20 Kasım 2006 Pazartesi

Kasım 20, 2006 - EVE DÖNDÜK
Geçen hafta bekardım. Kocacım bir hafta izin aldı. Atça’daki bağ bahçe işlerini halletmesi gerekiyordu (buğdaylar ekilecek , mandalinler toplanacak vs.) Bu nedenle biz oğluşumla kaldık. Parmağımdaki kesik sol elimi kullanmamı engellediği için bu süreyi evimizde baş başa geçiremedik ve göçebe yaşama geçtik yeniden.

Balböceğim öksürüyordu ve yollarda gider gelirken hastalığı artmasın diye ona bir hafta evde tatil yaptırdım. İlk günü, pazartesiyi, Gaziemirde dayımlarda geçirdikten sonra annemlerde kaldık hafta sonuna kadar.

Ben her gün otobüs ve metroyla gidip geldim işe şöyle ki saat yedi buçukta evden çıkıyordum fakat dokuzda ancak işyerimde olabiliyordum. Oysa evimizden arabamızla, otobandan tabii, onbeş dakikada işyerime ulaşabiliyorduk. Fakat anladım ki ben evin önünden arabamıza binip işyerimin önünde inmekle zamandan kazanırken hiç insan görmüyormuşum. O nedenle sabah ve akşam halkın içine karışmış olmak onlarla saatler süren trafik çilesini yaşamak, sağımda solumda koşuşturan insanları sessizce gözlemlemek de ayrı bir keyif verdi bana…

İlk sabah babamla aynı saatte çıktım evden saat dokuzda işyerimde olunca baktım olmayacak (ki mesainin kaçta başladığını sormayın) ertesi gün babamdan on dakika önce ben çıkıyoruuuum diye ev haklına seslenip, apar topar koştum durağa. Ne oldu peki??? Otobüsten önce babam geldi durağa ve on dakika erken çıkmam hiçbir işe yaramadı. Toplam 20 dakika otobüs beklemiş oldum ve işe varış saatim aynıydı.

İzmir- Üçyol metro durağı ise ayrı bir alem. İnsanlar daha bindikleri otobüste iken telaşlanıyorlar. Şoför durakta gereksiz yere durup bekliyorsa azarlayıp uyarıyorlar (hatta bayanlar yapıyor bunu). Sonra metro durağına inen yürüyen merdivene herkes dev adımlarla yaklaşıyor. Aşağıda ise turnikelere doğru sağından solundan seni geçmek isteyen insanlar oluyor mesela önümdeki adam tam karşıya hızlı hızlı y6ürürken bir aracın şerit değiştirişi gibi tek bacağını sağa geniş açıp hızlı hızlı sağ şeritte yürüyor, işte herkes böyle en az kuyruk olan turnikede kartını okutup yine yürüyen merdivenlerle inip metroya binecek.

Bu kez şöyle bir kural gelişmiş yürüyen merdivenin kendi hızına kendini bırakıp gideceksen tutunma yerlerine iyice yaslanıp tam sağda durmalısın ve solundan geçecekler için yer bırakmalısın!!! Öyle ortada falan durup koşanları engellemek suçtur!!! Ve tam sağda dururken yanından yürüyen merdivende yarış atı gibi koşan insanları görüyorsun ya da rüzgar gibi geçtikleri için görür gibi oluyorsun. Ohhh iki yürüyen merdivenle inip metroya bineceğin yere geldin. Burada da bir kaos. Adamlar metro kapılarının açıldığı ve açılabileceği noktaları ezberlemişler tam o noktalarda kuyruklar var. Metro yanaştığında tüm kapılardan akın akın insanlar koltuklara yöneliyor ve ilk binenler çok şanslı oturabiliyorlar. Diğer yolcular ise ayakta tost gibi sıkışıyorlar ve metro belediye otobüsünden farksız bir şekilde ilerleyin, orta taraf sıkışsın türünden konuşmalar ve yerleşmeler sonucu zar zor kapılarını kapatıyor. Oturan yolculardan çoğu uykuya geçmiş bile (ki topu topu taş çatlasın 17 dakikalık yol).

İşte böye belki klasik yolculuklar kimine göre ama ben son yıllarda eşimle birlikte kendi arabamızla işe gidip geldiğimden keyifli bile geldi bu süreç.

Pazar akşamı nihayet eşim geldi, evimize döndük, bu parmakla yemek, ev düzeni derken nasıl altından kalkarım bilmiyorum ama evimi özlemişim. Oğlum babasını çoook özlemiş. Bense bir haftadır her gece en az iki üç kere uyanıp sonra uykuya geç dalıyordum ve uykum bölünüp duruyordu, eşimin gelişiyle normale döndüm ve her zaman olduğu gibi yanımda top patlasa duymayacak şekilde sabaha değin deliksiz uyudum. Yağızı tuvalete götürme, terlediyse üstünü değiştirme işini de kocacım kaldığı yerden devraldı.

Hoş bulduk evim… İyiki döndük..

Hiç yorum yok: