kürsüye arkadaşı yiğit ile birlikte çıktı. Ortalığı çınlatan bir sesle başladı. Üçüncü satırda göz göze geldik, nefes aldı ve devam etti. Doğru okudu. Sonunda da güzelce selam verdi.

Öğleden sonra Atatrürk müzesini ziyarete gittiler, dönüşte bize müze ile ilgili izlenimlerini anlattı. Atatürk' ün kayığını ve kullandığı bazı özel eşyalarını görmüşler. Gün boyu Atatürk hakkında konuştuk. Oğluma geçmişi o karışık, çalkantılı günleri, ülkemizin vahim durumunu anlatıp, sonra Ata' nın bir güneş gibi ülke kaderine doğuşunu ve zafere giden yolu anlayabileceği cümlelerle özetlemeye çalıştım. Odamızın duvarına kendi seçtiği bir Atatürk resmini birlikte astık. Malesef bu güne baktığımda, duyduğum utancı ve kahrolmuşluğu oğluma ifade edemiyor, duygularımı gizlemeye çalışıyorum :(

7 Kasım 2007 Çarşamba

DİŞ YAPIM ÇALIŞMALARIM

Karşıma bir iyilik perisi çıksa ve kendisinden ne dilediğimi sorsa şu günlerde verecek tek cevabım var: Mükemmel dişler!!
Ağzımın içi Büyükşehir belediyesinin yol yapım çalışmalarını sürdürürken oluşturduğu manzaralara benzer bir halde. Çocukluğumdan bu yana bir ayağım hep dişçidedir.
İlk okul beşinci sınıfa devam ediyordum. Sınıf içinde gülerek koşarken ayağım takıldı, düştüm. Ağzım açık olduğu için ön dişlerimi sıranın arkasındaki demire çarptım, önden iki dişim kırıldı. Oluşan travma nedeniyle 11 yaşımda cerrahi takip ve kaplanmış dişlerle tanıştım. Zaten problemli ve zayıf olan diş yapım bu kaza sonucu iyice azıya aldı. Dişçi koltuklarından hiç uzak kalamadım.
Orta okula giderken oturduğumuz semtte evimize yakın bir diş hekimi edinmiştim. Randevu saatlerinde bisikletime atlar, haftanın birkaç gününü sahil manzaralı muayenehanede geçirirdim.
Sonra duayenim, cerrahım Tayfun Bey!! 13 yaşımdan bugüne değin benim tedavimle ilgilendi. Son derece de esprili bir insandır. Çocukluğumu, lise yıllarımı, nişanlılığımı, gebelik dönemimi… bu dönemlerin her birinde ben dişçide olduğumdan gayet iyi bilir. Beni her görüşünde yanımda bulunanlara espriyi patlatır: “En iyi hastamdır, beni hiç bırakmaz. Ağzı beni emekliliğime kadar idare eder. Hatta oğlum diş hekimi olursa ona da devreder.”
Üniversite yıllarımda özel muayenehaneye gitmek trafikte zaman kaybı yarattığından okula yakın diye kampüs içindeki diş hekimliği fakültesine gitmiştim. Stajyer bir öğrenci takip ediyordu. Sene başından sonuna kadar dişlerimle ilgilendi. Dönem sonunda, son dolgumu yaparken duygulu bir şekilde; “size öyle alıştık ki buranın, bu koltuğun dekoru gibi oldunuz, arada ziyaretimize gelin, sizi çok arayacağız” demişti. Kendisinin ilk hastasıydım, ancak öyle tecrübeli bir hastaydım ki, ilk günlerde aeratöre uygun uçları takmasına falan yardım ediyordum.
Bu günlerde tilkinin dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına dönüşü gibi yine diş hekimi koltuklarında yerimi aldım. Az önce konuyla ilgili üç uzman hekim, diş maketimi evirip çevirip inceleyerek, masada duran röntgen filmlerime defalarca bakarak tartışa tartışa tedavi planımı oluşturmaya çalıştılar. Sonuçta son derece zahmetli ve maliyetli geçecek üç ayın sonunda üst ön dişlerimin tamamının (yaklaşık 7 diş) protez kaplamalarla donatılacağını öğrenmiş bulunmaktayım. İçinde bulunduğumuz koşullarda en iyi sonucu verecek ve beni 10 yıl kadar dişçi koltuklarından uzak tutacak hem estetik hem de kullanışlı sonucu yakalamaya çalıştıklarını açıkladılar. Oldukça da özenli davranıyorlar. Haydi bakalım yeni bir maraton süreci…
10 yıl mı??? Beni 10 yıl dişçiden uzak tutacak sonuç mu????? Gelir geçer çözümler yerine, noktalama koymak mı ?? Ben 2 yıla razıyım. 10 yıla 10 kere şapka çıkarır, 10 göbek atarım.!!
Birikmiş bayram paralarım, ilk maaşım, maaş zamlarım …vs hep ben daha elimi süremeden diş hekimlerinin pamuk ellerine bırakılmıştır. Kendim dişçi olamadım bari bir diş hekimiyle evlenseydim. Niye olmasın, model model dişler yapardı bana. Her kıyafetime ayrı renkte dişler kullanır, her davete farklı modellerle katılırdım :)))

29 Ekim 2007 Pazartesi

TERÖRE KARŞI KALEM VE AŞIK BALBÖCEĞİ

Artık iyice yükselen terör eylemleri kapsamında Türk Blog Yazarlarının tepkisini dile getirmek adına Blog Yazarları Topluluğu “Teröre karşı kalem” isimli bir kampanya başlatmış. http://blogyazarlari.ning.com/forum/topic/show?id=503295%3ATopic%3A39596 Kampanyayı ben çok takdir ettim. Linki ziyaret etmenizi öneririm.
Ülkemiz adına oldukça sıkıntılı geçen şu günlerde ruh halim öylesine karışıktı ki sürekli şehit haberlerini izleyip tv, basın ve bunların dışında erişebildiğim her türlü kaynaktan gündemi takip etmeye çalıştım. İlk günlerde işime konsantre olamaz bir haldeydim. Teröre karşı tepkimi ve duyarlılığımı bireysel olarak en etkili şekilde ifade etme arayışı içine girdim. Aylardır hasretle beklediğim yağmur bile yağarken gökyüzü ağlıyor izlenimini verdi.
Oğlumla da zaman zaman terör hakkında konuştuk. Henüz yaşı küçük ama anlayabileceği cümlelerle, dağlarda asker gibi silahlanmış teröristlerin varlığından, şehitlerimizden bahsettim. Okulda da öğretmenleri konu hakkında kısaca bilgi vermiş. Mc Donalds’ a yıl içinde en fazla iki üç kere gitmişliğimiz vardır. Geçtiğimiz hafta bir Mc Donalds şubesinin önünden geçerken balböceğim çocuk menüsü almam için ısrar edince; Mc Donalds sahiplerinin Amerikalı olduğunu ve Amerikalılar bizim askerlerimizi öldüren teröristlere yardım ettiği için bir süre onlardan alışveriş yapmayacağımızı söyledim. Yani şu an Amerikalılarla dargınız, küsüz dedim. Anlayışla karşıladı. Aslında birey olarak yapılacak birincil eylem, vatan ve millet sevgisi aşılanmış dürüst ve hayırlı evlatlar yetiştirmek.
Bu günlerde oğlumu izledikçe hızla büyüdüğünü görüyorum. Son bir yıl içinde boyu çok uzadı, boyu posu, kullandığı ifadeler, yeni kazanımları ile abi olma yolunda hızla ilerliyoruz. Cinsel kimliğine sahip çıkmaya başladı. Ben erkeğim, babam da erkek, dedem de erkek; anne ama sen kızsın diyor. Market alışverişlerimizde sakız alırken bile kendine mavi ve yeşil renklerdeki sakız kutularını seçerken benim içinde mutlaka kırmızı veya pembe renkte sakızlar beğeniyor, bana getirip bunlar senin için anne diyor. Kendi cinsiyetini keşfetmesinin ardından karşı cinsle de ilgilenmeye başladı. Kızlar ve erkekler arasındaki “ufak” farklılıkları sorup bilgilenmeye çalışıyor, bu konuda teoriler üretiyor.
Şu an sınıfta bir sevgilisi var: Işıl! Yaz aylarının başında okul çıkışı bir gün bize Işıl’ ın gelip kendisi ile evlenmek istediğini ve bunu kabul ettiğini, evleneceklerini söyledi. O günden sonra oğluşum Işıl’ ın teklifine sadık kaldı. Yakın tarihte evlenen dayısını da gözlemlediği için evlenecek kişilerin damatlık ve gelinlik giydikten sonra nikah töreni yapıldığını birbirlerine “evet” dediklerini sonra kendilerine ait bir evde yalnız yaşadıklarını bildiği için “tabiî ki büyünce evleneceğiz, daha evimiz bile yok” diyordu. Işıl oğlumu her sabah sevgilim geldi diye karşılıyormuş, bahçeye çıkacakları zaman sınıf teyzelerine, sevgilimin ayakkabılarını ben giydireceğim diyormuş. Bu yaş grubunda bir çocuğun diğerini sevgilisi olarak görmesi o kişiye güven duyduğunu ifade edermiş. Hislerini anlattıkça dinledim, konunun çok üzerinde durmadan ve abartılı tepkiler vermemeye dikkat etmeye çalıştım. Ancak bir gün Işıl’ ın annesi ile konuyu görüşme fırsatı yakaladığımda diğer annenin konudan çok rahatsızlık duyduğunu açıklaması ve kızına “eğer evlenirsen cüce kalırsın” diyerek kızını korkutma yoluna gittiğini uyunca resmen ürperdim. Sınıf öğretmenleri ile konuştum, diğer annenin tepkileri ile benimkileri kıyaslayınca öğretmeni ile paralel davranışlar sergilediğimi görünce rahatladım.
Bir gün bal böceğim Doğan, Işıl ve kendisi arasında geçen bir diyalogtan bahsetti. Doğan Işıla evlenmek istediğini söyleyince Işıl: “hayır olmaz, ben bal böceği ile evleneceğim” demiş. İşte bu diyalogun hemen arkasından bir hafta sonu oğlum rüyasında Işıl’ ı gördüğünü söyleyerek uyanıp heyecanla rüyasını anlattı: “Işıla Doğan evleniyorlardı ve bende çok sinirleniyordum” dedi. Rüyasından dedesine de bahsetti. Ben ona rüyanda biraz üzülmüşsün sanırım dediğimde üzülmediğini sadece sinirlendiğini ısrarla tekrarladı. Rüyaların gerçek olmadığını bu nedenle çok endişelenmemesini söyledim. Bu kez “hayır anne benim rüyam gerçekti, çok gerçekti” diye yanıtladı. Ardından her gün rüyasında Işıl’ ı görmeye başladı. Bir sabah kötülerin arasında kalan Işıl’ ı kılıcıyla kurtarıyordu, bir başka gün Işıla lunaparka gidiyorlardı. Işıl beklemediğim bir şekilde oğlumun bilinç altında ve gündemde yerini aldı.
Resim çizerken kız figürlerini Işıl diye tanımlamaya başladı, okula giderken Işıl’a minik hediyeler götürmeyi istedi, ayrıca gördüğü rüyaları Işıla ve sınıftaki diğer arkadaşlarına anlattığını söyleyip dönütleri bana aktarmaya başladı. Örneğin Işıl anlattığı rüyasını dinleyip hiç birşey demezken, diğer iki erkek arkadaşı bal böceğine gülmüşler. Ben yemek masasında Işıl’ ın yanına oturuyorum, sınıfta el ele tutuşuyoruz, bir kez Işıl beni öptü şeklinde anlatımlarına devam etti. Sık sık ışıl’ ın kendisinin sevgilisi olduğunu tekrar ediyor. Geçenlerde serbest resim çalışması yapmışlar balböceğim Işıl ve kendisini çizmiş, evlenmişler, bir çocukları olmuş ve resimde bir baloncudan çocuklarına balon alıyorlardı.
Anne ben Işıl’ ı seviyorum, dediğinde, Işıl ı ben de seviyorum, ben senin diğer arkadaşlarını da çok seviyorum diye cevaplıyorum. Ama ısrarla, ben Işıla evleneceğim için sadece Işıl’ı seviyorum diyor. Sanırım artık görmezden gelme, sadece hislerini dinleyip paylaşma dışında bir şeyler yapmam gerekiyor. Öğretmeni ile konuştum, sınıf içinde sürekli olarak Işıl’la birlikte olmak istediğini ifade ettiğini söyledi. Ancak yine bunun doğal bir süreç olduğunu da ekledi. Artık her yerde Işıl var, rüyalarında, çizdiği resimlerde, oynadığı oyunlarda… Konu ile ilgili bir kitap buldum, en kısa zamanda alıp okuyacağım. Kitabın ismi “Beş Yaşında Aşk”

16 Ekim 2007 Salı

BİR BAYRAM DAHA GEÇTİ

Ekim 16, 2007 -
Bayrama bir hafta kala Balböceğim “Anne, biraz bayram hazırlığı yapalım” dedi. Ben afallamış şekilde, “bayram hazırlığı mı? Ne yapalım oğlum” dediğimde bu akşam ben oyuncaklarımı toplayayım, sen evi süpür, sonra da pikniğe falan gidelim dedi. Gülümseyip olur dedim. Ancak o akşam oyuncaklarını topladı mı ? hayır!

Bayram öncesi alışverişim son haftaya kaldı. Bu yıl Bal böceğimin geçen sene mevsim sonu aldığım hiç giyilmemiş bir kadife pantolonu vardı. Onun üzerine sadece bir gömlek almayı düşünmüştüm. Annem bu yıl zekat ve oruç fitresi paralarını çevresindeki düşük gelirli ailelerin çocuklarına bayramlık alıp, erzak yardımı yaparak ödemeyi seçti. Kendisi çarşıya çıkmaya fırsat bulamayınca bu çocuklara bayram giysileri alma işi de bana kaldı. Annem sağ olsun telefon deyip, bir yedi yaş erkek çocuk, bir 9 yaş kız çocuk ama sen 11 yaş için al, elbise ve etek istiyormuş şeklinde açıklamaları ile beni yönlendirdi. 3 çocuk için alışveriş hiç kolay değilmiş. Kız çocuk garson boya giydiği için gittiğim çocuk mağazalarında ona uygun bir şey bulamadım. Güzel kızın elbise ya da etek isteğini yerine getirebilmem için peyce dolaşmak durumunda kaldım. Sonunda eteklerinde çiçek ve kelebekler olan pembe şirin bir kadife etek alabildim. Diğer erkek çocuk için de oldukça içime sinen giysiler aldım. Son olarak oğluma bir gömlek seçip alışverişi tamamladım. Eve döndüğümde saat sekizi geçiyordu. Sadece oğlumun pantolon rengi ile gömleğin renkleri hiç uyuşmadı. Daha iyi bir tercih yapabilirmişim ama diğer çocuklar için öyle özenip gezdim ki oğlum arada kaynayıvermiş..

Bayrama iki gün kala, bal böceğime öğretmeni bayramda toplayacakları şekerleri koymaları için kartondan bir şeker çantası yaptırmış. Üzerinde patates baskısı yapmış. Yağıza pantolonunu ve gömleğini, çoraplarını, yeni iç çamaşırlarını bunlar senin bayramlığın diyerek verdim. Güzelce dolabına yerleştirdik, giysilerinin yanına şeker çantasını da ekledikJ

Bu yıl bayramın ilk gününü İzmir’de geçirdik. Kociş bayram namazındayken, kayınvalidemin evvelki yıllardan tembihlerini yad ederek erkenden uyandım, kahvaltı masasını hazırlayıp namazdan dönen kocişi karşılayıp, bayramlaşıp, bayram harçlığımı aldım. Bal böceği de uyandı, neşeyle “anne şimdi bayram mı?” diye sordu. Birbirimizle tekrar bayramlaştık, oğlumuza nasıl el öpüleceğini öğrettik. Efendi bir şekilde babasının elini öptü. Ramazan ayı boyunca babayla birlikte kahvaltı yapamıyorduk. Ailece kahvaltı sofrasına oturmayı özlemişiz. Güzelce kahvaltımızı yedikten sonra oğluşa duş aldırıp giydirdim. Giyinmiş oğluşumuza bakıp, ne kadar büyümüş olduğuna bir kez daha şaşırdıktan sonra fotoğrafını çektik oğluşun. Gece şehir dışına kayınvalidemin yanına gitmeyi planladığımızdan İzmir’ deki bayram ziyaretlerini hızlıca tamamlamamız gerekiyordu. Önce anneanne ve dedeye gittik. Sabah kurulmuş olan kahvaltı sofrası çocuklarla birlikte yenmek üzere öğle saati olmasına rağmen halen bekliyordu, hemen erkek kardeşimi de çağırıp hatır için ikinci kez kahvaltı yedik. Ardından teker teker diğer akrabalarımızı dolaştık.

Bal böceğime haydi bakalım büyüklerle bayramlaş dendiğinde askerlerini selamlayan komutan edasıyla ayağa kalkıp yüksek sesle “bayramın kutlu olsun!” deyişi bizleri çok güldürdü. Bayramdan önce hazırlamış olduğu şeker çantasını yanından hiç ayırmadı. Her evden aldığı şekerleri itinayla çantasına koyup, biriktirdi. Büyükler kendi elleriyle yaptığı şeker çantasına hayran kaldılar.

Bal böceğimiz bu yıl “para” nın ne işe yaradığını iyice anlayıp belleğine yerleştirmiş. Kendisine uzatılan bayram harçlıklarını neşeyle kabul edip cebine yerleştiriyordu. Zaman zaman bu tavrından çekindim, oğlum harçlığını havada kaparken ben fonda “ne gerek vardı?” gibi cümleler sarf ederken bana dönüp “ Anneee hayır, gerek var, çok paramız olsun” deyince iyice afallayıp, hiç ses çıkarmamaya karar verdim.

Bayram ziyaretlerimizin içinde en çok anneannemi ziyaretten keyif aldım. Tıpkı çocukluğumda olduğu gibi dayım, teyzemler, çoluk, çocuk hepimiz bir araya geldik. Bol bol sohbet edip güldük. Anneannem her birimize bakıp damatlarına, bunların hepsi benden, hepsi benim dalım kolum deyip her birimizle bir kez daha övündü.

Gece yola çıktık, kayınvalideme gittik. Onunla da bayramlaşıp gönlünü yaptık, nefis ev baklavalarından yedik, ertesi gün kocişin diğer akrabalarını ziyaret ettik. Klasik ev gezmeleri, hal hatır sormaların sonu gelmeyecek sandım: Nasılsın kızım?

- İyiyim teşekkürler.

- Beyin nasıl?

- Allah’ a şükür o da iyi.

- Oğlun nasıl?

- O da büyüyor işte. Ardından hemen yanımda oturan kocişe dönerek:

- Nasılsın oğlum?, karın nasıl iyi mi?, Oğlunuz nasıl?.......... Ne anlamsız bir sohbettir bu ve eşimin memleketinde de halen çok yaygın.

İkinci gün gece nişan davetine katılıp kurtlarımızı döktürdükten sonra ertesi gün öğleye doğru Çine’ye gidip kocişin anneannesi ve dayılarına bayram ziyaretimizi tamamladık. Orada oğlum bol bol inek ve buzağı sevdi. Hiç korkmadan koskoca ineklerin yanında dolanıp, buzağılara nasıl eliyle ot yediriyor anlamıyorum. Youn bir trafik eşliğinde evimize gece sekiz gibi döndüğümüzde eve yerleştirmem gereken bahçelerden toplanmış hormonsuz, ilaçsız sebzeler, yıkanacak bir yığın çamaşır vardı.

Sonuç olarak yorucu ama oğlum adına bayramlık giysilerini giyme heyacanını yaşadığı, bol bol şeker biriktirip bayram harçlığı topladığı, akrabalarımızla kucaklaşıp el öptüğü, büyüdüğünde hafızasını yokladığında eski bayramları ben de gördüm, yaşadım diyebileceği bir bayram yaşatmaya çalıştık. Allah hep beraber nice bayramlara ulaşmamızı nasip etsin!

REFERANDUMA 5 GÜN KALDI

Ekim 16, 2007 -
5 gun sonra referandum var, ama secmenlerin cogu referandumun icerigini bilmiyor.
Cogunluk, sadece cumhurbaskanligi icin saniyor.
Referandumda neyi oyluyoruz?
Anayasa degisikligi paketinde su duzenlemeler yer aliyor:
Cumhurbaskaninin halk tarafindan secilmesi.
Ayni kisinin 2 kez cumhurbaskani secilebilmesi.
Cumhurbaskaninin gorev suresinin 7 yildan 5 yila indirilmesi.
Cumhurbaskanligi seciminin, cumhurbaskaninin gorev suresi bitmeden onceki 60 gun icinde tamamlanmasi.
Genel secimlerin 5 yil yerine 4 yilda bir yapilmasi.
TBMM'deki secimler dahil tum oturumlarin 184 milletvekili (TBMM uye tamsayisinin ucte biri) ile acilmasi.
Gecenlerde bana da ulasan bir mailde

"katilim orani %50'ye ulasmazsa iptal edilir, referanduma katilmayin, bu maili dagitin" diyordu.

Kesinlikle inanmayin.

Yuksek Secim Kurulu Baskani'nin açıklamasi asagida:

YSK Baskani Muammer Aydin, Turkiye’deki Anayasa ve yasalarda secmenlerin halk oylamasina katilimina iliskin bir sart bulunmadigini bildirdi. Anayasa ve yasalarda halk oylamasina katilim oranina iliskin cogunluk sarti bulunmamasi ve katilimin yuzde 50’nin altinda olmasi halinde “mesruiyet sorunu”nun ortaya cikacagi iddialarini gundeme getirdi.YSK Baskani Muammer Aydin, AA muhabirine yaptigi aciklamada, mevcut Anayasa ve yasalarda secmenlerin halk oylamasina katilimina iliskin bir sart bulunmadigini belirtti.
Avrupa ulkeleri veya diger ulkelerdeki anayasalarda boyle bir sart bulunup bulunmadigini arastirmadigini soyleyen Aydin, “3376 sayili Anayasa Degisikliginin Halk Oylamasina Sunulmasi Hakkinda Kanun” geregince halk oylamasina katilim yuzde 20 bile olsa, gecerli oylarin yarisindan bir fazlasinin sonuc icin yeterli olacagini kaydetti.
3376 sayili Kanun, halk oylamasinda gecerli oylarin yarisindan cogunun “evet” olmasi halinde anayasa degisikliginin Turk milleti tarafindan kabul edilmis sayilmasini ongoruyor.

4 Ekim 2007 Perşembe

DOYAMAM SOHBETİNE :)

Ekim 4, 2007 -
Dün gece evimizde cümbüş vardı J yemek faslından sonra balböceğim oyuncak sandığını ters çevirip tahta kaşık ve spatula ile davul çaldı. Ben durur muyum? Oğluşa tempo tutturup dans etmeye başladım. Az sonra salonda yerde çılgın gibi davul çalan oğlumun etrafında eşim ve ben ateş dansı yapan Kızılderililer gibi dönüyorduk. Balböceği çaldı, biz oynadık. Ama en fazla on dakika sonra nefes nefese kaldık. Balböceği ile odasına geçip, “anaokulu” dergimizin en son kaldığımız yerinden devam ederek “ders yapmaya” başladık.

Boyama yapmaya başladık. Balböceğim: “anne sakın bakma sana sürpriz yapacağım” dedi. Hem boyama yapıp hem de benimle konuşuyordu. “Anne ben bir şey içince göz yaşlarım geliyor” dedi. “!? Nasıl yani” dedim. “İşte ne zaman bir şey içsem göz yaşlarım geliyor, kola içtiğimde geliyor, su içtiğimde geliyor.” “!??”

Güya sürpriz yapacaktı, “en sevdiğim renk kırmızı, şimdi çiçeği kırmızıya boyayacağım. Anne kızlar da kırmızı sever demi? Ama bende kırmızıyı severim” deyip çiçeği kırmızıya boyadı. Sonra elinde tuttuğu boya kalemlerini gösterip; “Anne üç tane yeşil kalemim var, ama hepsi değişik yeşil, birisi açık yeşil, bazıları da kapalı yeşil J)”

“Anne sümüklüböceğin adı aslında salyangoz mu?” sorusu üzerine ona salyangozla sümüklüböceğin aynı olduğunu, salyangozun diğer isminin sümüklüböcek olduğunu söyledim. “Anne o zaman soyadı sümüklüböcek diğer adı da salyangoz.”

“Güzel boyama yapamayan çocuklar boyama kursuna gitmeli anne, yüzme bilmeyenler yüzme kursuna gidiyor ya ondan öyle söyledim. Boyama bilmeyenler de boyama kursuna gidip öğrenmeli. Anne bak benim gibi dikkatli boyayacaksın. Bak sen beni izle, bu iş çok zor.”

“Anne seninle bilmece oynayalım mı? Bak şimdi bir çocuk varmış, onun birde annesi varmış. Bu çocuğun üç kalemi varmış, birini annesi almış , kaç kalemi kalmış? Hadi bana bilmece sor anneee.” Arka arkaya bilmeceler sordurup yanıtlamaya çalıştığı günlerden birinde repertuarımdaki bilmeceler bitince mızıldanmaya başlayınca ben de basit çıkarma işlemlerinden oluşan uydurma bilmeceler türetmiştim. Şimdi en sevdiği şeylerden biri oldu bu sözde bilmeceler.

İşte böylesine geveze bir oğlan annesiyim, ama ikimizin de en sevdiği şeylerden biri karşılıklı sohbet ettiğimiz zamanlar…

1 Ekim 2007 Pazartesi

BUGÜN DÜNYA ÇOCUK GÜNÜ

Ekim 1, 2007 -
Dünyada her yıl 275 milyon çocuk, aile içi şiddet görüyor. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan çok ülkeli bir araştırmaya göre, çocukluk döneminde şiddete maruz kalanların, tüm çocuklara göre oranı yüzde 21'e çıktı.

Kız çocukların istismara maruz kalma olasılıkları erkek çocuklara göre çok daha fazla. Okullarda da yaygın olan şiddet, çoğu kez kızları hedef alıyor.

28.9.2007 Türkiye’deki Çocuk Vakfınca yayınlanan “Türkiye’nin Çocuk Gerçeği” raporuna göre;

1-Türkiye’de çocuk sorunlarında en büyük etken yoksulluk.

2-Her 4 çocuktan biri yoksul.

3-Her 5 çocuktan biri çalışıyor.

4- Dünya'da her yıl 275 milyon çocuk aile içi şiddete maruz kalıyor

Bunlara ek olarak aile ve çocuk, anne ve çocuk sağlığı, eğitim, yoksulluk, güç koşullardaki çocuklar, çocuk ihmali ve istismarı, çocuk hakları, yargılamadaki çocuklar, çocuk ve medya konularına yer verilerek, sokaktaki çocuklar konusunda en sorunlu 2 il ise İstanbul ve Diyarbakır olduğu belirtilmektedir.

Bebek ve 5 yaş altı ölümlerinin hala yüksek olduğu, Anne Çocuk Sağlığı eylem Programının etkin biçimde uygulanmadığı ve 0-18 yaş sağlık güvencesinin sağlanmadığı belirtilerek, korumaya muhtaç çocuk sayısındaki artışa dikkat çekiliyor.

Son olarak Türkiye’nin çocuk pornografisi konusunda riskli ülkeler arasında yer aldığı ve yine Türkiye’nin çocuk göstergelerinin dünya ortalamasının altında olduğu gerçeklerine yer veriliyor.

Tüm Dünya Çocuklarının günü kutlu olsun.

Çocuklar yarının büyükleridir. Geleceğin yöneticisi ve güvencesidirler. Unutmayalım ki yarının umudu çocukların elinde ve onların iyi yetiştirilmesindedir.

OĞLUMLA BİR DİYALOGUMUZ

Ekim 1, 2007 -
Oğlumla hafta sonu aramızda şöyle bir konuşma geçti:

_ Anne, Ege semih bir korku macera filmi izlemiş ve gece rüyasında korkmasın diye Allah’ a okumuş, ne komik demi anne?

_ Ege Semih, gece korkunç rüyalar görmesin diya Allah’ a dua etmiş, Allah ona dua eden kişileri duyar ve çocukları çok sever, çocuklara hep yardım eder.

_ Anneeee, Allah nerdedir?

_ Allah her yerdedir ve ne zaman ihtiyaç duysak, ne zaman konuşmak istesek bizi dinler.

_ Allah’ ı nasıl görürüz anne?

_ Allah’ ı ancak ölüp cennete gittiğimizde görebiliriz.

_ Anneeee Allah ejderha kadar büyük müdür?

_ Allah bu dünyadaki her şeyden, ejderhadan daha büyüktür. O, çok güçlüdür. En büyük Allah’tır, ondan daha büyük ve daha güçlü hiçbir şey yoktur.

_ Anne Allah insanları öldürür mü?

_ Bütün insanlar doğarlar, büyüyüp çocuk olurlar, yetişkin olurlar, yaşlı olurlar ve ölürler. Allah’ ın en önemli işi insan yapmaktır. Bu dünyadaki işlerin devamı için Allah insan yapar, bütün bebekleri ölen insanların yerine Allah yapar.

_ Anneee Allah bize nasıl yardım eder?

_ Bir şey istediğimizde Allah’ a dua etmeliyiz, O’ nun olmasını istediği her şey olur.

_ Anne yurdumuzu düşmanlardan kim kurtarmıştı?

_ Eeee, Atatürk!

_ Anneee, bana Atatürk yardım etsin!

_!??

26 Eylül 2007 Çarşamba

OLUYOR GALİBA

Eylül 26, 2007 -
1. Geçtiğimiz cuma günü ortada bir sıkıntı varsa bunu mutlaka görüşmek gerekir düşüncesiyle hareket edip anaokulu müdürümüzle görüşmeye gittim. Oldukça olumlu bir konuşma oldu. Sıkıntılarımı, endişelerimi bir bir dile getirirken aynı zamanda okulu karşıma almak istemediğimi de belirttim. Çocuklarımızı beraber büyütürken zaman zaman paslaşmanın gerektiğini, sınıfın genel durumu ve çocuğumun tutumları hakkında zaman zaman bilgi aktarımına ihtiyaç duyduğumu ancak, geçtiğimiz sene boyunca öğretmenimizin benim mesai bitimimden hemen önce okuldan ayrılması ve her sorumu : “iyiydi annesi” şeklinde kısaca cevaplaması nedeni ile bilgi aktarımını sağlayamamış olduğumuzu açıkladım.

Öğretmenimizin “4 yaş grubu en hafif gruptur, o nedenle çok faaliyet yapmadık” açıklamasına gönderme yaparak, çocukların kreş döneminden edindikleri kazanımların çoğunda çözülmeler olduğunu, yaşları gereği her birinin oyun çocuğu olduğunu tabiki bildiğimizi ancak oyundan oyuna fark olduğunu dile getirip daha çok eğitici oyunlara yer vermeleri ricasında bulundum. “Eğitimin anne karnında başladığının sıkça vurgulandığı şu günlerde, eğitim için 7 yaşın beklenmesi durumunda da çok geç kalınmış olmaz mı?” dedim.

Çocukların sınıfta izlemek üzere evden getirdikleri cd’ lerin yaz boyu sürekli izlendiğini ve bu cd lerin herhangi bir kontrolden geçirilmeden izlettirildiğini saptadığımızı ve piyasada yer alan cd hatta çocuk kitaplarında bile çocuğuma seçim yaparken nasıl seçici davranan bir veli olduğumu okul yönetiminden de aynı duyarlılığı beklediğimi vurguladım.

Çocuğumun yeni bir şey öğrenip öğrenmediği konusunda dönütler alamayışımıza ve okulca belirlenen programın çocuklara uygulattırılmasına rağmen dönüt alınmamış olması konusunda öğretmen veli iletişiminde bir aksama olduğu saptandı. Benden önce müdüre hanımla görüşmeye giden birkaç veli daha olmuş, benim konuşmam da bunlara güzel bir ilave oldu sanırım. Müdüre hanım sıkıntılarımı çok iyi algıladığını söyledi ve iki ay süre istedi. Sonuçta birbirimizi karşılıklı anlamış ve incinmemiş olarak sone erdi konuşmamız, rahatladım. Bu arada 5 yaş grubu için çocukların yeni ders yılı programına milli eğitimin yönergesi doğrultusunda ilköğretimlerle birlikte 17 Eylülde başlanacağını açıkladı. Yani okulumuz ve çocuklar 3 aylık aslında yaz tatilindelermiş!!!.

Bu hafta oğlum, her gün bir faaliyet yapmış ve yeni bir şarkı ve tekerleme öğrenmiş olarak eve döndü. Dün okul çıkışı öğretmenimiz çocuklara tatil konulu resim yaptırmış, her bir resim üzerine çocukların resimle ilgili açıklamalarını not almıştı. İlgili notlarla resimleri bize teslim etmek üzere çıkış saatinde velileri karşılamak üzere hazır bekliyordu. Çocuklarımızı bize kendisi teslim etti ve çocukların resimleri ile ilgili her veliyle kısa kısa konuştu. Sonra okulun bahçesine geldi, bizlerin arasına karışıp sohbet etti, sınıfça günlerini nasıl geçirdiklerini anlatırken, çocuklarla yaşadıkları diyaloglara da yer verdi. Çocukların genel tutumlarından onların cümlelerini kullanarak bahsetti. Yani ilk dönütleri aldık J)) Çok da mutlu oldum.

2. Bir önceki postumda oğlumun yemek yeme konusunda isteksizliğinden ve elden giden yemek disiplinimizden bahsetmiştim. Bugün http://www.uzmantv.com/ isminde güzel bir web sitesiyle karşılaştım. Zor yemek yiyen çocuklar hakkındaki psikolog görüşlerini ilgiyle izledim ve kendime notlar aldım. Aldığım notlara burada da yer vermek istedim:

- Yemek yemeyen çocukların yemeklerini yemeleri için üzerine gitme olumsuz tepkiye yol açıyor ve çocuk yemeğe düşman olabiliyormuş. Yemek yeme işi çocuk için kabusa dönüşebiliyormuş. Artık yemek yemek bir sorun oluyor şöyle ki; çocuk bu nedenle sürekli eleştiri alıyor ve aile bir tatminsizlik durumu ile karşılaşıyor. Bu nedenlerle çocuklar acıktıkları zaman yedirilmeliymiş. Acıkan çocuk zaten yermiş.

- Çocuklara oyunla yemek yedirmek: Küçük yaşlarda belki olabilir ama 2-2,5 yaş sonrası oyunla yemek yedirmek yanlış bir davranış olurmuş. Çocuğa yemek sorumluluğunu vermek, yetişkinler gibi yemek saati sofrada bulunmasını sağlamak gerekliymiş. Sofranın birlikte kurulması sağlanabilir, çocuğa minik sorumluluklar verilip, yardımı istenerek adaptasyonu sağlanabilirmiş. Yemeğin düzenli olarak gerçekleştirilen ve gerekli bir eylem olduğunu çocuğa anlatmak önemliymiş.

- Çocuk biyolojik yoksunluk durumuna gelene kadar aç kalabilirmiş.

- Örnek ebeveyn olmak da önemli, bu nedenle çocuğun yemesi istenen şeylerin ebeveynleri tarafından az da olsa birlikte yenmesi gerekirmiş.

- Ceza ve Ödül: Ceza her zaman yanlış bir davranış, ödül ise yeme problemi yaşanan çocuklarda tamamen yanlış. Ödülü almak için değil fiziksel ihtiyaçlarını gidermek için yemek yemesi gerektiğini öğretmeliymiş. Karnı acıktığı, guruldadığı ve bazı yoksunluk belirtilerini gidermek için yemek yerse zaten oyuncak vb. ihtiyaç duymadan yermiş. Bu nedenle az da olsa yemek yemeli.

- Çocuklara yemek azar azar verilmeli, tek bir çeşitle karnını doyurması yerine her şeyin azar azar tadını alması sağlanmalıymış.

- Yemek yeme sorunu genellikle 2-5 yaş arası çocuklarda büyüme hızının yavaşlaması nedeniyle gözlenirmiş.

- Küçük travmalar (örn. evde bir hayvanın ölçesi, arkadaşlarıyla arasında geçen bir tartışma… vs) çocukta iştah kaçmasına neden olabilirmiş. Bu nedenle çocuk yemek yemiyor diye endişelenmek yerine davranışın altında yatan neden araştırılmalıymış. Çocuğun neye karşılık yemek yemediği sorununu çözmek gerekliymiş. İştah aynı zamanda da genetik bir olaymış.

3. Oğlumla birlikte evde zaman geçirmek için bazı araçlar buldum. Her çarşamba günü sabah gazetesi ekinde AÇEV’ in 3-6 yaşındaki çocuklar için hazırladığı eğitici aktivite dergisi veriliyor, bu derginin üçüncü sayısını aldım. Çok eğlenerek bir hafta içinde bu dergiyi bitirdik, sabırsızlıkla diğer sayıyı bekliyoruz. Tavsiye ederim gayet güzel bir dergi. Sabah gazetesi tanıtım amaçlı bir iki sayı daha verip sonra dağıtımını yapmayacakmış. İsteyen abone olabiliyor. İlgili dergi http://www.anaokuludergisi.com/ adresinden incelenebilir. Bu hafta içerisinde oğlumla birlikte Pinokyo filmini izlemek için sinemaya gideceğiz, renkli karton aldık ve kartondan bir çiftlik evi oluşturacağız. Oğlumla kaliteli zaman olayında da böylece yol aldık. Bu arada yeteneği keşfedilen çocuk için geliştirici kurslara ödenek çıkarmak için çocuk daha küçükken yatırım fonları oluşturup para biriktirmek gerektiğine karar verdim. Çünkü bu tip geliştirici kurslar (keman,piyano, müzik kursları..) bir hayli ateş pahası.

4. bu maddeye de oğlumdan bir inci yazayım dedim: daha önce damla sakızlı olduğunu söylediğim cikletini bana çevirip sordu: Anneee bu sakızın damlası mı bitmiş ???

19 Eylül 2007 Çarşamba

5 YAŞ ANNELERİNE

Eylül 19, 2007 -
Balbocegim anaokulunda bes yas grubuna devam ediyor, bu yas cocuklari olan annelere cocuklariyla evde yaptiklari etkinlikleri soracagim, birde cocuklarimizi artik egilimlerine gore sanat, vs. spor konusunda yönlendirmek, ilgili kurslara baslatabilmek icin uygun yasa geldiklerini dusunuyorum. izmir icin ne gibi alternatifler var, neler yapılıyor?
Evde yapılan faaliyetleri öğrenme isteğim şundan dolayı: balböceğim artik büyüdü ve sosyallesmesi nedeniyle genellikle kendi kendine oyun oynuyor. Birlikte oyun parkina gitsek bile kendisi kayip, kendisi salincakta sallanabildigi, ya da bisiklet surdugu icin genellikle uzaktan izliyorum. Baba ile daha cok zaman geciriyor. Evde onu opup koklamanin ve arasira gununu nasil gecirdigine dair sohbetlerimizin disinda beraber zaman gecirdigimiz sureler oldukca azaldi. Kaliteli zaman gecirme olayini pek yasayamiyoruz. Ama ihtiyac duydugu her an oglumun yanindayim ve birlikte olduğumuz sürelerde bazı detayları ihmal etmemeye çalışıyorum: konuşurken özllikle göz teması kurmak ..gibi.
Evde geçirdiği zamanlarda okulda yaptiklarini tekrar tekrar yaptirip cocugu yormamak adina beraber faaliyet de yapmiyoruz. Zaten yeterince yapiyor okulda.
Bu nedenle icim cok rahat degil, diğer annelerin neler yaptiginizi merak ettim. Balböceği biraz ozguvenli bir cocuk oldugu icin genellikle her seyi kendisi yapmak ister. Yalknz kalmaya alisiktir, cok zorda kalmadıkça yardim istemez. O nedenle cocuktaki bazi seyleri eksik birakmak istemiyorum, onu her anlamda tatmin eden bir ebeveyn olma gayreti içindeyim. Her ne kadar buyuse de aslinda sadece dort yasini bitirmis bir cocuk. Yaşdaş çocuğu olan annelerin bu konuda degisik tecrubeleri ve onerileri varsa benimnle paylasirsaniz sevinirim. Son günlerde kartonlardan birlikte ciftlik yapmamizi cok istiyor. Önümüzdeki günlerde çiftlik yapmaya çalışacağım.
Düşündüğümde belli alanlarda (spor ve sanat dalarlında ) usta kisiler bu isin egitimine genellikle kucuk yaslarda baslamis oluyorlar. Gecen yillarda cocuklara degisik alternatifler sunulup tanitilmasi gerektigi, sonra cocugun bu tanisma asamasini asmasinin ardindan hoslandiklarinin kesfedilip eger isterse onlardan birine yonlendirilmesi gerektigi konusunda bilgiler edinmistim.
Ve yine arastirdigimda henuz kas gelisimleri tamamlanmadigi icin bazi spor faaliyetlerinin agir gelebilecegini ogrendim, ama ne bileyim muzik ve sanat alaninda en azindan tanisma kismini saglamak adina bu yil cocuklarimizla neler yapilabilir ? Belki surekli bir kurs olmayabilir, zira bir cok anaokulu zaten bu yil, cimnastik, bale, muzik gibi ek dersler veriyorlar. ben takviye ya da birlikte bir etkinlik anlaminda yani veli-cocuk etkinligi olarak neler yapilabilir?, bunun ustunde duruyorum.mesela İdil arkadasimiz bir ara oglu Baran' i bir tur muzik kursuna sırf degisik muzik aletleri ve sesleri tanimasi icin gonderiyordu.

İzmirde ne gibi alternatifler var, neler yapiliyor, neler yapilabilir, bu arayis icindeyim.

12 Eylül 2007 Çarşamba

KAFAM KARIŞIK

Eylül 12, 2007 - Çalışmaktan nevrim döndü. Beynimde düşünceler, dosyalar, işler uçuşuyor. Öyle yoğunum ki günün her anını koşuşturmakla geçirdiğimi fark ediyorum. Takvime baktığımda ayın sekizi, dokuzu, onu, eylül ortası ... zamanın ne denli hızlı aktığına şaşırıyorum. Tatil biter bitmez her günü tabiri caiz ise iki ayağım bir pabuçta ya da dokuzun ayın çarşambasını aynı güne getirerek yaşıyorum.

Balböceğim konusunda kafam epeyce karışık.. Bahar aylarının bitmesine doğru yemek disiplini oldukça değişti, yaz tatilinde ise yemek disiplini diye bir şey yoktu .Günün her anını kendi kendine oynayarak geçiren bal böceği yemek masasına da mutlaka bir iki oyuncakla birlikte oturuyor ve yemek esnasında sürekli onlarla konuşuyor, oynuyor. Oyundan sıyrılıp tabağındaki yemeğe bir türlü konsantre olamıyor. Defalarca sandalyesinden türlü nedenlerle inip tekrar oturuyor. Bizler yemeğimizi bitirdiğimizde bal böceğinin daha ilk çeşit yemekte takılı kalması sinirlerimi bozuyor. Yemek esnasında mutlaka bir kez tuvalete gidiyor. Sonuçta önüne ne koyarsam sadece yarım tabak zorla yedirilip, yemek işine son veriliyor. Özenerek hazırladığım çorbalar, sebze yemekleri, soslu spagetti vs. öylece duruyor masada. Kendi kendine yemek yeme alışkanlığını, yemek saatinde büyüklerle birlikte masanın etrafında hazır olmayı oldukça erken kazanan oğlum; artık büyüdüğüne kanaat getirdiğim şu günlerde bütün kazanımlarını terk etmeye başladı.

Asla kendi kendine yemek yemiyor, asla kendi kendine tuvalete gitmiyor, tuvalete anne ya da babası tarafından taşınmazsa üzerine yaptığı durumlar oluyor, dışarıya çıktığımızda kucakta taşınmak istiyor, kısa süreli yürüyor, kendisi uyumuyor.

Nasıl bu duruma geldiği konusunu irdelediğimde ikilemler yaşıyorum. Öncelikle hala kızımız Elif’le birlikte geçirdiği günlerde kıskanmış olabileceğini ve bir nevi ilgi çekme durumlarına benzetmiştik tabloyu. Ve kendisinin bebekleşmesine müsaade tanıdık. İlgimizi olabildiğince üzerinde tuttum. Sen abisin cümlelerinden kaçınıp onun da çocuk olduğunu kendime ve ona hatırlattım. Ancak şu tuvalet ve ağzına yemek tutma işinde oldukça gerildim, çünkü bunun alışkanlığa dönüştürülmesini istemiyorum.

Aç olsa yer diye düşünürek, yemek yeme konusundaki isteksizliğini görmezden geldim, yemek istemediği durumlarda ısrarcı olmayıp masadan kalkmasına izin verdim. Bu kez zayıflamaya başladı ve midesine bir şey inmediği anlarda kendimi suçlu hissettim. Onun yorulup enerji harcamasına çalıştım, örneğin parkları bahçeleri gezdirip koşup oynattığım zamanlarda daha istekli yiyeceğini düşündüm. Yine olmadı, tamam ben yedireyim dedim o zaman yiyor, ama bunun böyle sürmesini istemiyorum. Babasıyla ona yemek disiplinini yeniden kazandırmayı hedefledik, havaların birazda serinlemesiyle işimizin daha kolay olacağını ümit ediyorum. Şunu da belirteyim; masaya oyuncak getirmeye izin yok artık ama bu kezde ekmekleri, çatal kaşığı konuşturuyor ve hayal dünyasının içinde oyuna dalıp yemeği yine unutuyor. Bu konuda tecrübeli anneler varsa lütfen yardım diyorum !!!



Bu konunun dışında, canımı sıkan ikinci nokta ise devam ettiğimiz anaokulundan artık memnun değilim. Sınıflar çok kalabalık, kalite düşük. Biten bir öğretim yılının sonunda balböceğimi ele aldığımda kreşte geldiği noktanın bir çıta üzerine çıkamadığımızı görüyorum. Tek iyi tarafı kreşteki arkadaşlarının en az on tanesiyle bir arada olmaları. Ne doğru düzgün faaliyet yapılıyor, ne bir şarkı tekerleme öğreniyor, bütün günü oyunla geçirip dönüyorlar. Bunda personelin ve velilerin çoğunun yaz tatilinde olmalarının payı da var ama duruma müdahale etme gereği hissettim. Velileri şöyle bir yokladığımda benzer düşüncelerde olduğumuzu gördüm ve konuyu yönetime taşımaya karar verdik. Hal böyleyken seneye altı yaş grubu olucak olan bal böceğini en azından önümüzdeki yıl okuldan almak aklıma düştü. Bu seferde ilk okullardaki ana sınıflarının yarım gün olduğunu öğrendim. Kafam hayli karışık…

10 Ağustos 2007 Cuma

TEYZE OLDUUUUUMMMMM

Ağustos 10, 2007 -
Tam 42. haftaya girecegi gun bizim minik prensesimiz dunyaya geldi. Dogum oldukca zor oldu cunku Turkiye' deki uygulamalarin aksine burada hekimler olabildigince mudahale etmeden her seyi dogal akisina birakiyorlar. Böyle olunca da anne ve bebege cok is dusuyor. Ben ilk kez normal doguma tanik oldum.

Kizkardesimin suyunun patladigi gece dogru hasteneye kostuk, NST' ye baglayarak bebegin kalp atislarini ve rahimdeki kasilma ile sanci seviyelerine baktilar. Agri on dakikada bir geliyordu ama ebe dogumun en yakin 10-15 saat sonra baslayacagini bu durumda annenin dinlenmesinin daha uygun olacagini söyledi. Elimize iki agri kesici ve bir sakinlestirici verip, gönderdi. Anne adayinin yatip uyumasini, sabah sekizde hastanede olmamizi soyledi ki o sabah saat sekiz için zaten önceden alinmis randevumuz vardi. Gece ikide eve dönduk, kardesim tarif edildigi gibi ilaclarini icip yatti, ama ilaci icince bir kalp carpintisi baslamis ve uyumamis hic, sabah sekizde resmen sarhos gibi uyandi, hastaneye gitigimizde bu durumu devam etti, gozunu acamiyor, kelimeleri toparlayamiyordu bu halde nasil dogum yapacak diye endiselendik hep. O gun boyunca kardesim sanci cekti ancak sancilarin daha da siklasmasi gerekiyordu, bizi son derece konforlu bir odaya aldilar, burasi ayni zamanda dogumun gerceklesecegi odaymis. Baska hicbir hastayla karsilasmadan gerceklesti dogum. Bilindigi uzere bol sancili, ciglikli bir dogumdu. Ebe ve hemsireler herkes cok guler yuzluydu. Anne ve baba ile surekli konusarak onlara yardimci oldular, doguma bende girdim. Bebek suni sanci ile dogdu ve vakumla alindi.

Bebek dunyaya gelir gelmez daha göbek bagi bile kesilmeden annenin karni ile gogsu arasina biraktilar bebegi orada uzun sure agladi, henuz hicbir kontrolu yapilmamisti ve annenin islemleri devam ediyordu, bebek bir sure sonra yalanmaya basladi, ciplak ve kanli sekilde yaklasik bir saat kadar annesinin gogsunde durdu. Biz usuyecek diye endiselenince dogum ekibi onu en iyi isitacak seyin anne sicakligi oldugunu soylediler. Doğumdan bir sat kadar sonra babasi bebegin göbek bagini kesti, ondan sonrada bebek ayni sekilde annesinin kucaginda kaldi, kardesim saskin saskin bebegi sevdi, konustu, o anda tum agrilarini unuttugunu soyledi. Bense ikisinin ilk anlarini kameraya almakla ugrastim. Bebek annesini emene kadar kimse mudahale etmedi, ne bebegi giydirdiler, ne de ilk kontroller yapıldı. Yaklasik iki saat kadar durum böyle surdu. Bebek sakinlesti, annesini emdi, cok sasirdim, gozlerini acip annesine bakti hatta, kafasini bile tutmaya calisiyordu.

Sonra bebek guzelce temizlendi, boyu kilosu ölculdu, giydirilip yeniden annenin kucagina birakildi. Annenin ust kismini bebek sicakligini iyive duyabilsin diye ciplak tutturdular. Bebegimiz kus yavrusu gibi gorunuyordu. Anne ve bebek o anda birbirlerine iyice alisip baglandilar, bebegi ne zaman annesinden almak istesek agladi, annesinin gogsune dayadigimizda sustu.

Simdi kardesim de prensesi de gayet iyi ve sagliklilar. Bebegimiz dunyada gördugum en sevimli bebeklerden biri, cok komik mimikleri ve cadi gibi aglayisi var. Yarin hastaneden ayrilip eve gelicekler. Teyze olmak cok guzel bir duyguymus....

31 Temmuz 2007 Salı

NORRKÖPING'TEN SELAMLAR

Temmuz 31, 2007 -
28 Temmuz´dan beri buradayiz. Balböcegimile ilk yutrdisi seyahatimizi ve ilk ucak yolculugumuzu gerceklestirip geldik. Kocacimdan ayrilmamiz kolay olmadi' balböcegi ile defalarca sarilip kucaklastilar. Endiselerimin aksine yolculugumuz cok iyi gecti, en cok Munih havaalindan aktarma yapacagimiz icin korkuyordum, alman polisleri cok yardimseverdi, orada da unuttum sandigim almancam imdada yetisti ve bulbul gibi sakidim resmen. Cep telefonum avea hatti oldugundan ve sag olsun avea sirketi telefonumu yurt disina acma islemlerini gerceklerstiriken orada sebekenin olmadigi konusunda hicbir uyarida bulunmadigindan yolculuk sirasinda hic kimse ile haberlesemedim. En buyuk korkum kizkardesimin dogum sancisinin baslamasi ve herkesin hasteneye kosmasi nedeni ile hic kimsenin hava alanina bizi almaya gelmemesiydi. Neyseki yegenim uslu uslu bekledi teyzesini, hatta simdi artik dogabilirsin dememize ragmen tik yok.

Ucus sirasinda balböcegimle pencereden disariyi izledik, bulutlarin icinden gecmek ve yeryuzune o kadar yuksekten balmak cok ilginc geldi ona. Sikildigi zamanlarda boyama yapti, cantamdaki sekerlemelerden atistirdi, kulaklarimiz tikanmasin diye bol bol sakiz cignedik. Yarim saat uyudu ama inise gectigimiz icin uyandirmak durumunda kaldim, sabaha karsi evden cikmamiza ve uykusunu alamamis olmasina ragmen kolayca uyandi ve cek cekli valizi asilarak bana yardimci oldu hep. Etrafindakilerle israrla turkce konusarak anlasmaya calismasi oldukca komikti, diger insanlarin tipki ingilizce cd' lerdeki gibi konustugunu söylediginde cok guldum. Munih havalimaninda iscev ucagini beklerken birlikte kahve icmeye bile zamanimiz oldu. Isvec' te stockholm havalimanina indikten sonra Norrköpinge araba ile yaklasik iki saatte gidiliyor. sag olsun kizkardesimin kizi bizi karsiladi, yol boyunca her 500 metrede bir mc donalds istasyonlari karsimiza cikinca sasirdim. Sonra bir alisveris merkezine girdik, her sey öyle tanidikti ki, örnegin erzincan kasari, gazi yogurdu, bulgar peyniri, knorr köfte harci ustelik ambalajlari da turkce. Vaaayyy dedim ve ulkemle gurur duydum.

Isvec cok guzel bir ulkeymis. Kizkardesimle bol bol özlem gideriyoruz simdi. Karni burnunda olmasina ragmen bize sehri gezdirmeye calisiyor hep. Burada yesilin her tonunu görmek mumkun, harika bir dogasi var, ömrum boyunca görmedigim manzaralara sahit oluyorum. Burada sokaga ciktigin anda doga ile ic icesin, deniz, orman bir arada. Ulkemiz icin cok uzuluyorum, ucaktan bile collesmeye dogru gidis acikca görunuyordu, kuresel isinmaya karsi cok daha bilincli davranmak ve alinan önlemlere elden geldiginca katkida bulunmak gerekli, durumumuz oldukca vahim.

Burada kentlesme , altyapi her sey oturmus durumda. Insanlari da cok sevecen, her karsilastigim hej! diyerek ismini söyleyip, tokalasiyor. Her apartmanin alt katinda buyuk kazanlarda cöpler ayristiriliyor, cöpleri cinslerine göre ayri ayri kazanlara atiyorsun, yine her binanin alt katlari buyuk otopark, sokaklarda park etmis arabalara cok nadir rastlaniyor o yuzden.

Engelliler ve yaslilar icin her sey dusunulmus. Özellikle yaslilar bizim alisveris sepetlerine benzer arabalara tutunarak surekli yuruyus yapiyorlar ve cok da saglikli gorunuyorlar.

25 Temmuz 2007 Çarşamba

Tavsiye

Temmuz 25, 2007 -
Türkiye Genel seçim için sandığa gitti, 23 Temmuz sabahı yeni bir güne uyanıldı ve bir çoğumuz için yaşamın gerçekleri şaşkınlık, yanılmışlık durumları oluşturdu. İkilemlerin arasında kalmış ve aklı selim bir davranış biçimi yakalamaya çalışırken bulduk kendimizi… AKP böyle bir oy oranı almayı hak etmemişti…

Okuyun derim:

http://www.kuvayimilliye.net/detay.php?id=3030

11 Temmuz 2007 Çarşamba

DEĞİŞİKLİK

Temmuz 11, 2007 -
Geçenlerde yanlışlıkla blog şablonumu yok ediverdim...

Her şeyi yeniden oluşturmam gerekiyordu, deneme yanılma yöntemiyle şablon bilgilerimi iyice tazeledim, güncelledim. Elim değmişken bir çok şeyi yeniledim.

Ne zamandır blog başlığını değiştirmek istiyordum. Kavak yelleri dizisi yayına girdiğinden beri karışıklık oluyordu. Fakat ne zormuş insanın kendine özgü başlık, takma isim bulması, kendini bir kaç kelimeyle tanımlaması.Eski insanlar ne yaratıcıymış, hep bunu düşündüm. Eskiden her ailenin bir lakabı varmış bazen de kişiye özel takma isim kullanılırmış. Anneannem halen kullanır bunları, eskiden tanıdığı birisinden bahsedecekse bana çok ilginç gelen bu lakapları da ekler muhakkak, mesela Cip Osman, fötr hasan, karabacakların bilmemkim, kerteler, hamıraşı... Yani yaratıcılık süper...

Bende kendime rumuz ya da takma isim aradım durdum, terzi kendi söküğünü dikemezmiş hesabı başarısız oldum, sonunda demli çay olması kararını verdim. Demli çay, açık çay kadar sağlıklı değildir. Ama insanı kendine getirir, uykuyu açar. Bazen bir bardak çayın eşlik ettiği keyifli anlar vardır: Örneğin serin bir ağaç gölgesinde, denize karşı bir terasta, ya da kordonda salaş bir cafede içilen bir bardak çayın keyfi başkadır... Demli çay da bu düşünceden doğdu işte.

Elim değmişken isimleri de kaldırdım, sembolize isimler kullanıcam artık, tamamen güvenlik amaçlı, ileride başım ağrımasın diye, resmimi de kaldırarak işe biraz gizem kattım. Değişiklik iyidir derler, görücez bakalım...

20 Haziran 2007 Çarşamba

NE ZAMAN BÜYÜDÜM BEN ANNE?

Epeydir yazamıyorum, yazmam, anlatmam gerekenler hayli birikti kafamda ama son günlerde değişen ruh halim nedeniyle yazacaklarımın önüne başka şeyler geçiyor. Öyle ki şu anda fonda Erol Evgin'in "işte öyle bir şey..." şarkısı da varken ... Bu parça alıp götürüyor beni .... Evet her dinlediğimde beni alıp götürüyor buralardan ve gözlerim doluyor, ardından Belkıs ÖZENER'den "Nasıl geçti habersiz " çalıyor, parçanın önüne Tarık Akan ve Hülya Koçyiğitin birlikte oynadıkları bir türk filminden repliği de var, göz yaşlarımı tutamıyorum.

Bekarlık yıllarım... sanırım liseye gidiyordum, süslü teyzoşumda sanırım benim yaşlarımdaydı, ev kalabalık annemin diğer kızkardeşleri de var. süslü teyzoşum eskilerden kalma fotoğrafa bir üne bakıyordu.Aalbümün ilk sayfaları siyah beyaz sonra renkleniyor, anne ve babamın gençliği, sonra bizim küçüklük fotoğraflarımız var, süslü teyzoşun oğluşu ise aşağı yukarı balböceğim kadar, halının üzerinde oynuyor. Teyzem sakin sakin albümün yapraklarını çeviriyordu, başını bize çevirdiğinde gözleri sırılsıklamdı, babama döndü, sanki o gün babamı ilk kez görüyormuş gibi "enişteee, senin saçların ne kadar beyazlamış" deyip ağlamayı koyuverdi."İşte öyle bir şey" fonda ve ben yine bu sahneyi hatırlıyorum teyzemin göz yaşlarını hatırlayıp benim ağlayasım geliyor :"hani eski bir resme bakar ya insan, hani yılları sayar da birden, gözleri dolar aniden.. işte öyle bir şey..." Hayatımdan kesik kesik sahneler geliyor gözümün önüne,bugüne dönmek istediğimde sadece balböceğimi hatırlıyorum, oğlum dört yaşımda şimdi ve bana ait bir çocuk, ne zaman büyüdüm ben???

Bir sürü şey geliyor aklıma, dün akşam gruptaki kızlarla iş çıkışı buluşması yaptık. Kızların çoğu bir kaç yıllık arkadaşım yılda bir kaç kez toplanıyoruz. Ben epeydir katılamamıştım buluşmalara. Dün çok keyifli saatler yaşadık.Sohbetimize kahkahalar eşlik etti. Oradaki arkadaşların çoğunu hamilelik döneminde edinmiştim, şimdi aşağı yukarı yaşıt çocuklarımız var. eski buluşmalarımızı yad ettim içimden koca göbeklerimizle doğum şeklimizin ne olacağı, hangi dr.un sezaryen, hangisinin normal doğuma yönlendirdiği baş konumuzdu, sonra kucaklarımızda bebeklerimiz bu kez koca göğüslerimizle toplandık , bu kez ek gıdaya geçenler, kimin çocuğu neyi yiyor muhabbeti vardı, sonra bezden kurtulma manzaraları. Dün akşamsa biz 4 yaş çocuğu olan annelere şöyle bir baktım da her birimiz bakımlıydık, artık saçlar ya boyalı, röfleli, giyim tarzımız oturmuş, spor giysiler üzerimizde, çocuklarımız ya anaokulu ya da kreşe devam ediyor, yani diyeceğim bir çok şey oturmuş artık hayatımızda, çocuklarımız bireyselleşmiş. Hatta dün konuşulan konular:" yıl sonu müsamereleri, çocuklarımızın ilk aşkları, karşı cinsi keşifleri ve tutumları..."

Gerçekten aşmışız bir çok şeyi.... Bu arada tam şeftali yerken, hani şöyle elinizde meyve tabağı ve sulu sulu bir şeftali suyunu toparlamaya, akıtmamaya çalışarak yenirken, özellikle yarık bir şeftaliyse birden şeftaliyi ısırmak üzereyken bir böceciğin yürüdüğünü görüverirsiniz ya. işte ben buna sinir oluyorum, bu arada bunu da belirteyim. Hatta o böceğin şeftalinin muhtelif yerlerinde ayak izinin bulunabileceğini düşünüp ... yani şeftali keyfim yarım kalıyor ve her şeftali yiyişimde aynı manzara tekrarlanıyor. Bu arada ben blogumun isimini "şeftali böceği" şeklinde değiştirsem mi??? hatta şöyle de yazarım "ben bir şeftali böceğiyim... Sürpriz şekilde pembe bir şeftalinin üzerinde aniden... vs vs. neyse fena fikir değil gibi...

Bu postta aslında Cansunun iyileştiğini, bu süreçte hayatın inişli çıkışlı temposuna ayak uyduramayan bünyemi, son günlerdeki ilaç kombinasyonlarımı falan yazacaktım... onlar da başka postta artık. Sevgiler...

14 Mayıs 2007 Pazartesi

CANSU İÇİN MADDİ DESTEK GEREKİYOR

Mayıs 14, 2007 -
Cansu icin acilen maddi destek gerekiyor. Çocuk şu an Ege Üniversitesi tıp Fakültesi Anestezi yoğun bakımda izleniyor. Cansunun kanamasi ancak hemofili hastalarinda kullanilan ve faktor7 takviyesi yapan novoseven isimli bir ilacla kontrol altina alabilmistik, kanama durunca trombosit seviyesi de yukselmeye başlıyor.
Bir onceki yazımda yazdıgım gıbı son dort kutu ılacı borc aldık yanı senet karsılıgı yarın fırmaya 10 mılyar odeme yapmak gerekıyor ancak bu ılaca yıne ıhtıyac duyulabılır. Dıger senetlerı kapatmadan yenı alım yapmamız cok zor.

Kanama kontrol altına alınabıldıgınde akcıgerdekı odem ıcın cocugun bagısıklık sıstemı bıraz toparlanmıs olacak. Yanı tek care her ıhtıyac duyuldugunda kanama ıcın novoseven ısımlı ılacı almak

Maddı destek ıcın hesap numaramız

T.C. İş Bankasi Üçyol/İzmir Şubesi

3426 535 024

İbrahim Tagrıberdi (Baba)

Dekont Üzerine İsim Ve "Tedavi Giderleri İçin" Notunun Eklenmesi Gerekmektedir.

20 Nisan 2007 Cuma

KISA KISA....

1.) Minik sürprizimiz :
Kızkardeşimi İsveçe gönderdik, Allah nasip ederse doğumunda yanına gideceğim. Gitmeden önceki son dr. kontrolünde bebeğin cinsiyetini öğrendik: Bir kızımız olacakmış. Nasıl sevindik,bayram coşkusu yaşadık resmen. Kardeşim bir an şoka girdi çünkü her nedense karnının şekline bekıp bakıp erkek bebeği olacağını düşünmüştü herkes, o da kendini inandırmış erkek bebeğe ve sürpriz olsun diye eşi cinsiyetini öğrenmelerini istemiyordu. Ama son muayene o ada gaza gelip öğrendi. bebişimiz 24 haftalık, yaramaz bir fetüs. Dr. kontrolünde yine çok kalabalıktık. Dr. ultrasonla muayene derkenben elimde kamera anne ve babayı arada da monitorden görüntülemeye çalıştım. bu kadar seyircisi olan başka bebişler de geliyormu bu doktora bilemiyorum. Dr. çıkışı hemen alışverişe çıkıp daha önce gördüğümüz bütün şirin kız giysilerinden aldık. Bir gün sonra da eşiyle birlikte yolcu ettik kızkardeşimi, göndermek zor geldi, alışmıştık iyice ama annem ısrarla "evli evine , köylü köyüne, fare deliğine" dedi.:D) Bana göre her annenin bir kızı olmalı, ben oğlumu çok seviyorum ve huyu bakımından oğlum konusunda çok şanslı olduğumu düşünüyorum, bizi hiç üzmedi hiç bir zaman zor bir çocuk olmadı, ele avuca sığmaz bir yumurcak değil, yaramaz değil vs... Ama kardeşimin kızı olacağını öğrenince en çok ben sevindim.Allah sağ salim dünyaya gelmesini nasip etsin..

2:) Evimizdeki büyük misafir:
Kızkardeşim gitti diye göz yaşı dökerken, sağ olsun ankaradan görümcem geldi. Bir hafta iznini bizimle geçiriyor. 16 aylık bir minik kızı var.Kociş de izin aldı, anne ve kardeşiyle evde tatil yapıyor.Balböceğini okula göndermedik.O da evde bir kardeşi olmasının keyfini yaşadı bol bol. minik pıtırcık görseniz öyle şeker ki.. Yalnız hiç oyuncak oynamıyor, bir dolu oyuncağı önüne koyuyorum, arkamı döndüğüm anda bir bakıyorum hoop ayakta, oyuncaklara şöyle bir bakıp kalkıyor. Sürekli yürüyor, dolaşıyor. Oyuncak oynamadığı için evde oyalamak zor oluyor. Ben çalışıyorum gerçi, akşamdan akşama gördüm ama hava muhalefetine maruz kaldık. İzmirde öyle bir rüzgarvar ki kapıdan burnunu çıkaramadık çocuğun, tatilleri evde geçti hep. Zaten bir gün sonra soğuk algınlığı ve ateş başladı. Eve kapalı kalınca Elif, sürekli mutfak dolaplarını karıştırdı, yağ şişelerini yere indirdi, su damacanasına poşet attı vs... Ama evde küçük bir çocuğun olması yine çok hoştu. balböceği hiç kıskanmadı,arkasından ayrılmıyor, sevmeye bile kıyamıyor, sıkmasın , huzursuz etmesin diye uzaktan takip ediyor, sevmeye kıyamıyor. Ama evde oyalamakta epey zorlandık elifi, kız çocuk özlemimden yavaş yavaş uzaklaştım ve iyiki benim oğlum gibi bir oğlum var dedim, zira odasında en az bir saat kendi kendine oyuncak oynadığı düşünülürse epey şanslıyım :)

3:) Ana okulunda 23 Nisan kutlamamız
Balböceği bu yıl ilk kez 23 nisan bayramını kutladı. Kreşte yaş grubu küçük diye kutlamıyorlardı. Ana okulunda da 5 - 6 yaş grubu gösteri yaptı bizimkiler 4 yaş olarak sınıf korosu oluşturup 4 minik şarkı söylediler. Amfide sahnede görmek pek duygulandırdı beni diğer çocukları da göz yaşları içinde izledim. Bal böceğimi bol bol kameraya aldık, fotoğrafladık. Sırada beklerlerken baktım öğretmeninin sözünü en çok bizimki dinliyor, sıradana sla çıkmıyor, atlayıp zıplayan çocuklar var ama bizimki son derece efendi, uyumlu... Canım benim, koroda da esneye esneye şarkı söyledi, çok güldük. Bir şarkıyı sınıflarından bir kız seslendirdi:"bebeğim " şarkısı. Bu şarkı söylenirken kız çocuklar anne oldu. erkek çocuklar kızların dizine yattı, sahnede gülce tiz bir sesle "beeeebeiiimmm .." diye boğazını yırtarken bizim erkeklerin hali pek komikti...

4. ) Hafta sonu çocuk parkları
Aslında bu başlıkla tek başına bir post bile yazılır ya... Söylenecek çok şey var
Pazar günü çok sıkıldık ve çocuklara biraz hava aldırmak için parka gidelim dedik. Daha önce gittiğim bir park vardı, çay bahçesi gibi bir yer, biz masalarda otururken çocuklar oyun parkında oynar diye düşündük, gittik. Br baktım ki çay bahçesi oyun parkının etrafını tellerle çevirmiş, çocukların içeri girmesi için 2 YTL veriliyor, küçük bir alanda 30-40 kadar çocuk, tel örgülere neredeyse yapışık masalar.. Çocuklar içeride ama aileler giremiyor. Balböceğini soktuk içeriye elif bizimle kaldı, ufacık çocuğu tek başına nasıl salalım içeriye. Biz oğlumuzun yanına gidemedik, kenardaki masaya oturduk. Elifi idare etmek zor oldu. İçeride büyük yaşta çocuklar top oynuyorlardı biz kenarda toz toprak içinde kaldık. İçerisi zaten tıkış tıkış çocuk dolu. Oğlum boru şeklinde kaydıraklardan kayarken kafasını çarptı ve buz basmak zorunda kaldık. Ben çok sinirlendim. daha önce o çay bahçesinin böyle bir uygulaması yoktu. Verdiğimiz paraya değsin diye bir saat kadar kaldık orada sonra çıktık. Bizim evin yakınında bol bol çam ağacının bulunduğu büyük bir park var. Oraya gittik. elif çimlerde rahat koşar oynar, balböceği bisiklet sürer diye. Fakat orada da mangalını kapan gelmiş, etraf duman içinde , her yerde mangal pişiren küme küme aileler, kilimler, oyun parkına girdik, insanlar iki çam ağacına salıncak kurmuşlar, bahtaniyenin iinde bir çocuk sallanıyor, altta kilime oturmuş bir aile hanımlardan ikisi börek açıyor, düşünün hamur yapıyorlar çocuk parkında ve biri de salata karıştırıyor. Amaniiiinn dedim çocuk parkına niya salıncak kurarsın, et kokusundan ve dumanından duramadım, ortalık bayram yeri gibi, kılıksız insan dolu, ben zaten paranoyalı gibi etrafta gördüğüm herkese çocuk sapığı gözüyle bakıyorum, çocukları kaptığımız gibi eve döndük. Belediyenin bizim sitedeki park düzenlemesi bitmek üzere. İki gün önce de kanepeleri getirdiler henüz oyuncaklar gelmedi ama en azından rahat rahat kapı önünde oynayacak balböceğim.

5. Oğlum artık bisiklet sürebiliyor.

6. Mağazamız hayırlı olsun
Erkek kardeşimin Balçova Kipadaki mağazasının açılışı 13 Nisanda gerçekleşti Mağazamızın ismi Superflıght. Hayırlı olsun, Allah bol kazanç versin...

7. Yeşilçam şarkıları
Bilgisayarıma Lime Wire diye bir program yükledim. Artık istediğim müzik dosyasını indirebiliyorum. kendime tamamen eski şarkılardan oluşan bir klasör düzenledim. Yeşilçam şarkıları eski türk filmlerinin film müziklerinden oluşuyor, Belkıs Özener, Tülay Özer, Yasemin Kumral, Cici Kızlar, Elma Şekerleri, Güzin ile Baha, Erol Evgin.... Nefis şarkılar her gün nostalji yapıyorum, keyifle dinliyorum.

9 Nisan 2007 Pazartesi

UÇURTMAMI VURMASINLAR :)

Bu hafta sonu oğluşu da alıp annemlere gittim. Kızkardeşim İsveçe dönecekti artık, izni bitiyor, eşi almaya geldi. Bu arada bebeğimizin cinsiyetini öğrendik: Bir kızları olacak. Öyle sevindik ki... Daha önce nedenese hep oğlu olacağına inandırmıştık kendimizi, hemen alışverişe çıkıp o güzel kız giysilerinden aldık doğacak minik prensese...

Balböceğine gelince daha gittiğimiz ilk aşkam dedesine bir uçurtma siparişi verdi. Cumartesi günü dedemiz eve elinde kırmızı bir uçurtma ile geldi . Balböceği çok mutlu oldu."Dedeeee sabah uyanınca hemen uçurtmamızı uçuralım, bir de mangal yakalım şurada güzel güzel yiyelim" dedi.

Dedesi hiç kırar mı torununu, ertesi gün taraçada mangal başında babam, bir elinde uçurtmanın ipi, diğer elinde et maşası koşuşturdu durdu.

Bir ara uçurtmayı idare edememişler, düşmüş, ama nereye düştüğü belli değil, çatıların arasında kayboldu. İpini çekiyorlar çekiyorlar gelmiyor. Bu arada yan komşunun yeni yaptırdığı tenteye dolanmış ip, annem de çözüm olarak uçurtmanın ipini kesmiş. Bir baktık ki balböceği feryat figan ağlıyor. Anneannesine ipi kesti diye öyle öfkeli ki sakinleştirmek mümkün değil. Ama yine onu susturmayı bilen anneannesi oldu.

Balböceği gözleri yaşlı bakıyor gök yüzüne uçurtmasını görebilmek için, ben ve yengesi yanındayız, " üzülme şimdi gider buluruz uçurtmanı, düştüğü yerden alır getiririz." dedik. "Sakın gitmeyiiiin sizi öldürürler." Kim öldürür? "Askerleeeeer baksanıza her taraf asker dolu, uçurtmam askeriyenin üstünde uçuyordu tam da" (Annemlerin evinin karşı tepesinde askeriye var :) )

Babam arabaya atlayıp hem ekmek almak hem de oğluşun uçurtmasını bulmak için gitti. Balböceği elinde kılıcı ile balkon demirlerinin arasından sürekli karşı tepeye nişan alıp bir şeyler yapıyor. Anladım ki askeriyeye doğru nişan alıyor kılıç ve silah şeklini verdiği parmaklarıyla. Uçurtmamız neyse ki bir kaç sokak altımızdaki bir evin çatısına düşmüş. ama komşu evde değilmiş. dedemiz haber bırakmış getirceklermiş. Balböceğine dedesi mutlu haberi verince aldığımız tepki aynen şöyleydi:"Yaşasııııınnn dedem uçurtmamı kurtarmış saklana saklana gitmiş askerlerden uçurtmamı kurtarmış." Biz koptuk tabiii, çocuğun hayal dünyasına hayran kaldık. Sonra masaya oturduk, yiyor, içiyoruz kapı zili çaldı." AAA balböceği uçurtman geldi " diye seslendik. Bizimki sandalyesine iyice gömülmüş, teyzesine askerler beni görmesin demiş. Uçurtmasını görünce neşeyle el çırptı "Askerler getirdiler uçurtmamı heyooooo."

Bir on dakika sonra kapı zili çaldı. Balböceği soruyor kim geldi? Bu kez ben muzip bir şekilde yanıtladım:" Bu da askerlerin komutanı, o akıllı çocuğa uçurtması teslim edildi mi diye öğrenmeye gelmiş!!"

Balböceği çok mutlu oldu. Askerler uçurtmayı getirdi fikrine iyice kaptırdı kendini. Uçurtması gelince askerlerle de barıştı. Sanırım askerlerin öldürmesi fikri onda izlediği filmlerden kaldı. Çok dikkat etmeye çalışıyorum, ne izliyor , ne hissediyor diye ama arada kaçırdıklarım oluyor demekki.

(Bu arada dede torun sayesinde uçurtma uçurmaya iyice doydu, bahaneyle bir güzel oynadı uçurtmayla)

3 Nisan 2007 Salı

ANNE DEĞİL MAKİNE OLMALIYIZ

Son birkac haftadir balböceği parmaklarini saymayi ogrendi. Babasina bes parmagini isaret ederek babami, dedemi, teyzemi bu kadar seviyorum diyor. Anne seni de dort parmagini gostererek bu kadar seviyorum diyor.

Onceleri niye beni dort tane seviyorsun dedigimde ben erkegim, babam da erkek, dedem de erkek oldugu icin onlari bes tane seviyorum diye cevapliyordu.
Fakat dun gece karma listesine (5 tane sevdiklerine) yine beni almadi. Baska bayanlari seviyor ama beni eksik seviyordu.
Benimle oynasmak istedigi icin onumde arkamda donup duruyordu. En son anne beni tuvalete sen gotur dedi ve wc de sohbete basladik. Ona dordun besten az oldugunu soyledim. Neden babani ve digerlerini butun parmaklarinla severken beni bir tane parmak eksik sevdigini sordum. Ben bazi seyleri eksik mi yapiyorum? dedim. yaniti soyleydi:
Evet anne sen bazi seyleri eksik yaptigin icin seni biraz az seviyorum.
Peki bana yardim eder misin, neyi eksik yaptigim konusunda bana yardimci olursan, yani bana soylersen ben de onlari tamamlamaya calisirim dedim.
Cevabi dinleyin:
-Bana degisik degisik yemekler yapman gerekli. Sen hep sebze yememi istiyorsun. bana hic makarnaaaa, cubuk makarnaaaa, kofte, patates pisirmiyorsun. degisik degisik yemekler pisirmelisin.
-Babam, dedem, teyzem her gun bana cikolata, sekeeer, oyuncak aliyor. sen de aliyorsun ama az aliyorsun.
-Okul beni iki defa sinemaya goturdu. sen de sinemaya gitcegimizi soyledin ama beni hic goturmedin. Tiyatroya hic goturmedin.
-Ben kucucuk bebekkken babam sana arabayi veriyodu, kullaniyodun, simdi arabayi kullanamiyosun beni hic agoraya, ozdilege goturmuyosun.
-Benimle az oynuyosun.
- bana hic misir patlatmiyosun.
-Seninle dinazoruma hic sapka dikmiyoruz, kumas bulamiyosun.
-Simdi bir sayayim. Parmaklar sayiliyor:7-8-9-10 Evet simdi bunlardan 10 tane 10 tane yap o mazan seni bes tane severim.


Oooooofff offffffff

26 Mart 2007 Pazartesi

4. Yaş Kutlamamız

Bu yıl balböceğinin doğumgününü 20 mart yerine iki gün önce kutladık. Babaannesinin bizde oluşunu ve hafta sonu tatilimizi fırsat bilip hafta içini beklemedik.

Bir gün önce anneannesine giden oğlum evde yokken hazırlıklarımı rahat rahat tamamladım. Bu doğum günü kutlaması önceki yıllardan daha farklı oldu çünkü balböceği çok hevesliydi doğumgünü kutlaması için.... Önceki yıllarda ben türlü hazırlıklar yapıp hazırlanır, eve bir yığın misafir çağırırdım ama balböceği pasta üflemenin dışında pek algılamazdı kutlamayı. Bu sefer aylar öncesinden sormaya başladı:Benim doğungünüm ne mazan anne?"Öyle ki bir çok sabah uyandığında rüyasında doğumgününü kutlarken gördüğünü söyledi. Eve gelen davetlileri, aldıkları hediyeleri ve pastasını hayal edip rüyalarında görüyordu. Ben de o evde yokken salonu ve çocuk odasını balonlarla donattım.

Kociş coştu ve balböceğine doğumgünü hediyesi oalrak akülü bir motor aldık. hafta içi alıp, kocaman kutuyu koridora girişe bıraktık, içinde ne olduğunu söyledik ama pastayı üflemeden hediyenin açılamayacağını anlatıp, doğumgünü kutlaması için birkaç gün beklemesini açıkladık. Tam üç gün boyunca el çırpıp zıplayarak kutunun etrafında döndü, paketin üzerindeki resme bakıp bakıp kutlamalar yaptı.

Pastasını ben hazırladım yine, her defasında biraz daha elim alışmış olarak yapıyorum ama sanırım yaşı büyüdükçe örümcek adam vs. şeklinde pastaları isteyecek...

Oldukça kalabalık bir kutlama oldu. Oğlumun anaokulundan arkadaşı ve kankası ailesiyle geldi. Balböceği çok eğlendi, ben yoruldum ama değdi. Hayalindeki tüm oyuncakları ve benim en çok ihtiyacım olan giysileri hediye olarak geldi :D

Fakat en güzeli balböceğimin bir yaş daha büyüdüğünü böyle kuvvetlice hissetmek, onunla gurur duymaktı.

Geriye bakıp doğumundan bugüne kadar geçen zamanı film şeridi gibi aktı gözümün önüne, dünyaya geldiği zaman onun bana ait bir bebek ve benden parça oluşuna inanamamış, bana emaneten verilmiş, bakmakla yükümlü olduğum , ama kesinlikle benden apayrı bir birey gibi bakmış, benimseyememiştim uzun bir süre....Annesi gibi hissetmiyordum kendimi...

Ancak son iki yıldır damarlarımda hissediyorum onu her şeyiyle, sevgisini taaa içimde hissedip gülen yüzünü bütün gün düşlüyorum. Bir kaç saat görmediğimde çok özlüyorum. Laf aramızda eşimle ben sevgisine doyamadığımız için artık yanımızda yatırır olduk. Çünkü o uyurken bile özlüyoruz onu...

iyiki doğdun oğlum Mutlu yıllar sana...İyiki varsın hayatımızda...

sağlık ve huzur dolu kocaman bir ömür geçirmen dileğiyle..

21 Şubat 2007 Çarşamba

Çizme arıyorum, satın alamıyorum! ne iştir anlamadım ???

Şubat 21, 2007 - Çizmemi acilen yenilemem gerekiyor, aslında bunu geçen yıl yapacaktım olmadı bu kış indirimlerin başlamasını bekledim. Öyle ki artık çizmesizlikten etek, elbise, kumaş ve kapri pantolon giyemez oldum. Giyim tarzımı yeni çizmelerimin varlığına endeksledim yani.

Fakat bir şanssızlıktır ki aldı başını gidiyor . Son bir haftadır düzenli olarak iş çıkışı ayakkabı mağazalarını dolaşıyorum. Her seferinde ayrı semtlere gidiyorum. Gördüğüm her mağazadaki çizmeleri inceliyorum. Fakat satın alabileceğim bir çizme bulamıyorum. Çizme arayışlarımı düzenli olarak devam ettiriyorum, fakat sonuca ne zaman ulaşacağımı bilmiyorum. Hatta bu yıl aynen benim gibi kendine en az iki yıldır çizme arayan iki büro arkadaşımla birlikte tam iki gün çizmecileri gezdik: Hiçbirimiz gönlümüzü kaptıracağımız çizme ile karşılaşmadık L, gördüklerimiz ya acayip yüksek topuklu, ya spor ayakkabı gibi dümdüz ama çok rahattı, ya renk ya da numara tükenmişti.

Kociş acele etme seneye sezon başı alırsın diyor, hem küresel ısınma nedeniyle belki önümüzdeki yıllarda çizmeye gereksinim bile duymazsın diyor, ama ben bu işe artık son vermek istiyorum, zira yedi yıldır ayağıma yeni bir çift çizme değmedi. (tamam ben bu yılın tasarruf ve ekonomi kraliçesi tacı benim J)

Nasıl bir model aradığıma gelince: Ofis tipi J))) Ayy bu tanıma çok şaşıran bir tezgahtar vardı da o geldi aklıma hem de Pierre Cardin’ de J Neyse

Evet ofis tipi, siyah, uzun ve dar konçlu, dize kadar yüksek ama bacağı iyi saracak, yuvarlak burun, ne çok alçak ne de yüksek topuklu olmayan (ara topuk yani) günlük kullanımda rahat edebileceğim ama şık ve zarif bir çizme (fiyat: 100-150 YTL arası). Çok şey mi istiyorum.

İzmirli blogcular, sevgili arkadaşlarım insaniyet namına böyle bir çizmeyi nerede bulabileceğimi gören ya da bilen varsa yardım etsin. Lütfennn !!! Zira gardrobumda bekleyen eteğim ve siyah kaprim çok sıkıldı :)

7 Şubat 2007 Çarşamba

AHHH İZMİR AHHH

Nereden başlasam hafta sonu yağan karın içime düşürdüğü bembeyaz seviçlerden mi, dün kordondaki gün batımı keyfimden mi, balböceğinin dolgularından mı bilemiyorum.Ama sonuç şu ki keyfim yerinde, gencim, sağlıklıyım ve kenidimi iyi hissediyorum. Allah bozmasın!

Ben de madde madde yazmayı deneyeyim:

1. Hafta sonu evde kocişin amcası ve yengesi vardı, şehirdışından gelip bizde yatılı kaldılar. Cumartesi günü akşam yemeğinde misafirlerim vardı çok kalabalıktık ama çok da keyifli geçti, O gece balböceği amcamızla (ikinci dedesi) uyudu. Çok mutlu oldu. Cumartesi gecesi el işi yapmak isteyen balböceğine elişi kağıtları ve kartonlar almıştım, kocişin yeğeni de anaokulu öğretmenliğinde okuyor birlikte mobil oyuncaklar yaptılar. Şimdi etrafta doğmuş ve doğacak ne kadar bebek varsa oğlum onlara hediye etmek için mobil bebekler yapıyor.:)) Pazar sabahı ise kara uyandık. Balböceği ilk kez kar gördü, pencereden dışarıya baktık, kar tanelerini keyifle izledik. Tüm aile, misafirlerimiz çocuklar gibi şendik. Kar tutmadı malesef, ama biz sanki dışarıda kartopu oynuyormuşçasına hayaller kurup, eğlendik. Balböceğinin en büyük isteği buzdolabından çıkardığı havucu kardan adamın burnu yapmaktı, nasip olmadı bir dahaki kar yağışına artık bakalım...

2. Örgüye yeniden başladım. Bu kez elim düzgün çıkıyor, ebruli, simli iple düz örgü örüyorum ama herkes güzel oluyor dedi. Bakalım kendime bir süeter öreceğim. Eğer bunu becerirsem örgüye devam edeceğim, sonuç hüsran olursa süeter derhal banyo bezi olacak ve örmeye son vereceğim. Laf aramızda da dün yüncüde çok hoşuma giden üç yumağı aldım :))) Napim dayanamadım güzelliklerine. Örgü hastalığının varlığına inanıyorum artık.

3. Yaklasik bir iki ay once balböceğinin dişlerinde curukler olusmaya basladi. İhmal ettim, nihayet gecen hafta diş hekimligi fakultesine gittik birlikte,akilli akilli muayene oldu. Tam 6 dişine dolgu yapilmasi gerekiyor. Bu arada çocuklar oturmaya basladiklari andan itibaren dis hekimine goturulebilirmis. Bu yaslarda tedavi edilmeyen dişler kayba dogru gidermis. Cocuklara gece sutu veriliyorsa agiz mutlaka calkalatilmali ve cocuk disini fircaladiginda onun isini bitirmesinin ardindan cocugun disleri ebeveyn tarafindan guzelce fircalanmaliymis.

Randevuyu aldım ama; bakalım nasıl geçecek, balböceği rahat duracak mı diye icim icimi yedi. Dün saat ikide discideydik.Balböceği masallah son derece akilli durdu, guzelce yaptirdik dislerimizi artik 4 disimiz dolgulu, minik minik dolgular oldugu icin isimiz canucak bitti.
Disci ablamiz ilk once balböceğine tum aletleri tanitti, dolgu yaptigi aeratörü ilk once parmaginda tirnaginin uzerine tutarak gosterdi, buradan hava cikiyor, bu mikroplari kovalamak icin su atiyor diye anlatti. Balböceği bir ara agri duyduğunu soyledi ama cok cabuk bitti temizleme isi ve dayandi oglusum.
İsimiz bittiginde de bize dis seklinde bir cikartmayi gogsune yapistirdilar, yani madalya verdiler. Disarida muay. icin bekleyen korkak cocuklara da gidip madalyamizi gosterdik ve dolgularimizi gosterdik.
Balböceği cok mutlu döndü, bir daha gittigimizde dis fircamizi da goturecegiz.
Dislerinin saglikli oldugunu soyledileer, sadece minik dolgular yapilacak dediler. Bu arada size kac yasindan itibaren geliyor cocuklar diye sordum. 0-13
yas arasi her yastan cocuk geliyormus, hatta bizden sonraki hastasi 1,5 yasindaymis. Cocuklarin dis hekimiyle erken tanismasinin ve bir dis hekimi edinmesinin gerekli oldugunu soylediler. İste boyle ilk dis randevumuz gerceklesmis oldu, ben de rahatladim ama gidene kkadar ne stres yasadim bilseniz. oglum benden dayanikli cikti :) Madalya bile kazandi :))))
4. Dün iş çıkışı dişçide güzel güzel durduğu için eşimle biz çok şendik ve oğlumuzla bir kez daha gurur duyduk, ona bir oyuncak araba aldık ve çıkışta ne yapmak ister diye sorduk: Vapura binmek istedi. Kociş arabaya park yeri aradı sonra balböceğiyle cep telefonu bakmak için birkaç dükkana uğradılar bende yüncüye kaçamak yaptım. Konak vapur iskelesinde buluşacaktık. Ben erken gitmişim. Gün batımı, nefis deniz manzarası, fonda ege türküleri (iskelenin üst katında türkü barın müziğinden otlanıyorum :)iskele girişinde bir video oynatılıyordu ve başlık: Delikanlı izmir :) Eski izmir görüntüleri var. O resimler aldı götürdü beni taaa çocukluğuma, gençliğime...
Mavi körfeze baktım, mis gibi havayı içime çektim, mavi ışıkların yeni köprüye ne çok yakıştığını düşünürken, fonda türküler devam ediyordu manzara zaten enfes... Ahhh İzmir ahhh dedim, genç bir kızken bir gün iskelede böyle mutlu denizi seyredeceğim, oğlumu ve kocamı bekleyeceğim şu anı düşleyebiliyor muydum dedim. ne güzeldi iskeleye koşuşturan insan kalabalığı arasında kocamı ve çocuğumu seçmeye çalışmak.... oğlumu düşledim, minik ellerini şimdi dedim lacivert kırmızı montuyla karşıdan belirecek, yine ciddi tavırlarla babasıyla konuşarak yürüyordur, ben de kollarımı iki yana açarak koşarım dedim. Koşup ona sımsıkı sarılacaktım. Öyle yapmadım eşim ve kocamı karşıdan görünce bir direğin arkasına gizlenip bööö yaptım. Sonra kucağıma aldım miniğimi. Birlikte vapur sefası yaptık. Çok hoştuu...

26 Ocak 2007 Cuma

Küçük Çocuklarda Din Eğitimi

Geçen gece uykudan önce balböceğiyle artık rutine dönüşen uyku öncesi sohbetimiz esnasında konu birden dine yöneldi. Allah'a dua etme ve Allah' tan bahsetttim oğluma. ama öyle çok soru sordu ki, sıkıştım kaldım, tamamen soyut kavramlar olduğu için istediğim gibi yanıtlayamadım, o nedenle arkası arkasına sorular geldi. hazırlıksız yakaştım. Hem bir an önce uyumasını istiyordum hem de dini bilgileri doğru şekilde edinmesini. Bazı sorularını geçiştirince bundan rahatsızlık duydum, balböceği de rahatsız oldu. Yarın okul çıkışı konuşalım deyip erteledim. Kocişe anlattım, nasıl zorlandığımı, bana yedi yaşından önce çocukların dini bilgiler almaya uygun olmadığını söyledi. Çok erken anlayamaz dedi.

Tamam bende bir çok eğitimcinin dediği gibi çocukların ergenlik çağına geldiklerinde hür iradeleri ile kedilerinin karar vermesi gerektiğini onaylıyorum.Ancak bu çok da gerçekçi bir yaklaşım değil. Çünkü dört yaşına yaklaşan oğlum çevresinde gördüğü her şeyle ilgileniyor, öğrenme isteği ile dolu, tarafsız bir gözlemci gibi. İlk defa gördüğü caminin ne olduğunu , ezanın niçin okunduğunu, tanrının nasıl bir şey olduğunu niye ona dua ettiğimizi merak ediyor. Ama onu yanıtlamaya çalışırken yapacağım küçük bir hata zihninin karışmasına yetiyor. Sembollerle düşünme yani soyut düşünce tam gelişmediği için her şeye inanıyor. Ve dua ve ibadetler de bir o kadar ilginç geliyor ona. taklit etmeye çalışıyor.

Bana göre sorgulamaya başladığı anda ihtiyacı olan bilgileri vermek gerekli ama tamamen çocuk mantığına uygun açıklamalarla bu konuda tecrübe ve önerileri olanlar var mı?? Zira balböceğime en kısa zamanda konuya geri döneceğim demiştim, ona verilen sözleri asla unutmaz!!! Bir kez daha hazırlıksız yakalanmak istemiyorum.