1 Kasım 2009 Pazar

Uzun Aradan Sonra

Epey olmuşum yazmayalı. Son yazım da gerçekleşmeyecek gibi görünen bir hayal üzerine olunca ara verdiğim sürece bunalım takılmış gibi algılanmış olabilirim.
İnsan hayallerine bağlı kaldıkça yaşar, umutla hayalle beslenir... O nedenle vaz geçmedim hayalimden belki biraz erteledim. Bu günü süzgeçten geçirip önceliklerimi yeniden ele aldım. Aslında bulunduğum konum, yani geldiğim nokta beni mutlu edebilecek düzeydeymiş. Bunu anlayınca mutluluğun keyfini hiç sürmediğimi fark ettim. Sürekli yeni hedeflere koşuşturmaktı tek yaptığım, yapabildiğim... Monoton günler yaşamak ve koşuşturmak.
Soluk almak gerekti...
Şimdi yeniden buradayım. Yeni farkındalıklarımla :)

27 Ağustos 2009 Perşembe

Neden



Normal şartlarda gerçekleşebilecek bir hayalim vardı. Şartlar beklenmedik şekilde anormalleşti. Hayalimin gerçekleşmesi büyük riske girdi. Artık belkide vaz geçme zamanı. Bunu biliyorken neden daha da çok bağlanıyorum ki? neden eskiye oranla daha fazla istiyorum gerçekleşmesini, boş veremiyorum. Bu anormalliği kabullenemiyorum. İçim acıyor... Neden? Bende bilmiyorum

17 Ağustos 2009 Pazartesi

SORGULAMA



Uzun zaman aradan sonra tekrar merhaba!
Son gönderdiğim yazıdan sonra neler mi oldu?
Evde gerçekleştirmek istediğimiz tadilatın büyük bölümünü bitirdik. Badana boya işimiz bitti. Sadece salon mobilyalarımızn yenilenmesi kaldı. Bu konudada hiç aceleci davranmak istemiyorum, biraz moladan sonra devam edeceğiz bakalım. Oğlumu özel bir ilk okula kayıt ettirdik. Okul arayışımız da gönlümüzce sonuçlandı. Eve yakın oluşu en büyük tercih sebebimiz, sabah işe gelirken bırakıp mesai bitiminde teslim alacağımız için servise bile gerek kalmadı.Eşimin bel fıtığı ile ilgili şikayetleri azaldı.
Yaz geldi, uzaktakiler geldi. Bol bol kavuşmalar yaşadık. Yaz tatiline çıktık, deniz, kum güneş tadını çıkardık.
İki buçuk yıldır akciğer kanseri ile mücadele eden dayımı kaybettik. Onu son yolculuğuna uğurlarken, yakınımızı kaybetmenin büyük acısını iliklerime kadar hissettim. Ardından dayımın vefatı ile iyice sarsılan anneannemi günlerce acile taşıdık.
Kayıplar çok zor geliyor insana... Ölüm hiç kimseye yakışmıyor. Fakat dermansız hastalıklarla mücadelede öyle bir an geliyor ki artık bitsin, bir an önce rahmete kavuşsun diyorsun. Dayım da da öyle oldu. Kurtuldu acılarından, bitmeyen ağrılarından; mekanı cennet olsun!
Son yıllarda her yaz döneminde bir iki kayıp verir olduk. Öyle ki doğum ayım olan temmuzda kayınpederimin/amcamın/kuzenimin ve artık dayımın sene devriyeleri nedeniyle sürekli mevlütler okutuluyor.
Aile olmayı sık sık sorgular oldum.
Aile olmak ...
Birken iki, ikiyken üç olmakmış. Kardeşler de evlenince bayram günü salon koltuklarına sığışamamakmış.
Yad ellerle akraba oluvermekmiş.
Aile olmak; üzüntü yaratan olaylara berabece üzülmek, sevincimizi de beraberce paylaşmakmış.
Kayıplarla sayımız azalırken, minicik bir bebeğin anne karnına düşüş haberiyle tomurcuklanıp yeşermekmiş.
Daha yüzünü bile görmediğin o minicik canlı adına büyük sevinç duymakmış.
Aile olmak; hala olmak, teyze olmak, eş olmak, anne olmakmış.
Toprağa verdiğin yakınının yasını tutarken, 6 yaşındaki oğlunun sallanan dişleri nedeniyle hiç bir yiyeceği ısıramıyor olmasına da ayrıca üzülmekmiş.
Amcamın erken vefatı nedeniyle yüzünü bile göremediği torunu ile karşılaşınca göz yaşlarını tutamamak; amcamla aynı ismi taşıyan bu minik oğlana bakınca ismin yaşıyor olmasının hazzını yaşamakmış... (Bu duruma ben bile şaşırdım. Niye mi bkz. şu yazım
Okuduğum kitapların birinde eşler çocuklarını yeterince büyütüp evlendirdikten sonra her ikiside aynı gün ölmeyi düşünmüşler. "Öyle bir zamanda veda edelim ki çocuklarımıza; kendi aileleri, çoluk/çocuklarıyla uğraşmaktan bizi fazlaca özleyemesinler ..." evet buna benzer bir cümle okumuştum. Gerçekten de insanın kendi yuvası, çocuğu olunca ilk aileyle olan ilişkilerin yerini bir süre sonra kendi eşin, çocuğun kendi sosyal çevren dolduruyor. Özlemler hiç bitmiyor tabiki de teselliler artıyor sadece.
Şimdi Allah sıralı ölümler versin diyorum ve tıpkı okuduğum kitaptaki gibi, oğlum büyüyüp, torunlara karıştığımızda usulca ayrılıp gitmek istiyorum. Mümkünse eşimle aynı günde ...

3 Nisan 2009 Cuma

SON ZAMANLARDA

Son zamanlarda evimde daha çok vakit geçirir oldum. Çekirdek aile olarak biz bize hafta sonları, uzamış kahvaltı sofralarını sıkça tekrarladık. Evimizde tadilat/düzenleme işleri son hızla devam ediyor. Sırada badana, kartonpiyer sonrasında da salon mobilyalarını yenilemek var. İnsanın evini yeniden-yeniden düzenlemesi zevkli görünse de aslında zor bir iş. Her konuda içimize sinene ulaşmak için bilgi toplamak, konuyu özümsemek, araştırmalar yapmak durumunda kaldık. Sonrası ne istediğini bulunca, isteklerinizi hayata geçirecek usta bulmak. O da ayrı bir süreç. Sonuç olarak zor...
Oğlum geçtiğimiz ay bir yaş daha büyüdü. Onun büyüyüşünü izlemek gerçekten çok keyifli.Öyle hızlı büyüyor ki, onun hızına yetişememekten korkar oldum. Oğlumla birlikteliğimizin her anını yeniden hatırlamak üzerine belleğime kaydetme nerdeyse reflekse dönüştü bende. Bir daha asla bu günlere dönemeyeceğimizi düşünüp düşünüp telaşa kapılıyorum. Zaman hızla akıyor...
Bol bol okuyorum. Bu aralar İnci Aral'ın bir kaç kitabını arka arkaya okudum, açıkçası türkçeyi kullanışından, seçtiği kelimelerden ve şiirsel metninden oldukça etkilendim. Seçtiği konular sıradan olsa da dili, kurguları etkileyici.
Haftada iki gün spora gidiyorum artık, plates yapıyorum. iyiki başlamışım.
Malesef eşim bel fıtığı oldu. Her işin başı sağlık, insan sağlığın değerini malesef hastalıklarla karşılaştıkça anlıyor. Kalın sağlıcakla...

25 Mart 2009 Çarşamba

BAHAR DALI



Bu yıl bol yağmurlu bir bahar oldu. Oldum olası yağmuru çok severim. Küçük bir çocukken bahar yağmurları saçlarımı güzelleştirsin diye alabildiğine ıslanır her seferinde azar işitirdim. Dalgalı saçlarımın yağmurlu havalardaki bukleleri daha bir güzel olur, saçlarıma kadar neşelenirim yağmuru görünce :)

Bahar denildiğinde aklıma "bahar dalı" geliyor. Ofisimizin bahçesinde de bir kaç tane bahar dalı var. Daha güneş yüzünü doğru düzgün göstermeden, havalar tam ısınmadan, bakıyorum bu çalılar çiçeğe boğmuş kendini. Öyle ki kupkuru dallarda kiremit renkli, kırmızı çiçekler ... Çalılara iyice yaklaşıyorum, minicik de olsa bir yeşil yaprak arıyorum. Hayır yok .. Gerçekten de kahverengi dal ve kırmızı çiçek dışında yeşil bir nokta bile göremiyorum. Fen bilgisi ve biyoloji derslerinde öğrenmiş olduğum fotosentez bilgim bir anda karmakarışık oluyor. Yanımdaki kız arkadaşıma dönerek bu bahar dalları beni her mevsim şaşırtır diyorum ve açıklıyorum: "Bitkiler fotosentezi yeşil yapraklarındaki klorofiller yardımı ile yaparlar, kloraplastlarda yeşil rengi veren hücrelerdir." ben böyle öğrendim diyorum. Arkadaşım haklı olduğumu, söylediğimi doğru bulduğunu açıklıyor. Peki şu bitkiye bir bak diyorum, yeşil herhangi bir şey görüyor musun??? Birlikte arıyoruz, hayır yaprağı yok. Soruyorum:
Yaprağı olmayan bir bitki nasıl fotosentez yapar? Klorofili yoksa, etraftaki komşu bitkilerden ödünç mü alır? Hazır klorofil mi kullanır? Yoksa şu gördüğümüz çiçekler evrimleşmiş DNA'sı bozulmuş kroplastlar mı? Onlarda küresel ısınma veya hormonlu yiyecekler nedeniyle mutasyona mı uğradılar?
Arkadaşım her cümleme kahkahalarla gülüyor. Çok tutmuş bu esprilerimi, bende gülüyorum, ama kafam karışık dönüyorum ofise, öğle tatili bitiyor....

24 Mart 2009 Salı

KAHVE KOKUSU



Nereye, kime bakarsam bakayım hafif bir tebessüme neden olan bir huzurla dolaşıyorum. Tanıdık tanımadık herkese gülümsüyorum bu sabah. Kimileri yarı şaşkın karşılık veriyor, kimileri görmezden geliyor. Olsun önemli değil. Bugün tek isteğim "kimse" olmak. Etrafımdan geçen diğer "kimsecik" lerin içinde "kimse" olmak. Nasıl göründüğüm önemli değil bugün, giysim, saç şeklim, ayağımdaki ayakkabı umrumda değil. Bedenim benden uzakta...

Burnuma keskin bir kahve kokusu geliyor. İyice içime çekiyorum kokuyu. Gözlerimi kapatıp bu kokunun çağrışımlarına bırakıyorum kendimi...

2 Mart 2009 Pazartesi

Bebek örgüleri

Bunlar son örgülerim, örgüde henüz yeni biri olarak bebek örgüleri boyutları nedeniyle daha çabuk bitebildiği için tercih nedenim. Çevremdekilere hediye ediyorum, hem onlar hem de ben mutlu oluyoruz.
Bu bebek elbisesi etekten başlanıyor ve çok kolay :



alttaki resimde yakadan başlama bebek yeleği var, eğer kolları örmeye devam ederseniz hırka oluyor.


bu da aynı şekilde yakadan başlayarak ördüğüm hırka, iki renk ip kullanarak desen yaptım:





bu yeğenim için ördüğüm elbise, 8 ters iki düz olarak başlanıyor ve her 12 sırada bir terslerden birer ilmek eksiltiliyor





21 Ocak 2009 Çarşamba

Zaman

Zaman ne garip bir kavram değil mi? Sınırsız bellek yolculuklarımın içinde bazen öyle anlar oluyor ki biyolojik saatimle zaman birbirine giriyor. Bellek izdüşümlerimle şu anda gördüklerim sürekli yer değiştiriyor ve zaman hangi zaman ben neredeyim bilemez oluyorum.Onlarca yüz geçiyor gözümün önünden, tanıdık -tanımadık- ben hangi yüzü hangi zamanda gördüm, şu anda hangi zamandayım, nerdeyim karıştırır oluyorum.

Doğup büyüdüğüm şehirden hiç uzaklaşmadım. Çocukluğum, ilk gençliğim hep aynı yerde hatta birbirine yakın semtlerde geçti. Sanırım biraz da bu yüzden zaman daha karmaşıklaşıyor benim için, bir sokakta apartmanlara, ağaçlara bakarak ilerlerken o sokakta daha önceki yürümüşlüklerim aklıma geliyor, başka bir gün, başka bir öğle vakti kaç kez geçtim buradan? Yürürken üstümde ne vardı? ne giymiştim, yalnız mıydım, yoksa sıcacık bir ele mi tutunmuştum, ya da bana tutunan minik bir el mi vardı, .... Bellek izdüşümleri. Aynı anda birden çok öğle vakti, gün batımı, bahar akşamı, çok sıcak bir yaz günü, peşinden iliklerime kadar donduran bir soğuk, yüzler, büyüklü küçüklü bir yığın insanın görüntüleri, gözyaşlarım, kızgınlıklarım, sevinçlerim, bir gün küçük bir palmiyeyi öfkeyle tekmeleyişim bir biri ardına aklıma geliyor. Ahh bu belleğim..

Otobüs durağında anneannesinin elinden tutmuş bir oğlan çocuğu aynı anda bana lacivert bereli küçük bir kız çocuğunu çağrıştırıyor, sonra üniversitedeki öğrenci kantinini, sonra ilk aşkımı, sonra şehirler arası bir yolculukta anımsayıp sonra tekrar unuttuğum özlemlerimi, yağmurlu bir günde pencereye başımı dayayıp içli içli ağladığım bir zamandan, yemyeşil yapraklar arasında mandalin kopardığım bir ağacı anımsıyorum. Sevdiğimin dudağıma kondurduğu minik öpücüklerin sıcaklığıyla ısınıyor içim. Masmavi bir gökyüzünde uçurtma aradığım bir yaz akşamından dalıyorum zamnın içine, martılar geçiyor birer ikişer. Zaman yine hangi zaman bilmiyorum. Sanki bütün pazartesiler, salılar, pazarlar, cumartesiler, bütün saat 19.00 lar, 15.00'ler, 03.00'ler hepsi hepsi bana koşarak geliyor, bütün anılarım bana koşuyor.
Biyolojik saatime dönmeye çalışıyorum. Doğru zamana yani, aynı anda geçmişte uzaklara bakarak şu anki zamanda olmayı düşlediğimi hatırlıyorum. O zaman bu gün ne kadar uzak görünüyordu bana. Ama şimdi bu gündeyim. Kızgınlıklarım geliyor aklıma birden, kızdığım insanlar ve hiç kızamadıklarım, beni kızdırdıklarını bilenler ve hiç bilmeyenler,.... Ayrılıklarım,özlemlerim, yapabildiklerim, akan zamana karşın tutabildiklerim, kaçırdıklarım, benim saydıklarım, tutunduklarım, kazandıklarım, uzun uzun güldüklerim, gülümsemelerim, kavuşmalarım...
Dönüp bir fincan kahve alıyorum, kahve kokusunu içime çektikçe duyduğum huzuru uzun uzun yaşamak istiyorum. Artık bu güne dönme vakti. Bu günde olmak ne güzel, yine de bu bellek yolculuklarımı beni çok yorsa da seviyorum. Ben buyum diyorum, mutlu muyum? evet mutluyum. Ne güzel.

20 Ocak 2009 Salı

Ömür dedigin üç gündür,dün geldi geçti

yarin meçhuldür, O halde ömür dedigin bir gündür,o da bugündür..
Cok zaman onceydi. O kadar zaman onceydi ki zaman diye bir

sey yoktu.
Insanlar günes dogup batincaya kadar

yasiyorlardi hayati. Bir daha hic olmayacakmis gibi dolu ve anlamli.
Derken zaman diye uc parcali bir sey

icat etti insan.
Bir parcasina dun dedi, diger parcasina

bugun, oteki
parçasinada yarin. Sonra fesat karisti zamana ve insan

bugunu unuttu.
Dunu dusunup pisman oldu, yarini

dusunup telaslandi, ama isin ilginc
tarafi tum telas ve pismanliklari gunes dogup

batincaya kadar
yasadi. Farkinda olmadan rezil etti bu gununu. Oysa yarin, bugune dun diyor, dunde bu

gün icin
yarin diyordu. Bir turlu beceremedi. Bir eliyle yarina, diger eliyle dune
yapisti.
Bu gunu eline yuzune bulastirdi... Mutsuz oldu insan. VE ne gariptir ki yarinin telasini da,

dunun pismanligini da hep bugun yasadi; ama bugunu hic yasayamadi.Ne yarin ne de dun!

sağlıcakla kalın....alıntıdır