27 Ağustos 2009 Perşembe

Neden



Normal şartlarda gerçekleşebilecek bir hayalim vardı. Şartlar beklenmedik şekilde anormalleşti. Hayalimin gerçekleşmesi büyük riske girdi. Artık belkide vaz geçme zamanı. Bunu biliyorken neden daha da çok bağlanıyorum ki? neden eskiye oranla daha fazla istiyorum gerçekleşmesini, boş veremiyorum. Bu anormalliği kabullenemiyorum. İçim acıyor... Neden? Bende bilmiyorum

17 Ağustos 2009 Pazartesi

SORGULAMA



Uzun zaman aradan sonra tekrar merhaba!
Son gönderdiğim yazıdan sonra neler mi oldu?
Evde gerçekleştirmek istediğimiz tadilatın büyük bölümünü bitirdik. Badana boya işimiz bitti. Sadece salon mobilyalarımızn yenilenmesi kaldı. Bu konudada hiç aceleci davranmak istemiyorum, biraz moladan sonra devam edeceğiz bakalım. Oğlumu özel bir ilk okula kayıt ettirdik. Okul arayışımız da gönlümüzce sonuçlandı. Eve yakın oluşu en büyük tercih sebebimiz, sabah işe gelirken bırakıp mesai bitiminde teslim alacağımız için servise bile gerek kalmadı.Eşimin bel fıtığı ile ilgili şikayetleri azaldı.
Yaz geldi, uzaktakiler geldi. Bol bol kavuşmalar yaşadık. Yaz tatiline çıktık, deniz, kum güneş tadını çıkardık.
İki buçuk yıldır akciğer kanseri ile mücadele eden dayımı kaybettik. Onu son yolculuğuna uğurlarken, yakınımızı kaybetmenin büyük acısını iliklerime kadar hissettim. Ardından dayımın vefatı ile iyice sarsılan anneannemi günlerce acile taşıdık.
Kayıplar çok zor geliyor insana... Ölüm hiç kimseye yakışmıyor. Fakat dermansız hastalıklarla mücadelede öyle bir an geliyor ki artık bitsin, bir an önce rahmete kavuşsun diyorsun. Dayım da da öyle oldu. Kurtuldu acılarından, bitmeyen ağrılarından; mekanı cennet olsun!
Son yıllarda her yaz döneminde bir iki kayıp verir olduk. Öyle ki doğum ayım olan temmuzda kayınpederimin/amcamın/kuzenimin ve artık dayımın sene devriyeleri nedeniyle sürekli mevlütler okutuluyor.
Aile olmayı sık sık sorgular oldum.
Aile olmak ...
Birken iki, ikiyken üç olmakmış. Kardeşler de evlenince bayram günü salon koltuklarına sığışamamakmış.
Yad ellerle akraba oluvermekmiş.
Aile olmak; üzüntü yaratan olaylara berabece üzülmek, sevincimizi de beraberce paylaşmakmış.
Kayıplarla sayımız azalırken, minicik bir bebeğin anne karnına düşüş haberiyle tomurcuklanıp yeşermekmiş.
Daha yüzünü bile görmediğin o minicik canlı adına büyük sevinç duymakmış.
Aile olmak; hala olmak, teyze olmak, eş olmak, anne olmakmış.
Toprağa verdiğin yakınının yasını tutarken, 6 yaşındaki oğlunun sallanan dişleri nedeniyle hiç bir yiyeceği ısıramıyor olmasına da ayrıca üzülmekmiş.
Amcamın erken vefatı nedeniyle yüzünü bile göremediği torunu ile karşılaşınca göz yaşlarını tutamamak; amcamla aynı ismi taşıyan bu minik oğlana bakınca ismin yaşıyor olmasının hazzını yaşamakmış... (Bu duruma ben bile şaşırdım. Niye mi bkz. şu yazım
Okuduğum kitapların birinde eşler çocuklarını yeterince büyütüp evlendirdikten sonra her ikiside aynı gün ölmeyi düşünmüşler. "Öyle bir zamanda veda edelim ki çocuklarımıza; kendi aileleri, çoluk/çocuklarıyla uğraşmaktan bizi fazlaca özleyemesinler ..." evet buna benzer bir cümle okumuştum. Gerçekten de insanın kendi yuvası, çocuğu olunca ilk aileyle olan ilişkilerin yerini bir süre sonra kendi eşin, çocuğun kendi sosyal çevren dolduruyor. Özlemler hiç bitmiyor tabiki de teselliler artıyor sadece.
Şimdi Allah sıralı ölümler versin diyorum ve tıpkı okuduğum kitaptaki gibi, oğlum büyüyüp, torunlara karıştığımızda usulca ayrılıp gitmek istiyorum. Mümkünse eşimle aynı günde ...