9 Eylül 2005 Cuma

EVLİ MİSİN? DERDİN ÇOOOOOKK !!

Evlilik her genç kızın hayallerini süsleyen bir birlikteliktir.
Hele ki; aşık olunacak, gelecek yaşamımızda kendisine güvenebileceğimizi hissettiğimiz, her zaman birlikte olabileceğimizi hislerimizle onayladığımız karşı cinsle karşılaştığımızı hissettiğimiz an için evlilik kaçınılmaz sondur.

Evliliğin özellikle ilk yılı çiftlerin birbirine alışma dönemidir. Evlilikle edinilen yeni roller örn. birinin eşi olma, damat, gelin olma rolleri de benimsenmeye çalışılır.

Evliliğimin ilk aylarını hatırlıyorum da bir sabah eşim uykudayken gözlerimi açtığımda yatak odamı şöyle bir süzüp kendimi annemin evinin dışında, yabancı bir erkekle uyuyan biri gibi düşünmüştüm. Sonra evimin her odasını yeniden keşfeder gibi dolaşıp kendi kendime “evim! benim evim!.. benim mobilyalarım demiş, kuşluk vaktinde evimin nasıl göründüğünü izlemiştim.

Evli olmak, sevdiğim adama “kocam” diye hitap etmek bile çok zaman yabancı gelirdi bana. Oysa mükemmel bir nişanlılık dönemi geçirmiştim ve kendimi evliliğe olabildiğince hazır hissediyordum. Eşimin ailesi beni istemeye geldiklerinde hatırlıyorum da; ben mutfakta çikolata ve hediye paketlerini açmış, konuklarımıza ikram etmeyi düşünüyordum.. Elimde çikolatalarla salona döndüğüm anda babamın beni verdiğini ifade eden cümlelerini duymuştum. Babam işi yokuşu sürmemek adına “verdim gitti, Allah mesut etsin deyivermişti” ve ben kendi kendime “verildin Yeşim” deyip durmuştum. İlerleyen günlerde sözlüendiğimin bahsini yapan konuşmalarımda parmağımdaki yüzüğe şöyle bir göz atıp “verildim” diyordum. Aynanın karşısına geçip yansımama dikkatle bakarken sanki yeni bir yüz görmeyi bekliyordum. Nişanlılık dönemimde de “nişanlım” diye birbirimize hitap edip ardından gülerdik eşimle. İkimize de yabancı madde gibi geliyordu “nişanlım sözcüğü” Komik tabii bu durum.!

Çiftler birbirlerine ve edindikleri rollere alışadursunlar eşzamanlı olarak aileler de çocuklarının hayatındaki yeni başlangıçlara alışma dönemi geçiriyorlar. Özellikle gençler ailelerin ilk çocuğu ise bu dönem hem gencin hem de ailenin ilk tecrübesi oluyor.

Hani derler ya “analar tahtını yaparmış, bahtını değil” Evet o güne kadar tahtını yapmaya çalışmış olan analar ellerinden gelse bahtını da yapmak istiyorlar….Ben de anneyim; o güne gelince neler hissederim bilemiyorum ama, insan evladının her zaman mutlu olmasını diliyor. Bu doğal tabiiki ancak; koruyucu aileler çocuklarının hayatlarına ve seçimlerine müdahale ederek çok zaman negatif durumlar yaratabiliyorlar.

Her anne babanın hayalinde bir gelin yada damat adayı profili vardır. Çocuklarının bahtını en güzel şekilde süsleyecek bir hayaldir kafalarındaki! Gün gelip de çocukları kendi tercihini aileye ilan ettiğinde; çocuğun tercihi ile ailelerin gönlünde yatan aday profili adeta yarış içine girerler. Hele ki annenin hayalindeki gelin/damat adayı ile bir uyuşmazlık söz konusu ise daha doğrusu çocuğun seçimi anne babanın hayallerini karşılamıyorsa işte o zaman durum vahim!

Gençler birbirini tercih etmişler ve hayatlarını birleştirme kararı almışlar tabiiki geçinecek kişi onlar ama ya aileler?? Bir türlü içlerine sindiremedikleri gelin/ damat adayı ile zorunlu akraba olmayı kafalarında sınamaya devam ederler. Olgun aileler genelde sessiz kalıp çocuğun tercihini yaşamasında sorun teşkil etmek istemezler. Ancak koruyucu aileler her fırsatta olumsuzlukları dile getirmekten çekinmemeyi adet haline getirebiliyorlar.

Düğün günü geldi ve gençler hayatlarını birleştirdiler.Ve başta anlattığım gibi bir alışma sürecine girdiler. Aileleri de tabii. İlk aylarda çiftler birbirlerinden beklentilerini sorgularlar dururlar, birbirlerini tercih etmenin ne denli iyi ya da kötü olduğu yönünde yüzleşmeler bile yaşayabilirler kendi içlerinde. Hani derler ya “içine girmeden anlaşılmaz” diye şimdi içine girdi işte. Ve her birliktelikte olduğu gibi evlilikte de çatışmalar olur, olacaktır.

Ancak ilk yılda yaşanan çatışmalar nedense insanın kanını donduruyor. Çünkü türlü hayallerle süsleyip bezenmiş birlikteliğin artık sıradan çiftlerin birlikteliğine benzediği, sevdiğin adamın her erkek gibi , eşinin annesinin “kayınvalide” gibi davrandığını görmek bazen tokat gibi iner insana!

Böyle durumlarda çiftlerin mükemmel olmaya çalışmaları ya da mükemmeli arama çabaları da gündeme girer. Olması gereken bireylerin oldukları gibi davranmaları ve karşısındaki kalıba koymaya çalışmamalarıdır. Kişiler mükemmeli oynamaya başladıklarında kendilerini çıkmaza sürüklediklerinin farkına varamayabiliyorlar. Beklentilerle hayaller; gerçekler ile yeni roller arasındaki gel gitlerde gözümün önüne şu sözü getiririm hep: “Hissettiğin her şeye hakkın vardır”.

Bir de genelde ilk aylarda çiftler arasında cinsellik ön plandadır. Nişanlılıktaki yakınlaşmalar, öpüşmeler ve dokunuşlar evlilikte yeni bir boyuta; tam anlamıyla sekse dönüştüğünde öz. kadın için bu rahatsız edici olabiliyor. Ve kadının seksten zevk almaya başlaması genellikle birkaç ayı bulabiliyor, partneri zevkten dört köşe olmuş bir haldeyken dahi kadın kendini sorgulamalar içinde bulabilir. Ve nişanlılığındaki adamın kaybolmuş olduğunu bile düşünebilir.

Evliliğe hazırlanan çiftlere bizim toplumumuzda bu gibi durumlar hakkında ön konuşmalar yapılmaz her nedense. Gerçek olan sorunların yaşanmayacağı değildir. Biz eski türk filmlerinden ezberlediğimiz kadarıyla pembe hayallerle yuvamızı oluşturup sonra gerçeklerle pat diye yüzleşiveririz. Oysa asıl konu “çatışmaların nasıl çözüleceğidir”. Hiç kimsenin yaşamı toz pembe değildir ve mükemmel insan yoktur. Tabii biz de mükemmel değiliz. Evlilikle her ne kadar ortak yaşam başlatılsa da aslolan farklı iki insanın bir araya geldiğidir.

Her insan kendi doğrularıyla yaşar. Ancak kendi doğrularınızı gözden geçirmeyi denediğinizde size bir söz daha “ Elinde bir hamur var. İster pizza yapabilirsin , istersen pasta. Ancak bir pizza hiçbir zaman pasta olmaz. Pasta da hiçbir zaman pizza değildir. İstersen o hamurla hiç uğraşmamayı da tercih edebilirsin”

Elinizdeki hamur malzemesi pizza malzemesi ise onu pastaya dönüştürmek neredeyse mümkün olamayacaktır. Hayatlarında her zaman gülerin bulunmasını isteyenler etraflarındaki kır çiçeklerinin farkına bile varmazlar. Oysa kimse bize gül bahçesi vaat etmedi!!!

Biyolojik ailemizi tercih edemiyoruz. Dünyaya gözümüzü açtığımızda birilerinin çocuğu , birilerinin kardeşi olarak doğuyoruz. Beş parmağın beşinin bir olmadığı gerçeği ile nasıl aynı anne babadan doğma ve ortak koşullarda büyütülen kardeşlerimizle, öz anne , babamızla sorunlar yaşıyorsak evlilikle birlikte edindiğimiz zorunlu akrabalarımızla da sorunlar yaşamamız ve yaşayacağımız fikrini benimsememiz hoşgörümüzü artırır. Ancak nacizane tavsiyem her iki aileye de sınırlı zamanlar ayırarak kaliteli birlikteliği sağlamaktır. Sürekli bir araya gelişler malesef.kaliteyi düşürüyor.

Mühim olan o günü iyi yaşamaktır, kendimizden ödün vermeden ancak mükemmelin peşinde de koşmadan… Mükemmellik bir hedeftir. Zaman zaman yaklaşılan zaman zaman uzaklaşılan bir hedef. Elinizdeki malzemeleri iyice denetleyerek hamur işine başlayın. Bana kalırsa sevgiyle birleşmiş yuvalarımız, her zaman için emek vermeye değer.!

7 Eylül 2005 Çarşamba

BEN DÜŞMAVİYİM!

Hayatın erken olgunlaştırdığı kişilerdenim ben!

Zaman zaman artıları oldu olgunluğun. Ama çocuk olmakla büyük olmak arasında gelgitler yaşayarak geçti çocukluk ve gençlik dönemim.
İlkokul beşinci sınıftan itibaren 11 yıl süre ile sonradan işitme duyusunu kaybeden annemin tedavisi için mücadele verdik. Bu süreçte evin en büyük çocuğu olarak annenin sağ kolu olma ve eksik uzuvlarını tamamlamayı görev edindim kendimce. Hatta tıp fakültesine mukakkak girip KBB alanında uzmanlaşmak ve iç kulağa yönelik buluşlar yapmak tek hedefimdi o yıllarda …
11 yılın sonunda annem tedavisini bulup da sağlığına kavuştuğunda üniversite öğrencisiydim. Ancak annemin özgürlüğüne kavuşmasına ve evdeki yeni düzene en zor alışan ben oldum. Annem iyileşmişti ama ben sanki elmamın diğer yarısını kaybetmiştim. Yarım elmaydım artık!
Karşımdaki ise yıllardır bana bağımlı yaşayan annem değil hırslı ve azimli, hayat dolu gencecik bir kadındı. Sudan çıkmış balığa döndüm diyebilirim. Aile yaşantımız normale döndükçe ya da sıradanlaştıkça ben kimliğimi arıyordum. Yaşıtlarımın arasına kolayca karışamadım. Çünkü kendimi ne genç ne de ergin hissediyordum.

Yaşamımdan hasta insanları çıkarmamak adına iki yıl süre ile bir rehberlik merkezinde gönüllü olarak işitme engelli çocuklara konuşma eğitimi vererek geçirdim. Ancak daha sonra bitirmiş olduğum yüksekokulun (gıda tekn.) ve de diplomamın elverdiği işi yapma kararı aldım.
1999 yılında aşık oldum eşime! Biz evliliğe hazırlanırken kayınpederim amansız kas hastalığı ALS ye karşı son çırpınışlarını veriyordu. Eşimle en büyük ortak yönüm: Evde hasta biriyle yaşamanın, canın kadar sevdiğin birine tedavi aramanın ne olduğunu çok iyi biliyor olmamızdı. Benim çocukluğumda yaşadığım acıları ve beklentileri o yeni yeni tadıyordu. Ve 2001 yılında 25 aylık yoğun bakım tedavisinin sonunda kaybettik kayınpederimi.- Allah rahmet eylesin!-
Ancak hayatla nihayet baş başa kaldığımda yani kendi ailemi oluşturduğumda baktım ki çok yorgunum. Hayat halen bir mücadeleymiş! Evlilik de öyle.Hem de mücadelenin hası: Her şeyle ve edinilen yeni rollerle mücadele. Maalesef yanlışlar yaparak, türlü çatışmalar yaşayarak doğruyu bulmak durumunda kaldım. Yanlış yapıp, sonucunu görüp sonra doğru olanı keşfetmek hiç kolay bir süreç değildi. Ama vazgeçmedik birbirimizden! İyiki de vazgeçmemişiz. Sevgiye kurmuştuk yuvamızı ve bu sevgiye emek vermeye değerdi. Çok zaman kendi evliliğime mücadele gücü bulamadım kendimde. Çünkü dedim ya hayat fazlaca yormuştu zaten beni. Küçücük omuzlarımda ağır yükler taşıtmıştı çok zaman.
Sonra vazgeçtim bir süre için pembelerden, hayatın toz pembelerinden! Çok ama çok kırgındım hayata ! Hep yanlış yaptığımı hissedip kızıyordum. Kendime çok yükleniyordum. Aslında bazen yanlışı yaşamak ister insan ıslanacağını bile bile yağmurda yürümek gibi. Ben de ıslanmak istedim. Ve maviliklerini aradım yaşamın. Uçsuz bucaksız mavilikleri… Bazen fırtınalı, bazen umarsız ama hep sessiz çığlıkları barındıran maviliklerde ıslandım da ıslandım!
Dedim ya ben düşmaviyim.!
İyi halin de kötü halin de, iyinin de kötünün de devamlılığı olmadığı yaşamda bugünü iyi yaşamak adına varım! “Ya bu deveyi güdersin, yada bu diyardan gidersin” atasözümüz gereğince maksat deveyi gütmekse o deveyi iyi güdelim!

Önce sağlık sonra mutluluk dolu günler diliyorum.
Sevgiyle kalın!

HEKİMLİK KARİZMASI

Doktor civanım, doktor doktor civanım!!!!
Hangimiz herhangibir rahatsızlığımızda doktora gidip de tanımız, tedavi şeklimiz, varsa alteranif tedaviler hakkında bilgi ve ilaçların kullanım dozları hakkında yeterince bilgilenmiş olarak muayene odasından ayrılıyoruz?
Özellikle o güzel yazılarıyla yazdıkları çok zaman karalamayı andıran reçeteleri gördükçe tıp fakültesi öğrencilerinin tamamının yazılarının okunaksız oluşu bir tesadüf mü? şeklinde düşünmeden edemiyorum. Ardından da oldukça uzun bir kuşak dönemini kapsayan binlerce hekimin ilkokul öğretmenlerine geri dönme gereği hissediyorum kendimde. Nasıl öğrenci yetiştirmişler böyle? Bu kişiler acaba hayatları boyunca yıldızlı pekiyi ile ev ödevi götürmemişler mi?
Ancak ne yazıkki anlaşılmaz reçeteler hazırlamak, anlaşılmaz dilde konuşmalarının kabahatlisi onlara alfabeyi ve yazı yazmayı öğreten ilkokul öğretmenlerinde değil! Hekimler anlaşılmaz olmayı kendilerinin "hekimlik karizması" olarak algılıyorlar ne yazık ki. Ve üzülerek belirteyim ki kuşaklar boyu da bu böyle devam ediyor. Hatta bırakın hastaya açıklama yapmayı muayenelerini bile vakit kaybı olarak gören bu nedenle hastaya karşıdan bakarak tedavisini, reçetesini hazırlayan hekimlerimizin sayısı hiç az değil.
Oysa hastalarının anlayabileceği olabildiğince sade bir dil kullanmak, tanı ve tedaviler hakkında hastayı yeterince bilgilendirmek meslek etiğinin ana maddeleridir.
Tıp dilini/ latinceyi hayatlarına öylesine yerleştirmişler ki bunun dışında ifade tarzı yok görüyorlar. Daha da komiği hastaları tarafından anlaşıldıklarını düşünüyorlar !!!!
O zaman ne yapmalı? herkes hekimin karşısına geçmeden önce tıbbi terimler sözlüğü ve bir kaç adet sağlık ansiklopedisini mutlaka yanında bulundurarak muayene olsun! Evlerimize yığınla sağlık ansiklopedileri, vcd leri alalım!
Yada hekimleri sade bir dilde açıklamalar yapmaya zorlayalım.
Karizmalarını değiştirme gayretine girmeliler artık. Çünkü karşılarında sadece kalbi, böbreği, damarları, damarları içinde kan hücreleri vs. olan bir mekanizma değil! İnsan var.
Bu konuda hepimize kolaylıklar diliyorum.
Sevgiler...