25 Ekim 2005 Salı

TOPRAĞIN OĞLU

Toprağın oğluydu o: çiftçiydi.
Her sabah gün doğmadan düşerdi toprağın kucağına, teriyle sulardı her bir tohum tanesini gün batımına değin
Damarlarından biri toprakla beslenirdi onun. Kim ne derse desin, tek bir fidan kurumasın, bir ağaç ölmesin diye çabalamaktan geri kalmazdı.
Toprağı yalnız bırakmazdı onu, toprağı emeğinin karşılığını verirdi...
En yakın arkadaşları birer birer şehre göçmüşlerdi. Burada karınları doymuyordu artık. Masraflarının karşılığını bile vermiyordu tarladan kalkan ürünler. "Çalış, çalış... eline geçen bir şey yok. Üstüne üstlük de zarar ediyoruz" deyip terketmişlerdi buraları. Geçenler de de kardeşliği gitmişti. Gözü yaşlı ayrılmıştı köyünden, heybesine umut doldurup gitmişti yaaa, Allah yardımcısı olaydı.
Haklıydı; hepsi de haklılardı. Tarlalara gelecek işçi bulamaz olmuşlardı. Herkes naz ediyordu. Gelip çalışanlar da artık üç kuruşa akşama değin ter dökmek istemiyorlardı. Sonrası... Sonrası tohuma para, gübreye para, mazota para. Ver Allah ver. Ama cepten gidenin karşılığı gelmiyordu ki… Tarlada kalıyordu ürünleri. Çok zaman hayvanların önüne koyuveriyorlardı. Yılda bir kez ürün alınıyor. O da tarlada kalınca ne yapsalardı.
Zaman eskisi gibi değildi artık. Kimse çiftçinin yüzüne bakmaz olmuştu. Geçen senenin altında fiyat veriyordu tücarlar pamuğa, mısıra, buğdaya. Cepten gidenin karşılığını bulamıyor ki çiftçi.
Evdeki karısı da haklıydı:"pazara çıktığında çantası dolsun istiyordu, bebesine yeni giysiler istiyordu. Çamaşır makinesi istiyordu, elleri artık yumuşacık olsun, nasır tutmasın istiyordu"
Bir yaşlıları kalmıştı köyünde, bir de toprağın oğlu. Yoook ben toprağımı bırakmam diyordu, o da beni bırakmaz.

Yağmur damlalarına karıştı aktı da aktı göz yaşları. Neden sonra açabildi avuçlarını: bir pamuk kozağı vardı elinde. Bir o kuru kalmıştı avuçlarında. Diğerleri yağmurla yıkanmıştı.
Nasip dedi, toprağın oğlu. Her ne kadar öldürse de yağan yağmur emeklerini, çiftçinin işi nasipdi işte. Yağmur emeklerini alıp götürse de .....

Hiç yorum yok: