29 Ocak 2008 Salı

KAR VAR KAARRR HAYDİ KIZAKLARA

Bu hafta sonu üniversiteden çok sevdiğim bir arkadaşım, sürpriz bir şekilde hafta sonu Denizli'den İzmir'e beni ziyarete geldi, bizde kaldı. Beş yıldır hiç karşılaşmamıştık. Bal böceği ve anne olan benle tanıştı. Bal böceğinden önce defalarca gelip kalmıştı ama sonları araya mesafe girmişti, kendisi halen bekar. Bol bol özlem giderdik, anilarımızı tazeledik. Eski günlerdeki gibi bol bol güldük. Bu kadar seri konuşabilmemize eşim dahil herkes şaşırdı.Anne olarak beni çok beğendi, nasılım dediğimde çok fedakarsın dedi, bal böceğim konusunda bizi tebrik etti. Çok iyi yetiştirmişsiniz dedi, öz güvenine hayran kaldı. Çocuk konusunda övgüler almak insanın ruhuna iyi geliyor.
Cumartesi günü öğleden sonra yine ani bir kararla erkek kardeşim ve eşinin ısrarları üzerine Bozdağ Kayak merkezine gittik. Bal böceği kış başından beri soruyordu, anne madem kış geldi neden kar yağmıyor?, diye. Ankarada oturan yakınlarmızdan defalarca gelirlerken kardan adam getirmelerini rica etti. En büyük hayali bir kardan adam yapıp burnuna havuç takmak :) Misafirimizi de yanımıza alıp saat öğleden sonra bir buçuğu geçiyor olmasına rağmen yola çıktık.
Karla kaplı Bozdağ'ı görünce her birimiz çocuklar gibi şendik:) Kar fazla olmadığı için kayak yapılamıyor ancak kızaklarla kayılıyordu. Kızakla kayıp defalarca yuvarlandık. Çok eğlendik. Misafirimiz çok üşüdüğü için kafedeki kaloriferin başından ayrılamadı ancak bizler ailece tadını çıkardık. Bal böceğim de çok mutlu oldu. Kayerken her birimiz bir diğerinin haline gülerken, defalarca filelere çarpıp yuvarlandık, filelerden dışarı çıktık. Dağa tırman, sonra in derken orada hemen anlamadık ancak ertesi gün her birimizin bel ağrısı vardı, hatta kuzenim elinde lasonil kutusu ile geziyordu. Haşatımız çıkmıştı;ertesi gün her yerimiz et kesiği olup ağrısa da oradaki hallerimiz görülmeye değerdi. Çok komiktik ve çoook eğlendik.
Hava kararırken döndük. Bal böceğim kar nerdeyse buzlaşmış olduğu için kardan adam yapamadı ama kaydı, eğlendi. Dönüş zamanı geldiğinde yerden iki parça buz alıp cebine koymaya kalktı, eve kar getirecekmiş. Kar erir, eve kadar dayanmaz üstelik cebinde seni üşütür, hasta olursun deyince bu kez iki buz parçasını elindeki plastik küreğinin içine koydu. Erimez, erise bile ben onu buzluğa koyarım, su olsa da yine donar kar olur, canım isteyince buzluktan çıkarıp bakarım diye bize açıkladı. Arabada uyuklarken elinde minik yeşil küreği, içinde karları bir süre yolculuk yaptı, sonunda tamam su olup eridiğinde onu dökerim bende eve kadar elim çok yorulucak dedikten bir süre sonra uykuya daldı.
Altta Bozdağ yolunda arabadan çektiğimiz bir kaç fotoğrafımız var. Değişik bir hafta sonu ve çocuklarınızla kar eğlencesi yaşamak isterseniz Bozdağ kayak merkezini tavsiye ederim. Üstelik bu hafta kar yağışı arttığı için bizim gibi buzlara değil yumuşak karlar üzerine düşüş yaparsınız :)




Bu aralar, evde oğlumla babssı çok güzel vakit geçirip, birlikte güzel güzel oyunlar oynuyorlar. Salonumuz oyuncaklarla kaplanıyor, her yer dağılıyor ama öyle eğleniyorlar ki ses çıkarmıyorum. Bazı geceler oyuncaklarımızı toplamayacağız, yarın oyunumuza devam edeceğiz diye beni uyarıyorlar. Böyle günlerde ertesi gün evimize sürpriz misafir gelmesin diye dua ediyorum, şayet legolardan yapılmış çiftlikler, hayvan taşıyan envai çeşit araba... vs arasında geçiş yolu hiç yok gibi bir şey oluyor. Geçen akşam, evde babasıyla karşılıklı futbol oynayan oğlum şöyle diyor, bir yandan oyuncularını kontrol ederken, Alex, alexi haydi alex, tunç tunç yakala topu, hakan haydi şut çek. Bulduğu futbolcu isimlerine şaşırdım doğrusu :)Onlar baba oğul oynarlarken ben elimde şişlerim örgü örüyorum. Şalımı sonunda bitirdim ve bloguma ekleyeyim diye resmmini çektim. Bir tane de kızkardeşim için başladım onun da bitmesine az kaldı. Sonunda kullanılabilecek şekilde bir şey örebildim. yani elim şekillendi, örgüm düzeldi. Örgü örmeyi seviyorum. Otuzumdan sonra öğrendim ama beni dinlendiriyor, bir şey üretmeyi seviyorum ve kukal çınlamalarını dinlemeyip bir işle meşgul olmuş oluyorum. İşte sanat eserim:



Bir de her akşam düzenli ders çalışıyorlar, ben okul öncesi çocuklara evde bir şeyler öğretmek konusunda kararsızım. Bana çok doğru gelmiyor açıkçası,ancak geçen hafta sınıftaki arkadaşlarıyla bir akşam bir araya getirmiştik, orada bal böceğinin arkadaşlarından daha geride kaldığını gördük. Bakıyorum babası oyun oynar gibi harfleri ve rakamları tanıtıyor, ismini yazmasını öğretiyor ve fazlaca yüklenmiyor. Bal böceği de zevk alıyor, zaten sıkıldığını hissettiği anda eşim bırakıyor, on dakika kadar sürüyor dersleri sonra yine oyun oynuyorlar.

24 Ocak 2008 Perşembe

ÇOCUKLAR ÇOCUK KALSIN




Can DÜNDAR'ın "Kırmızı bisiklet" isimli kitabını bitirdim. Okurken zaman zaman gözlerimin dolduğu, özellikle babaların okumasını tavsiye edeceğim bir kitap. Kitapta değinilen ve benim de bir şeyler çiziktirmek istediğim bir konu var: erkek çocuk ebeveynleri olarak gittiğimiz oyuncak mağazalarında çocuğumuza alacak, sevimli oyuncaklar bulamayışımız. Raflarda sıra sıra dizili, eli makineli tüfekli ve olabildiğince korkunç, terörist görünümlü .... men'li isimleri olan şiddet yanlısı erkek figürleri, sonra yine korkunç görünümlü, dinazor, gergedan vs şeklinde hayvan ve onu yakalamak üzere çeşit çeşit av malzemelerinden oluşan bir paket,türlü av ve avcılar....
Bal böceğim dört yaşını bitirene kadar eve silah almadık, ona aldığımız silah sayılabilecek tek oyuncak su tabancalarıydı. Ancak ana okuluna başladığında, artan sınıf mevcudu ve edindiği yeni erkek arkadaşları, bir de sahiplenmeye çalıştığı erkek çocuk kimliği ..vs etkileriyle masumuyiyet çağını yavaş yavaş geride bıraktı. Bildik, yaramaz, ele avuca sığmaz bir erkek çocuğa dönüşürken silah ve tabancayı da bir şekilde yaşamımıza sığdırdı. Okul çıkışı çoğu kez sınıfımızdan bir arkadaşı elinde tabancası sağa sola koşuştururken etrafında fingirek gibi dönüp de tabancana bakabilir miyim diyen oğlumu uzaktan izlediğimde gözleri ışıl ışıl halde arkadaşının silahını nasıl incelediğini gördüm. "Anneee arkadaşımın silahından bana da alalım mıı?" dediğinde, silahların korkunç işlevini, öldürmeye yarayan bir araç olduğunu ve silahların güzel oyuncaklar olmadığını açıkladım. Başlarda ses çıkarmadı ama gördüğü her silahı gözleri ışıl ışıl inceledi, sonra ne zaman silah almamı istese silahla ilgili kurduğum her cümleye kızdı, direndi, silahlar kötü oyuncak değil, güzel oyuncak dedi. O zaman kendime sık sık tekrarladığım şu sözü hatırlattım: "Çocuğumuza istemediğimiz kişi, davranış ve nesnelerden izole bir hayat sunmamız mümkün değil. Biz ancak kendi çocuğumuzun davranışlarını kontrol edebiliriz, çevrenin değil." Doğru, ben hep böyle söyleyip bunu savunmamış mıydım. İşte bu düşünceden hareketle bir süre sonra dedesinin oğluma silah almasına hayır diyemedim. Zaten yasakladıkça, şöyle böyle dedikçe daha çok ilgi duyar olmuştu ve başka çocukların oyuncaklarının etrafında dönüp yalvar yakar olup silahlarıyla oynamak için izin istiyordu. Sonunda onun da bir silahı oldu. Her seferinde silahların öldürme amaçlı kullanılmasının yanlış olduğunu anlattım. Ama yok sayamadım silahları, almayayım oynamasın da diyemedim. Sonra iki, üç silah daha aldırdı bize, hatta biri minik saçmalar atan bir av tüfeği. Hepsiyle oynadı, merakını giderdi. Şimdi istese de silah almıyorum, başlarda bir süreliğine silahın yerine cam vb. yerlere yapışan vantuzlu plastik ok atan silah aldım. Şimdilerde olabildiğince eğitici oyuncak ya da şiddet içerikli olmayan oyuncaklara yönlendiriyorum ve o tiplerde oyuncaklar satın alıyorum.
Geçenlerde bal böceğimin sınıfından bir kız arkadaşının evine davetliydik. Bal böceği sınıfından yine çok sevdiği bir erkek arkadaşı da ailesiyle gelince çok mutlu oldu. Ancak iki erkek çocuğun yanında ev sahibi kızımız yalnız kalmıştı. Anneler mutfakta yemek hazırlığı yaparken sık sık yanımıza gelip yakındı:"Şu erkekler ne garip, önce gel oynayalım diyorlar, sonra birbirlerini öldürüyorlar. Erkeklerin bütün oyuncakları da garip sadece silah, tabanca ve arabalarla oynuyorlar, arabalarını çarpıştırıyorlar, yarıştırırken her tarafı dağıtıyorlar. Oyunları da oyuncakları da hiç güzel değil...."
Bizim minik erkeklerimizdeki kimlik farkını şu beş yaşına henüz girmemiş küçük hanım nasıl da güzel irdelemişti.
Oğlumla birlikte oyuncakçı dükkanlarına gittiğimde çok zor durumda kalıyorum, dükkanların en görünür yerlerine konmuş şiddet içerikli onlarca oyuncağı görmezden getirip, diğerlerine göre oldukça sönük kalan ancak oğlumun psikolojisine olmulu katkılar sağlayabilecek oyuncaklara ulaşmasını sağlamak gerçekten kolay olmuyor.
Şiddet, maço erkek kimliği daha bu yaşlardan belleğine kazınmaya çalışılıyor. Çok yazık çok...
Bahsetmek isdeğim diğer konu ise hasta yatağımda her izlediğimde boğazımda bir düğüm oluşturan OMO-Kirlenmek güzeldir reklamı. İzlemişsinizdir muhakkak. Bir robot çocuğun toprağa dokununca ayaklarının robot ayağından çocuk ayağına dönüşmesi ile başlıyor, çocuk doğaya karıştıkça bedeni de normal çocuk bedenine dönüyor...
Ne olur çocuklarımızı odalarında yalnız oyunlara, bilgisayar başında sanal dünyalara terk etmeyelim. Çocuklarımızın çocuk gibi davranabileceği, koşup zıplayabileceği, dahası doğayla iç içe olabileceği ortamlar yaratalım. Bırakalım oyun parklarında toza toprağa karışsınlar, bırakalım çimlerde yuvarlansınlar. Bırakalım çocuklarımız çocuk gibi çocuk olsunlar...

İYİLEŞTİM GELDİM

Rota virüsü sonunda beni de vurdu. Cumartesi günü çok şüküt fayans ustası yatak odamızdan gitti. Sonra ben elimde şişe şişe deterjanlar, genel temizlik bezim, mobilya bezim, cem bezimle yatak odamın her bir tarafını temizledim. Her yer öyle tozlanmıştı ki, duvarları bile silmem gerekti. Yıkanabilecek her şeyi söküp yıkadım. Elim değmişken içime sinmemiş olan yer değişikliğini iptal edip, bal böceğimin odasını eski yerine , oturma odamı da yeniden oturma odası olacak şekilde taşıdım. Kilerden çıkan fazla eşyaları seçtim, koliledim, fazla olanları kocamla kayınvalideme gönderdim. tüm bu işler tek başıma ve bir gün içinde yapınca akşama soğuk algınlığı belirtileri iyice artmıştı.
Pazar sabahı uyandığımda her yerim ağrıyordu. Evim temiz olmasına temiz ve düzenliydi ancak ben bitmiştim. Öğleden sonra ateşlendim. Pazartesi günü işyerime geldiğimde acınacak haldeydim. Doktor üç gün istirahat verdi. Grip nedeniyle kulaklarımın işitme güçlüğü iyice arttı. İlk iki gün ne kapıyı ne de telefonu duymadan, sadece kulaklarımdaki gürültüleri dinleyerek dinlenmeye çalıştım.Aralıksız uyudum, uykuya doyamadım.
Bugün iş yerimdeyim. Kapıdan girdiğim andan itibaren koşuşturmya başladım bile..

16 Ocak 2008 Çarşamba

14 OCAK

Nasıl unutmuşum bilemiyorum. Tarihin 14 Ocak olduğu ayrıntısına hiç dikkat etmeden telefonda sağlık durumumu ve kulaklarımı soran arkadaşa 14 Ocak'ta cihaz denemesi olacak derken, masa takvimimle göz göze geldim. Gözlerim börtledi. Hemen çekmecemdeki randevu kağıdımı bulup saatine baktım, tam bir saat gecikmiştim. O gün yanımda götürmem gereken evraklardan bir vesikalık resim eksik, diğerleri tamamdı. Onu da kocişin cüzdanından tamamlarım dedim. Bir saat gecikmeli olarak işitme cihazı test odasının kapısında bittim. Neyse odyolojik testleri hemen tamamladım, ölçümler ölçümler, atak da bitti, kulaklarım iyi durumdayken yapılan ölçümler ne kadar belirleyici olur ki diye de düşünüyorum. Kulağıma envai çeşit ses verildi. Konuşma testleri yapıldı. Duyduğum tek heceli kelimeleri tekrar ederken zorlandım. Odyolog pas mı dedi, kas mı dedi, tas mı dedi, işin içinden çıkamadım. Neyse sonuçlarla ilk gittiğim odaya tekrar gittiğimde, verileri bilgisayara girdi odyolog bayan, sesi sakin ve güleryüzlüydü. Daha önce hiç cihaz denemesi yaptırdınız mı sorusunu, hayır diye yanıtladım. Bende güler yüzlü ve sakindim. Sanki karşımdakini rahatlatmaya çalışan bir halim vardı. Size iki cihaz öenrebileceğim dedi, ancak bunlar kulak içi modeller değil. Kalın seslerde kulağınız normal sınıra yakın değerlerde, ince seslerde kaybınız çok, kulak içi modelller kulağınızda tıkanıklık hissi yaratır ve kulağınızın duyabildiği kalın sesleri azaltır dedi. Kulak arkası ama küçücük kulaklıklar var size önerebileceğim dedi. Görsellik çok önemli değil dedim bayana (halen karşımdakini sakinleştirme çabam sürüyor..) Önemli olan fayda görebilmem, cihazın görünür ya da gizli olması hiç mühim değil, dedim. Cihazı kulağıma yerleştirdi, bilgisayardan bazı ayarlar yaptı ve cihazını şimdi açıyorum dedi. Odyolog sesini nasıl duyduğumu sordu, geldiğniz ana göre sesim farklı mı dedi. Kesinlikle farklıydı, sanki bir mikrofondan konuşan robot sesi gibiydi. (Mekanik duyuyorum eyvahhhh...)Bazı ayarlar daha yaptı. Ses bir parça iyileşti. Kulak şikayetlerimin her zaman aynı seviyede seyretmediğini açıkladım. Ve odyologun sesinin çok da belirleyici olmadığını söyledim. Zaten sizin sesinizi kulaklık yokken de rahat duyuyordum dedim. O zaman bana bazı belirleyici sesler dinletmek istedi. Bilgisayardan şarkılar açtı. Sorular sordu. Bir keman sesi dinletti, sonra flüt sesi. Sonra bu cihazın bir üst modeli var, siz o modelde daha çok kazanç sağlayacak gibisiniz deyip ikinci cihazı kulağıma yerleştirdi, bir takım ayarlardan sonra o cihazı açtı. Odyologun sesi çok daha doğal geliyordu. Cihazın üst model olduğu kanıtlandı dedim kendi kendime ve bu arada neden titriyorum? Kulaklarım da çınım çınım çınlıyor.
Odyolog şöyle devam etti, önce size dinlettiğim şarkıyı cihaz kapalı durumdayken dinlemenizi istiyorum, bana ne duyduğunuzu söyleyin. Dinledim keman ve flüt sesi duyuyordum. Şimdi cihazınızı açıyorum dedi. Ne duyuyorsunuz sorusunu gözlerim dolu dolu yanıtladım, şarkı aynı şarkıydı. Keman sesi, flüt sesi, arada tempolar, şarkı söyleyen bir bayan sesi, kendi kulağımla duyduğum şarkıya göre çok daha cıngıl cıngıl bir şarkı duyuyorum. O anda elektriği icat edenden başlayıp işitme cihazlarını icat eden de her kimse öyle büyük şükran duydum ki :)))
Odyolog işitme cihazı tipini, modelini ve cihazdan fayda gördüğümü raporladı. Birlikte doktoruma gittik. Hemen o günkü heyete dahil edildim. Heyet kararım hazırlanırken içeriye giren heyet ekibinden hemen herkesi tanıdığımdan selamlaştık, bugün heyette ben de varım, dördüncü hasta dedim içlerinden birine, yakınınız mı neyiniz oluyor dediler. Benim dedim. :) Yakınım değil kendimim. Koşa koşa eşim geldi yanıma, onu da rahatlattım, cihazdan fayda sağladığımı, şarkıyı nasıl duyduğumu anlattım. İşlemler uzun sürdü, heyet raporu bir kaç günde hazır oluyormuş. Ayrıca devlet şu anda ödemeleri durdurmuş ama fatura karşılığı falan çözüm bulunup alınabiliyormuş, zaten kurum bir kısmını karşılıyor, üstünü kendin ödüyorsun. Bekliyorum, heyet kararım çıkınca her şey netleşecek.
Seramiklerimiz geldi, usta yok. Tam iki kez erteledi geleceği günü, oturma odasını küçücük odaya taşımak hiç iyi bir fikir değilmiş, artık kullanılmayan bir oturma odam ve oğluma fazlaca büyük bir çocuk odam var ve değişiklik yaptığım için pişmanım. Oğlumun halısı odaya küçük geldiği için odanın çıplak kısımlarında yere yatıp oynaması sorun oluyor, daha önceki odası yatak odamla bitişik duvarlıydı. Şimdi evin yatak odamıza en uzak odasında ve geceleri problem oluyor. Eski odasına yatağı, elbise dolabı rahatça sığıyordu. Sadece oyun alanı daha sınırlıydı. Bu oda onun tüm ihtiyaçlarına fazlasıyla yetiyor ama odayı ısıtma problemimiz nedeniyle oyuncaklarını halen salona taşıyor. Hiç bir şey içime sinmedi, ev bana yabancılaştı. Pişmanlık çöktü üzerime , yaptığım işlemi geri alamadım, almayı düşünüyorum ama hiç bir şey yapmadan odalara bakıp bakıp oturuyorum yerime. Seramik kutuları, düzensiz evim ve karşık bir halde ben...

13 Ocak 2008 Pazar

DEĞİŞİKLİK ZAMANI

1- DEĞİŞİKLİK:
Yine değişiklik yaptım, çoktandır blog ismimde değişiklik yapmayı planlıyordum, ancak kendim için içime sinecek bir rumuz bulamadığımdan yapamıyordum. Bu sabah şuradaki yazıdan etkilenerek blog başlığımı değiştirdim. Sanırım bu daha iyi oldu. Rumuz konusunda halen arayıştayım.
2- EVİM EVİM GÜZEL EVİM
Nihayet ev için tasarladıklarımızı hayata geçirme aşamasına ulaştıııık. Yatak odamızdaki ebeveyn banyomuz için fayans seçebildik. Çarşamba günü usta geliyor, seramik döşeme işinden sonra sırada asma tavanlar, duşakabin ve banyo dolapları işleri sırasıyla halledilecek. Turkuaz mavi seramikler seçtik, bordürleri ise turuncu, mavi ve kırmızılı, duvar seramiklerimizde sanki uçuşan köpüklere benzer kendinden bir desen var.Neşeli bir banyo olacağa benzer. Daha önce fazla eşyaları koyuyordum bu banyoya ama artık ebeveyn banyosu olarak kullanma kararı aldım. Fazla eşyalarımın bir kısmını küçük wc yi iptal ederek oraya taşımayı düşünüyorum, diğerlerini ise ileri aylarda yaptırılacak ray dolap, vestiyer vs. içine yerleştimeyi planladım.
Asıl bomba eylemimiz: oğlumun odasını taşıdık kocişle. Oğlum çocuk odasını kullanıyordu, ancak bu oda evdeki en küçük odaydı ve yavru kuşum oyuncakları ile bir türlü sığışamadığından oyuncak sandıklarını habire salonun ortasına boşaltıyordu. Bir gün anne bana salon gibi bir oda yapsak ya dediğinde dank dediydi.Oturma odam sadece eve yatılı gelen misafirler için kullanıldığından oturma odasını yavrukuşuma, küçük çocuk odasını da yatılı misafirlere uyarladım. Küçük oda çok tıkış tıkış oldu ama oğlum geniiş bir odaya kavuştu. Odadaki kanapelerden ikili olanı balböceğimin odasında bıraktım, ona kitap okurken uzanırım, ya da arkadaşları geldiğinde oturmak için bir yerleri olsun diye düşündüm. Biz zaten salonda istihkam ediyoruz. Önce kendimizi, sonra çocuğumu düşünüp öncelik bizimdir dedim ve odalar hoopp yer değiştirdi. Fakat epeyce yorulduk, iki oda ve eşyalar tamamen temizlenip elden geçirildi, kocişim elinde tamir çantası ile karyola ve çekyatı sağlamlaştırdı, vidalar sıkıştırıldı, uygun yerlere çiviler eklendi. Sonuç iyi oldu :) Misafir odamız fazlaca küçüldü ama yarın öbür gün orası için de uygun bir şeyler düşünürüm herhalde.
3- Oğlum hastalandı. Sonunda salgından biz de nasibimizi aldık. Ateş ve öksürük başladı. Yavruşum çok halsiz, bir de ille desesiyle kalmak istedi. E çocuk o haldeyken peşinden bizde geldik, dün annemde geceledik. Tanrım bu çocuk ile dedesi arasında öyle büyük bir aşk var ki, öyle güzel bir dede-torun ilişkileri ve öyle güzel paylaşımları var ki görülmeye değer. Yavru kuşum yorgun gözler ve bebekliğindeki gibi kıpkırmızı yanaklarıyla dedesinin göbeğine yaslanmış dinleniyor, ateşi düştüğü anda neşelenip bıcır bıcır oluyor. Yavrum benim hiç hasta olmasın istiyorum.
4- Hain erkek kardeşim, hain kocamla balığa kaçtı, bir saat içinde döneriz bir işimiz var deyip tüydüler, sonradan balığa gittiklerini itiraf ettiler. Akşamın sekizi oldu daha ortalıkta yoklar. Bende oğluşumla annemlerde keyif yaptım. Oysa evde devam edilmesi gereken işlerim, şimdiye yıkanıp çoktan kurutulmuş olması gereken çamaşırlarım vardı ancak gün, zorunlu olarak keyif ve tatil gününe dönüştü.Ördüğüm şalda bayağı yol aldım, bitmesine çok az kaldı ama ipim bitti. Ee onca sök-yapa ip mi dayanır? Yüncüye de gidemedim. Bitirdiğimde bloguma ekleyeceğim, sanat eseri oluşturuyormuşçasına ördükçe keyifleniyorum. Ne yapayım örgüde yeniyim:)

7 Ocak 2008 Pazartesi

YENİ YIL VE İLK GÜNLER

Yeni yıla gireli kaç zaman oldu, ha şimdi ha yarın yazayım derken zaman bu zaman oldu. Yeni yıl gecemizden bahsetmek ya da bahsetmemek için epeyce düşündüm. Neden derseniz, batıl da olsa garip bir inancım var; yeni yıla nasıl girersem yani ruh halim nasılsa bütün bir yılı öyle geçireceğime inanırım. Başlangıçlar benim için önemlidir, bu batıl inancım da buradan geliyor. Herkes gibi güzel dileklerle girip öyle geçmesini beklemenin neresi garip ya da batıl demeyin, sanırım 2006 yılıydı, büyükşehir belediyesinin havai fişek gösterileri eşliğinde coşutturup, geri sayım yapmak için meydana yol alıp da arabayı park etmek için tek bir yer bulamayıp, ucube sokakların birine arabayı bıraktıktan sonra o ne idüğü belirsiz sokaklardan meydana ulaşmaya çalışırken yeni yıla girilmiş olduğunu anlayıp, bütün bir yılı şaşkın geçireceğim diye sinirlenmiş ve sinirlenmiştim. Bir başka sene -artık ailedekiler benim şekilselliğime alıştılar- yeni yıla bir kaç dakika kala annemi, babamı, kocişi kollarından asıla asıla salonun ortasına çekip yarı zoraki oynattırıp bu yıla güle oynaya girelim demiştim. O sene habire düğün oldu, düğünlerden illallah geldi. Öğrenciyken yeni yıla ders çalışarak girer, sonra öööyle rol yapar gibi ders çalışmayayım da bütün yıl dersleri anlamadan geçmeyim diye onbeş dakika önceden zor bir problemi önüme alır, problemi çözmeye konsantre olmuş halde yeni yıla başlayıp, içimi de rahat ettirirdim. Böylesi garip bir kişiyim işte...
Bu yıla gelince; işyerimizde kendi kendimize güzel bi kutlama yapıp öğleden sonra da üç gibi paydos etme iznini de koparmış olan bendeniz, 2008 güzel bir yıl olucak sonu bu günden belli diye sırıtarak kocişin yanına gittim. Fakat evimin direği kocacım, sanki bütün günler keseye girmiş gibi, o gün erken çıktık ya ebevyn banyomuz için fayans ve duşakabin bakma işi için gıda çarşısına gitmeyi planlamışş. Hani moralim de iyi ya olur, dedim. Oralarda iki ikibuçuk saat geçirdik ve kociş sık sık yavaş yürüyorsunuz diye sanayi sokaklarında bizden 800 m. uzakta yürüyüp, çevreden geçenlerin sapık bakışlarına ve araba kornalarına el kadar çocuğumla beni maruz bırakıp, dır dır yapmama, bizden önce girdiği seramikçiler de de bizim eve faynstan çok sevgili görümceme granit bakma işini daha çok önemsediğini defalarca sergilediği için burnundan soluyup kulağından ateş çıkarır vaziyette seramikçilerden çıkan ben hadiii artık annemlere gidelim diye yalvar yakar olmuş haldeyken, gıda çarşısından tam çıktığımız anda oğlanın ilaçlarını okulda unutmuşum, eve gidip yedek ilaçları alalım dedi, evle bulunduğumuz yer arası en az bir saat çeker, neyse eve gittik. Kociş bununla da kalmadı, milli piyango bileti alalım dedi. Daha önceki günler keseye girdiğinden alamamıştı. Yol boyu kulağında kulaklık bir yandan annesi ve kız kardeşi ile telefonda sohbet ederken önümüze çıkan ilk seyyar satıcıdan bilet alamadı, sonra yol boyu milli piyango bayisi aradık. Hangisine girdiysek, biletler tükenmişti. Fakat benim evimin direği kocacım, yılmadı, benim uğurlu rakamım 7, kendisininki 8 dir, 2007 den 2008 e girerken muhakkak bilet almalıyım, bilet bulmadan hiç bir yere gitmeyeceğim dedi. Karış karış İzmir'i dolaşıp bilet aradık. saat 21.00. civarı annemlere ulaştığımzda dırdırlarım ayyuka çıkıyordu, açlıktan da sürekli tıslıyordum.
Annemlere geldiğmizde sevgili erkek kardeşimin eşiyle 4 yıldızlı bir otelin yılbaşı kutlamasına gittiğini öğrendim, o zaman tek misafir bizdik. Ama annem bütün gün evin tadilatı nedeniyle ustalarla boğulmaktan akşama hiç bir şey hazırlayamamış, acıktım dedikçe elinde rendeleyecek gibi yapıp sık sık bıraktığı havuçları sallayarak ustalardan birini bitirip diğerini anlatıyordu. Haydin, dışarda yiyelim dedik, yoksa annemle babam birbirlerini yiyeceklerdi. Önceden deneyip memnun kaldığımız bir restauranta gittik, saat zaten 21.30 falan, aç mı açız menüden herkes bir şeyler seçti. Garsona siparişlerimizi sayıyoruz, cevap: o kalmadı, bu bitti, efendim yarın tatil ya stokları bitirmeye çalışıyoruz.Eee biz ne yiycez? neyse yiyecek bir şey bulduk, salata bar bomboş, hatta garsonlar bir an önce her şey bitsin de biz de evimize yollanalım diye başımızda bekliyor.Neyse doyduk ve çıktık. Bu da bize ders oldu, bir daha yılbaşı gecesi için özel hazırlanan yerler dışında o gece herhangi bir yere gitmeyecekmişiz !
Fiyasko bir yemek, fiyasko bir anne babayla yılbaşı gecesi geçirme fikri ile yeni yıla girdim. Saat on tam on ikide oğluma sarmaş dolaş olup camdan havai fişek gösterilerini izledim. Sonra annem esprileri ve yaptığı taklitlerle beni çok güldürdü. Eve gittiğimde yorgunluktan yarı baygın halde uyumuşum ...
2008 in ilk günleri, bal böceği ile bol bol kitap okuyoruz ayrıca bende kitap okuyorum, örgü örüyorum. Kendimi daha iyi hissediyorum. Zaman zaman karamsarlaşsamda çabuk geçiyor..