15 Ekim 2008 Çarşamba

Ah oğlum vah oğlum




- Anne ben büyüyünce Zeyneple evleneceğim.
- Hımm. Zeyneple ... Buna Zeynep mi karar verdi? Yani zeynep seninle evlenmek istediğini mi söyledi.
- Hayır
- Anne ben Zeynebe onunla evleneceğimi söyleyeceğim, ama önce benim pompalı tüfeğim var diyeceğim. Anne bana pompalı tüfek alalım mı?
- Pompalı tüfek miii? oğlum silahlar zararlı ... vıdı vıdı vıdı pompalı tüfek dır dır dır
- Anne yarın sabah saçlarımı da şöyle kabartalım ama jöle saçlarımı sert yapar, biz suyla ıslatalım.
- Olur ama niyeki?
-Eeee Zeynep'in beni seçmesi için. Alperen de Zeyneple evlenecekmiş anne, onun için.
-:)
- Şey anne birde bayramda babamın halasının verdiği çoraplar var ya yeni çorap, ben onu yatağımın altınba sakladım kimse almasın diye, hırsızlar falan gelirse diye, sabah ben uyanınca bana o yeni çorapları giydirir misin?
_ :)
İçeri gelen baba hayırdır ? diye sorunca durum kısaca özetlenir. Oğlumuzun planlarına bir hayli şaşırmış iki ebeveyn ne desek, bizim her gün ne giydirdiğim umrunda olmayan oğlum saçlarının geriye taramasını istemekte, gülmemi de bir tutabilsem ... Planlar yapmaktadır. Baba:
-Hıımmm demek sen Zeynep'in seni seçmesi için plan yaptın bile, yakışıklı olmak gerek diyorsun.
-Evet baba, eğer Zeynep beni seçmezse Alperen halıda yürürken ayağımı uzatıp Alpereni düşürcem. Bu da ikinci planım.
İkimiz birden :
-!!!! ?????


- Anneee yarın ne zamandır?
- Hani gece uyuyoruz ya uyandığımız da yeni başlayan güne yarın denilir.
Ertesi sabah
-Annee şimdi yarın de mi?
-Hayır şimdi bugün.
-Ama sen yarın demiştin. Ama akşam konuşmuştuk sen yarın demiştin.
- !!!!!

- merhaba oğlum, günün nasıl geçti?
-İyi geçti anne
-Zeyneple konuştun mu?
- Hayır anne, ben hep öksürdüm ve öksürmekten yoruldum. Ama zeynep yen çoraplarımı beğendi
-:)

BURNUMUN UCUNDA


Çocuk yazarlarının ve yayın evlerinin sınırsız hayal güçlerine hayranım. Oğlum için aldığım hikaye kitabı uçan tırtıl dizisi, evde de bir yığın uçan balık yayını var. Her nedense uçan kanarya, baykuş, serçe, martı ... gibi isimler seçilmemiş, balığın, tırtılın uçması tercih edilmiş. Aslında marifet onları uçurtabilmekte gizli tabi.
Dün öğle saatlerinde büromun kapısından giren yirmili yaşların henüz başında (belki de altında) olan bir genç kızla, orta yaşlı bir hanım beni oldukça dumura uğrattı. Spor giyinmiş genç bayan elinde reçete kağıdı ile iç odaya masa başıma yöneldiğinde annesi olduğunu tahmin ettiğim orta yaşlı olanı çoktan girişteki bekleme koltuklarımıza kendini bırakmıştı. Eşofmanlı genç bayan reçete kağıdını uzattı. Yine adres sormaya gelen biri diye içimden geçirip uzattığı evrağı okudum. Bizim buralarda gideceği adresi bulamayanlar kapıdaki tabeladan (ismimizden) ne iş yaptığımızı çıkaramadıklarından mı en üst katta en köşede kalan büro olduğumuzdan mıdır nedir, herhalde doğru yere geldik diye düşünerek en alakasız yere gelip bize sığınırlar. Reçete kağıdında kadın doğum doktorunun konsultasyon ricası vardı. Ancak öyle karışık yazılmıştı ki hastanın şu anda nereye gönderilmek istendiğini çıkarmak mümkün görünmüyordu. Genç bayan tane tane konuşarak durumunu açıkladı. 17 haftalık gebeymiş, gebeliğin ilk günlerinden itibaren alkol almış ve ilaç kullanmış, doktoru alkol bağımlılık merkezine göndermiş, ben alkol bağımlısıyım, gebeliğin sonlanması için heyet kararı gerekliymiş, bebek büyük olduğundan .... Genç kadın gayet aklı başında tane tane anlatadursun, sağduyumu korumaya çalışarak yüzüne baktım, henüz ondokuz yaşında ya var ya yok. Polar eşofmanın sardığı kocaman bir karın. Gebe, hem de alkol bağımlısı. Bu yaşa , bu çehreye ne alkolu ne de gebeliği yakıştıramadım. Yanlış yere gelmişlerdi. Bir kaç telefon görüşmesi ile gidecekleri yeri netleştirip gönderdim. Gittiler ama genç kızın silüeti, kocaman karnı, tane tane konuşması, yüzü, gençliği, gözleri, girişte oturan annesi sandığım kadının hayali gözümün önünden ayrılmadı bir türlü. Benzer hayatlara ya televizyon haberlerinde ya da gazete sayfalarında rastladığım olmuştu ama hiç bu kadar burnumun ucunda hissetmemiştim. Evde de bir hayal gibi bu iki bayan gözümün önüne gelip gelip gittiler.
Sabahın köründe işe yetişebilme telaşındayım. Metroya bindiğimde öylesine kalabalıktı ki içerisi, tam kapılar kapanacakken son hızıyla koşarak gelen bir adam metroya bindi. Zaten sıkış tepiştik, adamın gelişiyle başlarımız ister istemez cama doğru uzandı, ayaklar geride baş önde; hatta bir kaçımızın başı cama yapışık yolculuk başladı. Son anda binen adam koştuğu için nefes nefese, başı başıma bitişmiş, nefes sesleri kulağımda, ter kokusu burnumun ucunda. Nefes sesi, kokusu ... Yolculuk bitmek bilmedi.
İçinde anne -çocuk teması olamayan konular bulup yazmak istiyorum, ama tüm anneler gibi lafımı döndürüp dolandırıp yine çocuğa getiriyorum. Haklısınız çocuklarımız dışında konuşacağımız bir şey yok sevgili kedi af buyur :) Oğlum fena halde öksürüyor. Çok şükür göğüste sorunumuz yok, geniz akınıtısı nedeniyle kesik kesik öksürüğe hem kendisi hemde biz bütün gece maruz kalıyoruz. Tamam öksürmek vücudun savunma mekanizmasının tepkisi ve öksürmek gerekir ama öksürük sesi öksürenin dışında çevresindekilere neden bu kadar sinir bozucu ve katlanılmaz geliyor hiç düşündünüz mü?

8 Ekim 2008 Çarşamba

Büyüyenler-Büyümeyenler


Zamanın bu denli hızlı aktığını daha önce hiç böylesine yoğun hissetmemiştim. Aylar ayları kovalıyor takvimlerin temmuz ayından ekime gelişi arasında sanki sadece saatler geçmiş gibi. 2008 yılı da bitiyor ne kaldı ki bitmesine... Oğluma bakıyorum sinema salonunda koltuğa oturuşundaki hakimiyetine, ciddiyetle filmi takibini hayretle izliyorum. Birkaç akşamdır faaliyet dergisini alıp da çizgi birleştirme çalışmaları yapıyor, makasla yıldız kesebiliyor düzgünce, bazen öyle düzgün ve daha çok benim tercihim olan kelimelelerle kurduğu cümlelerini dinlerken iç sesim bana oğlumun ne kadar büyüdüğünü, büyüdüğünü! tekrarlayıp duruyor. O büyüyor, ben de büyüyorum. Kendimi bildim bileli ince uzun ve zayıf bir kızdım. Nihayet kilo aldım. Giydiğim pantolonların içini doldurabiliyorum, manken gibi görüntümden biraz uzaklaştım ancak 60. cm olan belimin çevresindeki simit şeklindeki yağ tabakası düşük belli pantolonların hediyesi mi yoksa deforme mi oluyorum??? Her çeşit yiyicekten bolca yerdim ve zayıflığımla bilumum arkadaşı kıskandırırdım, sonunda "kurt var sende" derlerdi.
Bayramda eşimin kuzenleri ie karşılaştık. Biz evlendiğimiz sene ilköğretim çağlarında olan dört adet delikanlı bugün sakallı, bıyıklı, uzun saçlarla bayram ziyaretine geldiklerinde fena halde dumura uğradım. Dün ilk okula gidenler şimdi üniversiteli olmuşlardı. Ne zman büyüdü bu çocuklar, zaman ne kadar çabuk aktı... Her birinin nerdeyse omuzlarında kaldı boyum, hani uzun boyluydum ben? değilim işte, kendi neslime göre (bizim kuşak) uzunum sadece. Hesaplıyorum bu yıl dokuzuncu evlilik yıldönümümüzü kutlayacağız. E dokuz yıldır karşılaşmamışım ben bu delikanlılarla, onlarda büyümüş de büyümüş dedim. Dokuz, sonra on!!! On yıllık evlilik hiç de büyütelecek bir şey değilmiş, eskiden duysam ooo siz eskimişsiniz, öfff ne çok olmuş falan derdim. Nolmuş bende on yıla merdiven dayamışım. Artık kendimi görmüş geçirmiş biri gibi mi görmeliyim??? Dünkü el kadar çocuklar adam olmuşlarsa o zaman bende görmüş geçirmiş biri sayılırım, hal böyleyken sizlerle birkaç hayat tecrübesi paylaşayım:
- Bebekliğimde öyle yaramaz, öyle huysuzmuşum ki nedensiz yere çok ağlayıp, bahtaniyede sersemleyene kadar saatlerce sallanmazsam uyumazmışım. Ergenlik çağıma kadar süren yeme problemim vardı. Bir yaşıma kadar gece uykusu nedir bilmeyen anneme sokak eşrafından çocuksuz dört bayan bana bakabilmesi için yardımcı annelik yaparlarmış. Ağzıma aldığım her lokmayı saatlerce ağzımda bekletmek gibi üstün bir becerim de varmış. Aile toplantılarında halen bahsedilir bu durum. Sen dört anne ile büyüdün denilir. Bende masa başında yemek tabaklarına eşlik eden gözü yaşlı hallerimi halen anımsarım. Günün birinde kendim evlat sahibi olduğumda mutlu mesut yaşayan, sakin, olgun, üstelik ne verdimse yiyip içen çocuğuma bakıp bakıp bu çocuk Allaha şükürler olsun ki bana benzemiyor diye nutuklar attığım, şükür duaları ettiğim anlar pek çoktu. Yine böyle anlarımdan birinde teyzem, ne olmuş senin çocukluğuna diye sordu da, ayy teyze ben mızmız çocuğun tekiymişim, öyle ağlarmışım ki... diye söze başladığımda sözümü bir güzel kesti, senin anlattıkların topu topu bir yaşına kadar sürdü. Her bebeğin sorunlu dönemleri olur, ama sonrasında hiç problem yaşatmadın. Her zaman olgun, anlayışlıydın, göz bebeğimizdin demesin mi? Okul başarılarımı anllattı ne kadar güzel saçlarım olduğunu söyledi , haydi teyze anlat, bana biraz daha anlat diyerek çocukluk anılarımdaki kara bulutları uzaklaştırmaya çalıştım kendimce. Annemde doğruladı sen çok olgundun, söz dinlerdin diye, şimdi oğlum büyüdükçe sıcakkanlılığını olgunluğunu bana benzetir oldular. Yeme problemim sabit kaldı ama huysuz bebek, mızmız çocuk etiketini üstümden böylece attım. O ilk yıl öylesine zor geçmiş ki annemde babam da bebekliğim dedim miydi aman aman, sen bize az çektirmedin derlerdi. Şimdi bu noktaya dikkate din siz siz olun çocuğunuzla ilgili size olumsuz, kötü gelen durumları dile getirirken beraberinde olumlu ve güzel şeyleri de muhakkak ekleyin. Uzmanlar da bunu tavsiye ediyorlar zaten, e bende büyüdüğünüz olarak altını çizeyim dedim. Oğlum dünyaya gelişinin ilk 25 gününde sarılık nedeniyle sürekli uykudaydı ve uyanmıyordu. Konu açıldığında ben hep uyuyodum, hiç uyanmıyodum, anneannem, babaannem benim burnumu sıkıyorlardı yine uyanmıyodum, annem de hep ağlıyordu deyiverince elektrik çarpmış gibi oldum. Tarih tekerrürden mi ibaret???? Hemen oğlumun bebekliğindeki kara bulutlara el koydum hepsine üfledim gittiler, çünkü o kabus gibi günler sadece 25 gün sürmüştü, sonrasında sorunsuz büyüdü çok şükür. EEE benden uyarması. Bir gün çocuğunuz karşınıza geçip de hiç mi iyi bir yönüm yoktu benim? diye sorabilir.
Büyümek güzel şey ama en güzeli yaşlanmadan büyümek!!! Gönlümüz yaşlanmasın en önemlisi.

6 Ekim 2008 Pazartesi

geldim


Epey olmuş yazmayalı, her zaman yazma isteğim aynı olmuyor, bazen de haydi yazayım dediğimde fırsat bulamıyorum.
Bir bayramı daha geride bıraktık. Benim içim bayram tadında bir bayramdı bol bol akraba ziyareti ve el öpmelerle geçirdik. Kendime ve oğluma böylesi bayramlar yaşatabildiğimde mutluluk duyuyorum. Bayram sonrası alışveriş, dinlenme ve temizlikle noktalandı. 9 gün ara; tatil olarak düşünüldüğünde iyi fakat işden uzaklaşma anlamında uzun. İşe konsantre olmak zaman alıyor.
Dün gece oğlumu erken yatırmak adına kırk takla attım ve sonunda bizden sonra uyudu. Ne yapacağım bu hacıyatmaz çocukla bilemiyorum. Tatilde serbest bırakınca uyuması gece ikilere kadar geriledi, ertesi gün de on biri buluyordu uyanması. İlk okula başlamadan uyku sorununu çözme konusunda karar aldım. Çok konuda olduğu gibi uyku düzeninde de yedi yaş geç diye düşünüyorum. Gel gelelim oğlumda bu düzeni bir türlü oturtamıyorum. Uykusu çok ağır gece kaçta yatarsa yatsın sabah uyanmamakta direniyor. Soyundurup giydirirken bana mısın demiyor, kucağımda uyur halde önce asansöre oradan da arabaya biniyoruz. Eskiden okul kapısına geldiğimizde tık diye uyanırdı. Şimdi iyice azıttı, okula giriyoruz, ayakkabılar değişiyor bana mısın demiyor, hani top patlasa uyur derler ya o cins bir uyku bazen sınıf teyzesi uyur halde kucağına alıp sınıfa götürüyor, sınıfa girince hemen uyanıyormuş. Bazen de arabadan inmeden anne ben kahvaltı hazır olana kadar sınıfta uyumak istiyorum, öğrtemenimle konuşur musun ricasını iletiyor. bebekliğinde uykusunun ağır olmasını ve uykuyu sevmesi hoşuma giderdi. İlk yılımızda sabahları ben uyanana değin uyuduğundan kime bahsetsem elini duvarlara vurur aman nazar değmesin derlerdi. Oğlum uykusunu biraz daha alsın diye işbaşı yapma saatimi her gün biraz daha ileri aldım, yakında bu konuda kimse gözümün yaşına bakmayacak.
Dün gece saat onda dişlerini zorla fırçalattım ve babaya iyi geceler diletip odasına götürdüm, ışıkları kapattım ki karanlıkta uyumayı sever, kitap okuma yerine masal uydurup anlatma yolunu seçtim. Sürekli uykusunun olmadığını tekrarladı durdu. Bir süre sonra mızırdanması değişti. Elma yemek istiyorum dedi, ardından börek yemek istiyorum dedi, olmadı nescafe istedi. Dişler fırçalandıktan sonra üstelik uyku saatinde bir şey yeme içmesinin mümkün olmadığını tekrarladım. Ağladı, sızladı bu gece uyumasa olmaz mıymış??? Hiç uykusu yokmuş ki, verdiğim uyku getirici taktiklerin heps,ne kulaklarını tıkadı, masallarımdan da sıkıldı. Pencerden dışarı bakmak istemesine sesimi çıkarmadım bir süre boş çocuk parkına ve sokağa baktı ki içeriye babamız girdi, uyumadığımızı görünce şaşırdı ki saat on biri çeyrek geçiyordu. babamız da uyku saatimiz diyerek yanımıza yattı. Sessizce hepimiz uykuya geçmeye çalışacaktık fakat ne mümkün bizim hacıyatmazın sesi hiç kesilmedi ki.. Önce tuvalate gitmek istedi, sonra vaz geçti gerek yokmuş, bu kez süt içmek istedi, böreeeeekk diye uzun uzun ağladı. Sonuda eşim krem peynirli bir dilim ekmek yemesi için mutfağa götürdü. Tekrar yatağa geldi ama hiç uykusu olmadığını yineleyip durdu. Mızırdanmaya tam gaz devam ediyordu ki, eşim sanki erkek kardeşimle birlikte teknede balık avlıyormuş ve konuşuyormuş gibi mırıldanmaya başladı. Güya denizde dalgalar vardı ve her ikisi de olta atmışlardı. Arada balıklar için uygun yemi seçip seçmediklerini tartışıyorlarmış gibi sürdürdü konuşmalarını. Oğlumun sesi anında kesildi. Bende uyuyormuş gibi bekledim. Yarım saati aşkın bir süre eşim balık avını canlandırdı durdu, bir ara kıpırdanıp döndüm ve oğlumun ışıl ışıl gözleriyle burun buruna geldim. hayordır der gibi bir göz işareti yaptım. ağzı kulaklarında bana babasını gösterdi: Uykusunda konuşuyor anneeee!!
Eşim balık avı konusunda bir on dakika daha direndi, ama baktık ki bizimkinin hiiiiç uyuyacağa benzer bir hali yok, dahası babasına bakıp bakıp kikirdiyor, sonunda bizde gülmeye başladık. Ben on ikiye doğru uyumuşum, oğlum ise bizden sonra uykuya daldı. Sabah yine aynı manzara yaşandı.